John Niven'ın 90'lar İngiltere müzik piyasasını anlattığı romanı Arkadaşlarını Öldür, sermaye ve erkek odaklı endüstriyi yalın ve reddedilemez gerçek olarak sunarken, yakın tarihin nice protest tavrını görmezden gelir
03 Mayıs 2018 14:02
Arkadaşlarını Öldür, John Niven’ın 1997 yılında, İngiltere müzik piyasası üzerinden küresel endüstriye ışık tuttuğunu iddia eden “kurgusal” bir roman olma özelliğini taşıyor. Yazarın ikinci kitabı olarak 2008’de yayımlanan romanı, Niven’ın London Records ve Independiente gibi çeşitli plak şirketlerinde çalışarak müzik endüstrisinde geçirdiği yılların ardından satirik bir yazın olarak genişçe kabul gördü ve 2013 yılında ise Avi Pardo’nun çevirisiyle Türkçede yayımlandı. Kitabın popüler kültürde edindiği yer ise, Black Mirror ve Misfits gibi İngiliz kara mizahının önemli dizilerinin de kimi bölümlerinin yönetmenliğini yapan Owen Harris’in çalışmasıyla 2015’te sinemaya uyarlanmasıyla oldu. Nicholas Hoult gibi popülerliği giderek artan bir oyuncunun, kitabın tartışmalı baş karakteri Steven Stelfox’u canlandırmasıyla film, kitabın kitlesinden daha geniş bir takipçi sayısına ulaştı.
Kitap, adı geçmeyen hayalî bir plak şirketini her biri yılın bir ayına adanmış bölümlerle Steven’ın anlatımından aktarıyor. 90’ların İngiliz müzik piyasasına dair küçük hatırlatmalar yapmamız gerekirse; 70’ler ve 80’lerdeki başkaldırıların, protest müzisyenlerin ve müzik gruplarının ardından, piyasa tam bir özgürlük çağını yaşıyordu. Özellikle İngiltere’de indie1 gruplar kültür endüstrisinin, salt endüstriyelleşmeye ve kapitalist çarkların albüm çıkar-turneye çık-plak şirketine uygun daha ticarî ve pop albümler yap furyasına, kurdukları bağımsız ve daha küçük çaplı şirketlerle karşı çıkıyordu. Diğer yandan, sürekli yeni müzik tarzlarına öncülük eden İngiltere müzik sahnesinde, 80’lerin sonuna doğru punk, new wave, post-punk gibi türlerin etkisi azalıyor ve pop müzikle bu türler arasındaki kutuplaşmadan doğan boşluk arasında yeni ara formlar türüyordu. Şüphesiz ki bunun en önemlilerinden biri, Portishead, Massive Attack ve Sneaker Pimps gibi grupların başını çektiği, elektronik ve akustiği bir araya getiren trip-hop ve giderek punk müziğin protest tavrını sürdüren radikal elektronik müzik türlerinin (techno, synth gibi) kendisiydi. Ve şüphesiz ki bu gruplar, gerek yaptıkları açıklamalar gerekse şarkı sözleriyle olsun, miras edindikleri dönemin protest kültürünün karşı çıktığı nice şeye hâlâ karşı durmaktaydı (70’lerde Patti Smith’in erkeklere has olan rock sahnesini işgal etmesi ve alt sınıfın arzularını dile getirmesi, ardından Sonic Youth’un vokalist-gitarist-söz yazarı Kim Gordon’ın feminist açıklamaları ve şarkı sözleriyle erkekler arasında bir kadın olarak konuşma arzusu, Depeche Mode’un erkek eşcinselliği hem sahne şov ve kıyafetleri hem de sözleriyle açık etmesi gibi. Punk müziğin süregelen dünya ekonomik ve politik sistemine yaptığı başkaldırı ise apolitik olan birçok insanı bile politik bir söylemin gerekliliğine inandırmıştı).
Kitabın ilk sayfasını açtığımızdaysa, 1997’ye gelindiğinde neredeyse 30 yıldır dallanıp budaklanan ve artık tek bir çatı altında açıklanması mümkün olmayan tüm bu alt kültür çeşitlenmesinden hiçbir iz göremiyoruz. Bir anti-kahraman olmaktan çok uzak olan Steven’ın, genelde kabul görülen “edebiyatın psikopat karakteri”2 tanımı ise kitabın politik olarak temsil ettiği şeyi patolojikleştirerek eleştiri alanından azade kılıyor. Steven, çalıştığı plak şirketinin A&R (Artist & Repertuvar) departmanında çalışıyor ve kendi aktarımıyla yaptığı işi şöyle tanımlıyor:
İşte yaptığım iş: Müzik dinler –şarkılar, gruplar, besteciler- ve hangilerinin ticarî başarı potansiyeli olduklarına karar veririm. Sonra onların kulağa hoş gelecek şekilde kaydedilmelerini sağlarım ve biz, plak firması olarak, onları size sunarız… Bir parçanın hangi türden –rock, trance, hip-hop, siktiğimin Bulgar heavy metali- geldiği benim için hiçbir şey ifade etmez, yeter ki para kazandırsın.3
Steven’ın müzikle sanatsal bir bağı olmadığı, dahası bir müzisyeni ya da müziği takdir etme, beğenme gibi bir yetisi ve endişesi olmadığı kitabın hemen başında bu açıklamalarıyla belli olur. Kültür endüstrisine dair çeşitli çözümlemelerin Theodor Adorno, Walter Benjamin gibi isimlerin yazılarıyla gündeme gelmesinden ve sürekli birikimsel bir ilerlemeyle incelenmeye tabi tutulması gerekliliğinin kuramsal altyapısının oluşturulmasından 60 yıldan fazla zaman geçtikten sonra yazılan bu romanın yaptığı ilk yanlış ise burada ortaya çıkıyor. Müzik piyasasını ele alan ve ona dair “gerçek”leri açıkladığı kanısındaki roman, aslında çoğunluğun kanaatini ve düzenini temel olarak ve bunu hayatın her alanını kontrol eden zemin olarak sunarak, hem müzik endüstrisinin içinde o güne kadar yükselen tüm protest tavır ve izleklerin gerçekliklerini siliyor hem de bu tavırlardan oluşan yeni bir müzik endüstrisi oluşturulabileceği imkânına dair tüm görüşleri tek tek aşağılayarak herhangi bir politik tutumun geçerliliğini yok sayıyor. Benjamin’in bir edebî eserin ancak biçim ve içeriğinin aynı anda bir tavır benimseyerek politikleşebileceği önermesini4, kültür endüstrisindeki bireysel başkaldırıları, endüstri içerisindeki kuramsal uslamlamanın başkaldırılarını hiç duymamış gibi davranıyor. Yaklaşık 30 yıldır radikalleşen müzik piyasasındaki protest tavırlar –birkaç örnek vermek gerekirse, Riot Grllll bağımsız feminist punk hareketi, çeşitli elektronik müzik girişimlerinin her türlü ayrımcılık ve ırkçılığa karşı duran kulüp kültürü oluşturma çabaları,5 Bronski Beat gibi queer hareket odaklı grupların Derek Jarman filmlerine yaptığı müziklerle queer sanatın disiplinlerarası tavrına ve AIDS salgını ve işçi hareketi gibi toplumsal sorunlara dikkat çekmek için yaptığı sivil itaatsizlik eylemleri– sanki hiç olmamışçasına, kendimizi salt sermaye odaklı kimi kişi ve kurumların tek ses olarak yansıtıldığı bir dünyayla karşı karşıya buluyoruz kitapta.
Steven gördüğü her kadını kendi cinsel arzusunu yönelttiği bir nesne ya da dünya üzerindeki hiçbir erkeğin –çünkü zorunlu heteroseksüellik kapsamında bir kadın ancak bir erkeğin arzu nesnesi olabilir– arzu nesnesi olamayacak, tiksinti verici bir nesne olarak tanımlar. Kitaptaki her kadın karakterin bedeninin tüm ayrıntılarını görürken, erkek karakterlerin birçoğu betimlenmez bile. Müzik yapmaya hevesi olan her genç aşağılanır, sahip olduğu tüm hayallerin gerçekten uzak olduğunun altı tekrar tekrar çizilir. Dahası, kitapta gördüğümüz satış oranı yüksek olan her müzisyen açıkça yeteneksiz, hiçbir sanatsal altyapısı olmayan, sadece popüler kültürün ve sermayenin kendisini belli bir yeniden yaratım süreci sonrasında gelir elde eden insan ya da insanlar olarak sunulur. Bu gerçeklerin konuşulmaması ya da temsil edilmemesi gibi bir iddia nasıl ki içinde bulunulan endüstriye dair büyük bir gerçeğin göz ardı edilmesi olacaksa, aynı şekilde Arkadaşlarını Öldür’ün üzerine kurulduğu, sermaye ve erkek odaklı endüstriyi yalın ve reddedilemez gerçek olarak sunmak, yakın tarihin nice protest tavrına yapılan büyük bir haksızlık olarak görülmelidir. Salt ticarî olan kurumlar sadece müzik piyasasında görülen bir gerçek de değil; edebiyatta kimi yayınevleri, güncel sanat içerisinde kimi galeriler de tıpkı kitaptaki plak şirketi gibi bir tutuma sahip. Fakat bir edebiyat eserinden sadece politik olarak doğru ve eşitlikçi şeyleri resmetmesi tabii ki beklenemezken, yaygın ve baskın politik yanlışları tek gerçek olarak göstermesi de içinde böylesi bir çeşitlilik ve hareketliliğe sahip olan güncel dünya tarafından eleştirel yaklaşımla ele alınmalıdır. Ancak bu eleştirel yaklaşımlarla, bu romanda tanık olduğumuz sanat dünyasının sermaye güdümlü, kadın düşmanı, ırkçı, ayrımcı tavırlarla mücadele edilebilir.
Belki bu noktada kurmaca bir yazınla müzik piyasasına dair yaratıcı bir yaklaşımın ancak dönemin gerçek tanıklıklarına dair anı, derleme, röportaj gibi daha yenilikçi ve kurmaca olmayan metinlerin incelenmesiyle mümkün olabileceğini düşünmek de gerekiyor. Protest müziğin çeşitli tür ve yaklaşımlarına dair bazı kaynaklar olarak Patti Smith’ten Çoluk Çocuk ve Kim Gordon’dan Girl in A Band gibi anı kitapları, Sarah Marcus’un müzikte ve punkta feminist devrim üzerine yaptığı derleme Girls to the Front’u, Michael Azerrad’ın indie müziğin erken dönemine dair tanıklıkları ve bağımsızlık ilkesine dair açımlamaları topladığı Our Band Could Be Your Life kitabı bazı temel kaynaklar olarak düşünülebilir.