Funda Çoban'ın Sokak Siyaseti adlı çalışması yaşam alanlarımızı merkeze almasıyla, ayrıca da alan araştırması bağlamında Berlin'de gerçekleşmiş olması ve kısmen de olsa Gezi Direnişi'ni eksenine katmasıyla son derece ilginç bir okuma
25 Haziran 2015 15:00
12 Eylül darbesi sonrasında doğan kuşaklar için siyasi partiler, meclis, seçimler gibi siyaset mekanizmaları soyut ve uzak birer politika alanı gibi görünür, 60'lar 70'ler siyasetine rengini veren silahlı devrimci hareketler göze alınamayacak kadar tehlikeli ve sonuçsuz bulunurken, 1990'lardan itibaren gündelik hayatımıza ve yaşam alanlarımıza dair eylemlilik ihtimalleri kendilerine apolitik diyen kuşakları dahi siyasetin merkezine çekmeyi başardı. Susurluk Kazası neticesinde açığa çıkan karanlık ilişkileri protesto etmek için yapılan "sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" hareketi, merkezsiz, örgütsüz ve spontane olmasına rağmen kitleselleşebilmişti. Eylemcilerinin belli bir kimliğe ait olmaması, sokağı eyleme dahil eden ve göstere göstere yapılan bir protesto olması birçok insanda "yalnız değilim" iyimserliği uyandırabilmişti. Ardından ABD'nin Irak İşgali protestoları, Türkiye'nin Irak'a asker göndermesine tepki olarak yapılan "tezkere karşıtı" eylemler, G8 toplantısı, İstanbul Sosyal Forumu, NATO'nun kuruluş yıldönümü gibi çeşitli olaylar vesile edilerek ve neoliberal düzen karşıtlığı ekseninde her fırsatta muhalif sesler duyulmaya başlandı.
Yeni toplumsal hareketlerin ikinci dalgasının parçası olan ve sert bir kapitalizm eleştirisi içeren bu eylemler çeşitli ekonomik ve politik, daha da önemlisi küresel gelişmelerle bağlantılı olarak yükseldi. Küresel bakış açısı yitirilmese de Gezi Direnişi'ne uzanan süreçte, siyasi eylemlerin ve hedeflerin küresel ekoloji perspektifini yerele taşıdığı söylenebilir. Siyanürle altın üretimine karşı Bergamalı köylülerin verdiği mücadele (1992-2001), Akkuyu nükleer santrali projesi protestoları (2006-2015), Giresun, Artvin, Antalya, Mersin, Trabzon ve daha birçok yerde HES'lere karşı hukuki itirazlar, Yırca'da kurulacak termik santral için ağaç kesimini engelleme direnişi gibi sayısız çevreci muhalif hareket her zaman başarıya ulaşmasa da hayatımızı ve geleceğimizi doğrudan etkileyen siyasi tasarruflar söz konusu olduğunda artık sessiz kalınmayacağının kanıtı oldu.
Direnişin daha şehirli hallerinde ise mutenalaştırma sürecinde mahalle halklarının neoliberal ekonomi gibi uzak bir kavramla burun buruna gelmesi Türkiye'de siyasetin sokak, mahalle düzeyinde anlamlı olmasını sağladı. 'Kentsel dönüşüm' adı altında Sulukule, Tarlabaşı, Fener, Balat gibi semtleri eski sakinlerinden 'arındırıp', tarihi dokuyu zedeleyip, inşaat perisinin sihirli dokunuşuyla yeni rant alanları yaratma projeleri mahalle halklarının sivil toplumun da desteğiyle protestolarına yol açtı. Ne yazık ki bu itirazlar projelerin hayata geçirilmesini engelleyemedi ve İstanbul günbegün bir şantiyeye dönüştü. Öte yandan yaşamımız, çevremiz, yarınlarımız üzerindeki etkilerini bizzat ve bire bir biçimde gösterecek durumlar söz konusu olduğunda, ister kırda ister kentte olsun, bireylerin söz hakkı talep etmeye başladıklarına şahit olduk. Ülkeyi 2013 Haziran'ına taşıyan da münferit, yerel, tekil gibi görünse de yanyana toplanınca özel mülkiyet haklarını bir kenara bırakıp, müşterek haklarımızı, müştereklerimizi (havayı, suyu, denizi, bostanı...) savunan hareketler oldu.
Asef Bayat'ın 1998'de yayımlanan kitabıyla aynı ismi taşıyan Sokak Siyaseti, Funda Çoban'ın doktora araştırmasına dayanıyor. Çalışma sokağı, dolayısıyla yaşam alanlarımızı merkeze almasıyla, ayrıca da alan araştırması bağlamında Berlin'de gerçekleşmiş olması ve kısmen de olsa Gezi Direnişi'ni eksenine katmasıyla son derece ilginç bir okuma sunuyor. Teorik altyapısı itibariyle çok güçlü olan kitap, siyasetin gündelik inşası, özneler ile toplumsal yapılar arasındaki ilişki biçimleri, sokak siyasetinin diğer kolektif eylem ve toplumsal hareket biçimleriyle temas ve farklılık noktalarını inceliyor. Sokak siyaseti kavramının kentsel yönünün özellikle altını çizmek gerek. Sokak bir kavram olarak kendiliğinden şehri anımsatsa da araştırmaya konu olan grafitiler, işgal evleri ve çeşitli direniş eylemleri münhasıran kente dair gelişmeler. Bu yönüyle tartışma aslında sokaklardan şehirlere uzanıyor.
Bayat'ın neredeyse yirmi yıllık çalışması Üçüncü Dünyalı ve özellikle Ortadoğulu madun grupların (kente göç edenler, gecekonducular, işsizler, işportacılar, gündelik / geçimlik işçiler, sığınmacılar) yaşamlarını idame ettirmek ve daha iyi yaşamak için sessiz ve gündelik tecavüz biçimleri geliştirdiklerinden bahseder. Sabit kurumlar, tutarlı bir ideoloji ya da belirgin bir liderlik olmaksızın, farklı toplumsal grupların muhalefet biçimlerini inceler. Bayat'ın çalışmasını merkeze oturtsa da Çoban kendi 'siyasalın gündelik kuruluşu' kapsamını daha geniş tanımlıyor. Bayat'a göre sokak siyaseti "aktörler amaçlarını, yöntemlerini ve gerekçelerini telaffuz ederek eylemlerinin bilincine varırlarsa toplumsal hareket haline gelen kendinde bir harekettir". Başka bir deyişle sokak siyasetinin aktörleri bilinçten yoksundur (bilinç hareketi dönüştürür). Çoban'a göre bu ölçek genişletilmeye muhtaçtır. (s. 101-105) Berlin'deki grafiticiler ve işgal/proje evi sakinleriyle yapılan saha çalışmasından örneklerle somutlanan çalışma, toplumsal hareket repertuarının, fiziki bir uzam ve bir metafor olarak sokağın içinde cereyan ederken, siyasal katılımı merkezsizleştirdiğini vurguluyor.
Sokak siyasetinin araçlarını ve taktiklerini tüketici bir şekilde sıralamak çok kolay olmasa da Çoban'ın tartıştığı gündelik yaşama içkin direniş pratikleri günceli kavrayabilmek açısından zihin açıcı. Madun, görmezden gelinen, susturulmuş öznelerin siyasal alan mücadelesi olarak karşımıza çıkan taktikler içinde Funda Çoban şunları inceliyor: karnaval, müzik/dans, mizah, aylaklık, oyun, esriklik, sokak sanatları, armağan, internet, sivil itaatsizlik eylemleri, spontane toplanmalar ve işgaller. İlgili taktiğe dair bölümlerde çok sayıda örnek eylem olduğu gibi, kitabın son bölümünde Gezi Direnişi eylemlerinde bu taktiklerin nasıl kullanıldığı da ayrıca tartışılıyor.
Funda Çoban'ın son bölümde altını çizdikleri 2013'ten bugüne geldiğimiz süreci, özellikle de HDP'nin 7 Haziran seçimlerindeki başarısını özetler gibi:
"Evrensel iddialarla ortaya çıkacak bir eylemlilik biçiminin, kendini öncelikle yerel düzeyde ve yerel bir söylemle çabuk ve etkili bir şekilde örgütlemesi gerekir. Bu anlamda, siyasalın gündelik kuruluşu bağlamında sokak siyaseti ile ilişki, yaygın ve derinlemesine taleplerle birleşecek 'demokratik' bir politik vizyonun koşuludur. Başka bir ifadeyle özgürlükçü ve eşitlikçi bir program, karnavalla, mizahla, dans ve müzikle, aylaklıkla, esriklikle, oyunla, sokak sanatlarıyla, internetle, armağanla, sivil itaatsizlikle, işgallerle temas etmediği müddetçe atıl kalacaktır." (s. 276)