“Edebiyat alanı”nın karmaşık yapısını düşünmeyi kolayca unutan bu yaklaşımdan romantik bir “edebîlik” övgüsü ve serbest piyasa mistisizminden başka bir şey kalır mı?
31 Ekim 2019 11:30
Vakıfbank Yayınları tarafından yayımlanan Adam Kirsch’ün Küresel Roman: 21. Yüzyılda Dünyayı Yazmak kitabı son yıllarda yükselen “küresel roman” eleştirilerine karşı yazılmış bir savunma metni. Bunların sahip olduğu tereddütlerin abartılı hatta saptırıcı olduğu iddiasını taşıyan Kirsch, kısa kitabında bu eleştirileri derleyip karşı-savlar geliştiriyor.
Küresel roman son zamanlarda dünya çapında ilgi gören ve popüler olan romanların bir kısmı için kullanılan bir şemsiye kavram. Bu romanları aynı paranteze almak zor olsa da, bunlar içinden çıktıkları yerelin gerçekliğini ikincilleştirmekle itham ediliyorlar. Buna göre, uzak dünyadaki okura, anlattıkları “otantik” âlemin gerçek tecrübesini taşıyamayan ya da “yavan”laştırarak taşıyan metinler var karşımızda. Bunun temel sebebi, küresel romanların dünyanın kültür merkezinin (ya da merkezlerinin) taleplerine ve bunların belirlediği küresel modalara göre şekilleniyor olması. Söz konusu eserlerde dil ve üslûbun meydana getirilmesinde İngilizceye çevrilme ihtimali ve küresel okurun arzularının belirleyici olması ise bu metinlerin alametifarikası kabul ediliyor.
Ben böyle bir küresel roman kavramsallaştırmasının, en çok bir hakikatsizlik eleştirisine tekabül ettiğini[i] ve yazarın (ve bir sonraki aşamada küresel okurun) etik konumunu sorunsallaştıran bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
Adam Kirsch kitabında “küresel roman” meselesini “dünya edebiyatı” tartışmasının gölgesinde değerlendiriyor. Ona göre, bu tartışmada 19. yüzyıl başında Goethe’nin “Weltliteratur” kavramıyla başlayan sürece dair bir hayal kırıklığının yansıması var. Bu hayal kırıklığının zemininde ise her ulusal edebiyatın kendi kimliğini koruyarak ama ulusal edebiyatın sınırlarını aşarak oluşturduğu dengeli bir dünya piyasası yerine; homojenleşmiş, tek merkezli, fazlasıyla hiyearşik ve kültür endüstrisinin arzu ve talepleri ile yönlendirilen bir noktaya varmış olduğumuz inancı bulunuyor.
Kirsch bu karamsar perspektifi reddediyor. İlk olarak, küresel romanın “bütünleşik bir tarz”a sahip olmadığı kanaatinde. Tam tersine bu yapıtların arasında her türden metnin bulunduğunu ve bunları küresel kılan farklı içerikler, biçimler ve tavırların söz konusu olduğunu düşünüyor. Buna göre, öncelikle, küresel roman tartışmalarında çokça iddia edilenin aksine, bunlar yerelliği önemsemeyen ve kolay çevrilebilirlik adına “otantik yerel”i ortadan kaldıran metinler değiller. Örneğin, Orhan Pamuk’un Kar romanını anlamak için modern Türkiye tarihini bilmek gerekiyor ve Pamuk memleketinin gerçeğini aktarmanın yollarını yabancı okurun bu bilgiden uzak olduğunu bilerek ve işini kolaylaştırmayarak arıyor. Hatta bu bilinçle tercüme sürecini bizzat sorunsallaştırıyor. Bir başka örnekte, Elana Ferrante’nin "Napoli Romanları" dörtlemesini görüyoruz. Kirsch’e göre, İtalyan yazarın bu çok satan ve çok okunan eseri aslında yerele o kadar gömülü ki, yazar metni okumayı ve çevirmeyi oldukça zorlaştıran Napoli lehçesini sık sık kullanmaktan dahi kaçınmıyor. Demek ki yereli indirgemeyen, yerelin dilini basitleştirmeyen ve kolay çevrilebilirlik peşinde koşmayan küresel romanlar da mevcut.
Bunun yanında, Kirsch’e göre küresel romanların çoğu gerçekten küresel problemlerle dertliler. Örneğin, göçmen meselesi veya küresel terör sorununun son dönemlerde çok okunan romanlarda öne çıktığını görüyoruz. Ya da Houllebecq ve Atwood örneğinde gördüğümüz gibi, dünyanın ortak geleceğini dert eden metinler küresel romanların azımsanmayacak bir kısmını oluşturuyor. Dolayısıyla, aslında küresel roman Küre’nin ortak dertlerini ifade ettiği, Küre’ye seslendiği için değer görüyor.
Sözün özü, Kirsch bize eleştirilerin tersinden bakmayı öneriyor. Birçok eleştirmen tarafından bir tür zaaf ve kayıp olarak değerlendirilen şeyi aslında bir başarı ölçütü olarak hayal edebileceğimizi düşünüyor. Bu romanların başarısının ardında küresel roman olma kabiliyetine sahip olmaları var. Hatta bugün talep ettiğimiz, ihtiyacımız olan şeyin ta kendisinin küresel roman olduğu dahi söylenebilir. Küresel roman olmayı başarmak bu bağlamda belli süzgeçlerden ve zorlu aşamalardan geçmeyi gerektiriyor. Kirsch’in indinde, karamsar ve biraz da basmakalıp kültür endüstrisi eleştirisine yönelenlerin aslında oldukça kolaycı ve indirgemeci bir tercihte bulunduğunu söylemeye gerek bile yok.
Yazarın yaklaşımına genel olarak baktığımızda aslında okura çok net bir küresel roman tanımı vermediğini görüyoruz. Dünya çapında okunurluk ile güncel küresel meselelerden bahsediyor olmak iki temel kriter olarak var ama tarif çabası bunun ötesine gitmiyor. Ama daha önemlisi Kirsch, küresel roman övgüsünü farklı dillerin edebiyatları arasındaki güç ilişkilerini, İngilizcenin hâkimiyetinin ekonomi politiğini, evrensel İngilizce okur kamusunun taleplerinin belirleyiciliğini ve bu taleplerin oluşma mekanizmalarını hiçbir şekilde dikkate almayarak geliştiriyor. Kitabının başında değindiği eleştirileri dünya edebiyatını ve küresel romanı anlama çabasından çok muhafazakâr hayıflanmalar gibi değerlendiriyor. Oysa modern edebiyat tarihinin her noktası için Casanova’nın Braudel’den ödünç alarak kullandığı “eşitsiz ticaret”[ii] kavramının nasıl şekillendirici olduğunu ve edebî merkezlerle çevreler arasında eşit bir ilişki olmadığını net bir şekilde biliyoruz. (Son 150 yıllık modernleşme maceramız dâhilinde Fransız Edebiyatı ile Türk Edebiyatı arasındaki ilişkiyi düşünelim mesela). Bu hâlde “Küresel olmayı hak etmek”i edebî iktidara sahip olanların taleplerinden ve müdahalelerinden bağımsız düşünmek fazla konforlu bir tercih değil mi?
Bir yanıyla, Kirsch’in geleneksel ve aslında oldukça eskimiş romantik bir tavrın mirasçısı olduğu söylenebilir. “Standart görüşe göre, Edebiyat Dünyası barışçıl bir enternasyonalizmdir, edebî tanınmanın tüm yazarlara açık olduğu bir hür ve eşit ulaşım dünyasıdır. Zaman ve mekândan azade olan ve böylelikle insan tarihinin gündelik çatışmalarından kaçan büyülenmiş bir dünyadır. Edebiyatın tüm tarihî ve siyasî bağlılıklardan kurtulmuş olduğu kurmacası, Dünya edebiyat uzamının en özerk ülkeleri tarafından icat edilmiştir,”[iii] diyor Pascale Casanova. Bu özerk âlemden çıkma, yani edebiyat âleminin merkezindeki yazarların, yapının bu hâlinden çoğunlukla habersiz olduğunu ve bu yukarıdaki romantik tanımı edebiyat dünyasının doğalı olarak kabul ettiklerini vurguluyor.
Kirsch’te de, böyle bir kitap yazmaya girişmiş olmasına rağmen, bu doğallığın belirleyici olduğunu söylemek haksızlık olmayacak. Bunu göstermek için yukarıda aktardığım iki örneğe, Pamuk ve Ferrante’ye dönelim. Birincisi, Orhan Pamuk elbette Kirsch’in dediği gibi bir “yerel”i hikâyeleştiriyor ama bunu –bana kalırsa– aslında imgeyi alegoriye çevirerek yapıyor. Bir toplumun akışkan gerçekliğini şemalaştırıp, keskin ikiliklere indirgiyor. Oysa Kirsch anlatılanın Türkiye’nin otantik gerçeği olduğu fikrinden asla şüphe etmemekte. İkincisi, Kirsch’in Ferrante hakkında söylediği böyle bir kitap için affedilmez bir yanlış anlamaya dayanıyor. Zira Kirsch, romanı orijinal dilinden okusa eserde kahramanların Napoli lehçesi ile konuştuğu vurgulanan yerlerde anlatıcının bize aktarımları lehçe ile değil, birkaç ifade hariç, modern İtalyanca ile yaptığını görecek. Bunu kontrol etme ihtiyacı duymaması bile metnin örtülü üstenci bakışı hakkında oldukça önemli şeyler söylüyor.
Şunu vurgulamalı: Eleştirilerdeki küresel roman fikri, “küresel güncel romanlar” listesi meydana gelirken bütün süreci politikadan, merkezin ve kudretlinin taleplerinden ve merkez dilin hükümranlığından ibaret sayan bir tavra eğilimli. Bu, zaman zaman oldukça indirgemeci olabilir ve buna karşı sakınımlı ve uyanık olmakta elbette fayda var. Kirsch’in sadece bunu hatırlatması dahi değerli. Ama öte yandan Kirschvari evrenselcilik ve enternasyonalizmin de tüm iyi niyetine karşılık, edebî alandaki güç ilişkilerini ve “eşitsiz ticaret”i hesaba katmaması, ama daha önemlisi merkezden bir yazar olarak kendi konumunu sorunsallaştırmaması affedilir şey değil. “Edebiyat alanı”nın karmaşık yapısını düşünmeyi kolayca unutan bu yaklaşımdan romantik bir “edebîlik” övgüsü ve serbest piyasa mistisizminden başka bir şey kalır mı, doğrusu pek emin değilim.
[i] Bunun bir örneği olarak Murakami hakkında yine K24’te şöyle bir yazı yazmıştım: https://t24.com.tr/k24/yazi/gizemli-merak-uyandirici-hakikatsiz,1066
[ii] Pascale Casanova. The World Republic of Letters. Fr.’dan çev. M. B. DeBevoise. Harvard University Press, 2004. S. 12
[iii] Casanova. S. 43.