Bir mutlu tesadüf: Pierre Michon 

Edebiyat üzerine yazılmış pek çok metinden farklı olarak Kralın Bedenleri kuru bir tarihçiliğin, yönteme yaslanan mesafeli bir çözümlemenin peşinde değil

21 Şubat 2019 11:00

Mutlu tesadüf [serendipity], herkese –bir arşive vücut sıcaklığındaki bir suya girer gibi ağır ağır giren tarihçiye; bit pazarındaki tezgâhlara önüne geçilemez bir şehvetle ve rekabetin tedirginliğiyle göz atan koleksiyoncuya; sokakta pencerenin birinden dışarı akan şahane bir ezgiye kulak kabartan müzisyene; şaşırtıcı bir insanlık hâlinin ortasına düştüğünde makinesinin yanında olduğuna bir kez daha sevinen fotoğrafçıya– ama sanki en çok kitap meraklılarına, sahaflara, belki editörlere tanıdık gelecek bir his olsa gerek. Bir kitap, bir yazar, bir çevirmen, bir yayınevi beklenmedik bir yerde ve zamanda karşınıza çıkar; henüz onlarla karşılaşmamış dostlarınıza onlar için sevindiğinizi söylersiniz, zira önlerinde bu metinlerle geçirilecek çok güzel saatler, günler olduğunu bilirsiniz.[1]

Kıraathane Kitapları’nın ilk kitabıyla, Pierre Michon’un Kralın Bedenleri’yle karşılaşmamı mutlu tesadüften sayarım; hem de ne mutlu tesadüf! Nicedir uğramadığım bir kitapçının sapa bir rafında, ince ve kısa sırtıyla hiç göze batmayan, ama tam da bu hâliyle yeni olduğunu duyuran, Türkçede daha önce rastlamadığım bir yazardan bir kitap. Sonradan baktım da, Michon’un Yağmur Durmadı başlıklı kısa romanı 2011’de Alef Yayınları’nca yayımlanmış, meğer. Roza Hakmen’in tercümesiyle, yine Alef’in 2016’da yayımladığı Tim Parks’ın Kader’inin ve Europa’sının seneler evvel Kanat Yayınları’ndan çıkmış olması; kitapları bir ara Sel Yayınları’nca ardı ardına basılan Pascal Quignard’ın Türkçede ilkin 1993’te Can Yayınları’ndan çıkan Dünyanın Bütün Sabahları’yla görünmesi; Helikopter Yayınları’nın, kitaplarını pek severek ve –haklı bir biçimde- överek yayımladığı Jean Echenoz’un Ben Gidiyorum’unun Doğan Kitap’tan 2000’de çıkıp hemen sırra kadem basması; yine Roza Hakmen’in tadına doyulmaz tercümesiyle Metis’in yayımladığı muazzam üçlemesi Yarınki Yüzün’den birkaç sene evvel Javier Marías’ın Duygusal Adam’la Sel Yayınları’nın, ondan seneler evvel de Beyaz Kalp’le Gendaş Yayınları’nın ve Yarın Savaşta Beni Düşün’le Sistem Yayınları’nın saflarında kısa bir süre için belirmiş olmasına benzer bir durum bu.

pierre michonFarkındayım: Edebiyat yayıncılığı –giderek, kültür endüstrisi– bu tür el değiştirmelerle, unutulmuş olanın yeniden hatırlatılması ve pazarlanmasıyla; kimi zaman tutan kimi zaman tutmayan kapak tasarımları ve arka kapak yazılarıyla işliyor. Tasarım, tanıtım ve pazarlama, görünmezliğin ve nisyanın perdesini –çoğunlukla pazarın lehine– yırtma işini üstleniyor nicedir. Dağıtımla, tanıtımla görünür kılma mekanizmalarının birer tekniğe, giderek teknolojiye dönüştüğünü söylemek mümkün; etkilerini yadsımaksa safdillik.[2] Yine de atlamamalı: Yayımlanan her hakiki edebiyat parçası, pazarlandığı hâli aşan muhtevayı, taşırarak, taşır içinde. Michon’un metninden bahsedecek bir yazının başına otururken yukarıdaki biri diğerine benzemez edebiyatçıları hatırlamam, herhalde bundan: Yazarı ve metni, o yazarlarla ve o metinlerle ilişkilendiren şey bu aşan, taşan etki olsa gerek.[3]

Michon, Kralın Bedenleri’nde, kendisinin ve övgüyle andığı yazarların özgünlüğünü elbette tespit ve teslim ederken onları onlar yapan, onların üstünde, onların tabi olduğu kimi biçimleri de sezmeyi, edebî öznelliğin inşasını takip etmeyi deniyor; hakiki edebiyatta ifadesini bulan, hakiki edebiyata yönelen, hakiki edebiyattan neşet eden arzuyu anlatıyor. Edebiyat üzerine yazılmış pek çok metinden farklı olarak Kralın Bedenleri kuru bir tarihçiliğin, yönteme yaslanan mesafeli bir çözümlemenin peşinde değil, hiç. Daha geniş bir hissiyatın, edebiyatın “dalgasına düşmenin”[4], müthiş lezzetiyle lirik bir edebiyat övgüsü düzmenin, edebiyatın varlık sebebini yine edebiyat marifetiyle araştırmanın, bizzat edebiyat olmanın peşinde.[5] 

Kritik ve Klinik’in hemen başlarında Gilles Deleuze edebiyata yaklaşımını çok şık bir hamleyle önceki yaklaşımlardan ayırır[6]:

Kişi kendi nevrozlarıyla yazmaz. Nevroz, psikoz; bunlar, yaşam geçitleri değil, süreç kesintiye uğradığında, engellendiğinde, tıkandığında içine düşülen durumlardır. Hastalık bir süreç değil, ‘Nietzsche örneği’nde olduğu gibi, sürecin durmasıdır. Bu haliyle yazar da hasta değil, daha ziyade hekimdir, kendisinin ve dünyanın doktorudur. Dünya, hastalığın insanla karıştığı semptomlar bütünüdür. Bu durumda, edebiyat bir sağlık girişimi olarak ortaya çıkar: Yazarın illa ki büyük bir sağlığı olması gerekmez, ... onun karşı konulmaz küçük bir sağlığı vardır; kendisi için fazlasıyla büyük, fazlasıyla kuvvetli şeyler görüp duymasından kaynaklanan bir küçük sağlık, tüm bunlar onu nefessiz bırakır, geçişleri yazarı tüketir, ama bir yandan da baskın, koca bir sağlığın imkânsız kılacağı oluşlar sağlar ona bu küçük sağlık.      

Bu yaklaşım, Michon’un metnini katederken bize eşlik edebilir. Kralın Bedenleri’nin içeriğiyle hemhâl olmayı muhtemel okura havale etmeli ve bu kısacık metinsel mucizenin mümkün olduğunca az kısmını açık edecek şekilde anlatmaya çalışmalı: Birinin hiç arzu etmediği iktidarla, berikinin “yapıt” fikriyle, bir diğerinin aileyle, öbürünün ölümle; Kralın Bedenleri’nin yazarı da dâhil hepsinin yaşamakla, en çok da eril kösnüllükle[7], “gördükleri fazlasıyla büyük, fazlasıyla kuvvetli şeylerle” giriştikleri mücadelelerde, pek çok okurun tanıdığı büyük yazarların kendi kendilerinin hekimi olmayı denemelerinin izini sürüyor, Michon. Özellikle Michon’unkinde olduğu gibi bunlar zafer değil, yenilgi hikâyeleri. Ölümsüzlükten devşirilen küçük bir zafer için koca kösnül yenilgiler. 

Pek duyulmamış bir figür, arşiv tutkunu tarihçinin çabası ya da şansı sonucunda tarihin içinden çağrıldığında bugüne yalnız başına değil, yanında bir kümeyle gelir, hep. Uzak bir geçmişin içinden çıkıp geliyor olmasa da Michon’un, Kralın Bedenleri’nde andığı yazarlara ve metinlere yeniden, daha yoğun bir hissiyatla dönmeyi tetiklemekten daha fazlasını yapmasını, yanında başkalarını da taşımasını pekâlâ umabiliriz.

 


[1]Kitap satış siteleri bugün bizzat kullanıcının tercihlerine, kullanıcının incelediği kitapları inceleyen binlercesinin tercihlerini de katan bir algoritma marifetiyle önerilerle mukabele edebiliyor. Çevrimiçi müzik platformları, fotoğraf ve video bankaları, belki de daha karmaşık mekanizmalarla, hem yeninin hem de eskinin dolaşımını örgütlüyor. Muhafazakâr bir yaklaşım gibi algılanması riskini alarak, mutlu tesadüfün hâlâ “analog” olduğunu iddia edeceğim: Algoritmaların önümüze sürdüğü büyük veri çıktılarındansa eşinerek bulunan yahut kazara rastlanan şeylerin hissiyatı, en azından bende, daha yoğun.

[2] Kıraathane, Michon’un metnini yayımlarken hem kitap tasarımının hem de arka kapak yazısının hakkını vermiş. Orçun Türkay’ın yetkin tercümesi de metnin lezzetine karışıyor.

[3] Michon’un Kralın Bedenleri’nde aktardığına göre Flaubert, Madam Bovary’nin ilk bölümünü yazmayı bitirdiğinde “kendini güçlü, dingin, anlamla ve amaçla yüklü” hissettiğini söylüyor. “Edebiyatı seviyor, dünyayı seviyor.” Andığım metinlerin hepsinin –ve kim bilir aklıma gelmeyen nicesinin– hem yazarlarının hem de okurlarının üzerindeki etkisinin bu olduğunu sanıyorum.

[4] Dalgaya düşmek terimini Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin Bin Yayla’nın “1837: Nakarat Üzerine” başlıklı yaylasında açıkladıkları ve sezdirdikleri ritournelle kavramının serbest bir çevirisi olarak kullanıyorum. Nakarat, merhum Ulus Baker’in önerdiği karşılıktır. Estetik deneyimi aşan, neredeyse ontolojik bir ilke hâline gelen “dalgaya düşmek” deneyimini bir başka yazıda açmayı umuyorum.    

[5] Geçenlerde Kralın Bedenleri’nden bahsederken, Eskişehir’in en küçük ve en cool kitap dükkânının sahibi Germinal Taner [Gürkan], Joe Bousquet'nin formülünü –Ulus Baker üzerinden– yeniden dizdiydi, bu kez Milan Kundera için: “Romanlarım benden önce vardı, ben onları yazmak için doğmuşum..." Belli ki Pierre Michon da edebiyattan kâm almak için doğmuş; yazdıklarından da biz kâm alalım diye.

[6] Kritik ve Klinik, Gilles Deleuze, 2007 [1993], , Çeviren: İnci Uysal, İstanbul: Norgunk.

[7] Hem andığım yazar ve metinlerde, hem de Pierre Michon’un Yağmur Durmadı’sında eril kösnüllük metnin itici güçlerinden.