Halil İbrahim Bahar'ın, şiiri üzerine ömür boyu düşünen bir insan olduğu öne sürülebilir. Ama, bu kitap çıkana kadar, şiirleri konusunda yerleşik bir fikrimiz oluşamamıştı
13 Ekim 2016 13:50
Bize sorarsanız, 2016 yılının en önemli şiir olaylarından biri, Ve Yayınevi’nden geçen aylarda yayımlanan, Halil İbrahim Bahar’ın “seçilmiş şiirler”inden oluşan Çok İncelikler Vardı Dünyada adlı kitabıdır. Özellikle 1960- 80 yılları arasında yazılan Türkçe şiiri yakından izleyen her okur, kaçınılmaz olarak Bahar’ın şiiriyle karşılaşmıştır. İnanılmaz dikkat çeken bir şiirdir bu. Eleştiriye çok açık olmakla birlikte, yazdıkları dönemin yaygın şiir eğilimlerine topyekûn eklemlenemeyen ilginç bir şiir serüveni olmuştur. Şiir yanında, ilginç denemeler de yayımlamış olan Bahar’ın bir başka ayırıcı yanı, sözkonusu zaman diliminde on üç yıla yakın bir süre, dönemin çarpıcı dergilerinden Soyut’u yayımlamış olmasıdır. Dönemin birçok şiir- içi tartışmalarında da rol almış bir dergidir bu. Bahar, şair ve yazarlığı kadar, bu deneyimiyle de şiir ve edebiyat ortamına katkıları olan bir simadır. Dergisinin 1977’deki kapanışından sonra, şiir yayınlamada temposu görece düşse de, 2006’ya kadar şiir yayını izlenebilmektedir. Şairin önemli ayrıcalığı, dönemin parlak şairlerinden biri olsa da, 2010 yılındaki ölümüne kadar hiç şiir kitabı yayımlamamasıdır. Gerçi, bu uzun döneme rağmen şairin şiirine dair, bir istisna dışında önemli bir incelemeye de rastlanmamıştır. Oysa, dönem şiirini yakından izleyen herkes bilir ki, üstünde konuşulmaya, tartışılmaya değer bir şairdir. Nitekim, kendiliğinden göz ardı edilmiş bu şairin, ölümünden altı yıl sonra ilk defa bir “seçilmiş şiirler” kitabıyla karşılaşıldı.
Çok İncelikler Vardı Dünyada adlı kitabı, Ve Yayınevi’nin de yetkilisi olan Kenan Yücel hazırlamış. Kitapta, şiirlerin yanında Özdemir İnce ve Yücel’in birer yazısı yer alıyor. Bu kitap yoluyla, öğrendiğimiz önemli bilgilerden biri, şairin ölümünden önce çok sayıda kitaba dönüşebilir şiir dosyasını kendisinin hazırlamış olması. Bahar’ın 1960- 80 arasında çok sayıda şiir yayımladığı zaten bilinir. Ancak, çok sayıda kitap dosyasını hazırlayıp, aralarından bir tanesini dahi yayımlamaması, çarpıcı bir seçim, tutum gibi görünüyor. Zaten, yıllar boyu Soyut vesilesiyle bilfiilyayıncılık yapmış bir şairin, şiir kitabı hiç çıkarmamasını başka türlü anlamak zor.
“Seçme Şiirler” kitabını okurken, şaşırtıcı olduğu kadar ilginç bir tabloyla karşılaştık. Biz "Bahar şiiri" deyince, az önce vurguladığımız gibi 1960- 80 arası yazdığı şiiri büyük ölçüde odak almışızdır. Şair, tabii ki çeşitli dergilerde 1980’den sonra da çok sayıda şiir yayımlamıştır. Elimizde kitabı da olmayınca, Bahar deyince hep bu ilk dönemini düşünmüşüzdür. Ama, bu ilk defa çıkan kitabı okuduğumuzda şaşırtıcı bir durumla karşılaştık. Okuduğumuz şiirlerin büyük çoğunluğu, (neredeyse %80’i) şimdiye kadar hiç okuma imkânı bulamadığımız, şairin dosya şeklinde hazırlayıp bıraktığı kitaplardan seçilmişti. Şiir özelinde, bu durum bizi fazlasıyla heyecanlandırdı. Öte yandan, tanıdığımız Bahar şiirinin yaşadığı devinim ve olgunluk döneminin tam anlamıyla yeni farkına vardığımız duygusunu yarattı. Çok farklı bir Bahar portresiyle karşılaştık. Şairin, 1970’lerde yeni vücuda dönüşmeye başlayan poetik kaygıları, 1980’den sonra farklı bir şiir mecrasına doğru yol almıştı. Gerçi yaşarken hakkında çıkan tek eli yüzü düzgün metin, Hüseyin Cöntürk’ün titizlikle çalışıp bağımsız bir yapıta döndürdürğü Şairler Sözlüğü'nde yer alan Bahar’ın şiirine dair eleştirel yazıdır. Bu metin Bahar’ın yalnızca 1963- 67 arası yayımladığı çok sayıda şiirden bir kısmını odak aldığından, şairin bu ilk dönemi için de topyekûn bir değerlendirme anlamına gelemezdi.1 Dolayısıyla, bu şiir, dergilerde kaldığından gereken ilgiyi hiç görmedi. Bu ilk dönemin, isim de yapmış birçok şairi arasında Bahar da bizce özel bir ayrıcalığa sahipti. Belki bu yüzden, elimizdeki seçmeler kitabında, 1960- 80 arası yazdığı şiirin fazlaca geri planda olması biz okurları biraz huzursuz etti. Ancak, tabii ki şunu da düşünmek gerek: Kitabın editörüne şairin o kadar çok sayıda kitap dosyası ulaşmış ki, belki bu yüzden, dosyalardaki şiirleri belli bir oranda seçme ihtiyacından, şairin bu "Soyut'lu yıllarında" yazdığı, yayımladığı şiirlerin sayısı tahminimizden az olabilir.
Tüm bu kaygıları saklı tutarak kitaba geri döndüğümüzde, üstünde durduğumuz 1980 öncesi şiire oranla, Bahar’ın önceki dönem şiirlerindeki görece “savrukluk”tan bir ölçüde uzaklaşmaya başladığı söylenebilir. Şairin ilk şiir yayını 1950 yılına kadar uzansa da, şiiri bir sanat olarak dergiler gündemine taşıması 1960’ların başlarında gündeme gelir. 1960’lı yılların ilk yarısının bazı şairleri yaşanan deformasyonlardan, imge bombardımanından sıyrılmayı başarırken, İkinci Yeni’nin açtığı yolun izini sürdürmekten de vazgeçmemişlerdir... Bahar’ın yazdığı şiiri, en azından, eleştirmenlerin bu aile içinde fazla düşünmemesine hep şaşırmışımdır. Belki önemli aksaklardan biri, şairin bu yıllar tahmin ve beklenenin çok üstünde sayıda şiir yayımlamasıdır. O dönem görece “yeni” olan bu şair poetik kaygılarını, yazdığı şiirlerin üzerinden temellendirme uğraşındadır. Özellikle 1960’ların ikinci yarısıyla yazmaya başladığı uzun şiirler, çeşitli dil ve üslup sıkıntılarını beraberinde getirir. İkinci Yeni’nin yarattığı şiir aurasından topyekûn çıkmasa da, yetkin şiirlere 1960’ların sonlarına doğru ulaşır. Gerçi bu dönemlerde yazdığı şiirin “gerçeküstücü şiir”lerle açık akrabalığı olduğunu söyleyenler vardır. Bu tatmin edici bir tespit değildir. Çünkü, İkinci Yeni şairlerinin birçoğunu bilerek veya rastlantısal olarak bilinçdışından etkilendiği bilinir. Bilinçle bilinçdışı arasında gezinirler. Bu dönem şairleri Batı’nın sanat ve edebiyat insanları kadar aşırılığa, aşırı derinselliğe fazla kaymazlar. Bu oylumlu etki alanının Bahar’ın şiirinde de görünmesi kadar doğal bir şey olmasa gerektir. Şairin bu ilk dönem şiirlerinde masalsılık belirgin bir özellik olarak görünürken, öykülemecilikte bir aşırılığa kaydığı, dize yapısında çeşitli sorunlar doğurduğu düşünülebilir. Bunda, bir de şairin üretimindeki yüksek temponun payı vardır. Sözcük ve anlam dünyasında bir aynılaşmaya şahit olunmaktadır. Bu yüzden üslup ve söyleyişte yer yer aşırılığa kaydığı söylenebilir. Bu, şiirinin sözkonusu yapısal sorunlarıyla ilgilidir. Yoksa, “saçma”nın, “anlamsız”ın fazla izini sürdüğünden değil. Benzeri sorunlar, 1960’larla birlikte şiir ortamının içine giren birçok şairde farklı biçimlerde karşılaşabileceğimiz özelliklerdir. Ama, buna rağmen, elimizdeki seçmeler kitabında yer almamışBaskın (Evrim- Mayıs 1964- Sayı 17), Zakkum (Soyut- Temmuz 1968- Yeni Dizi- Sayı- 3), Çengel (Soyut- Şubat 1969- Yeni Dizi- Sayı- 10) gibi 1960’larda yayımlanmış daha birçok şiiri de eklenebilirdi. Birçok iyi örneği Hüseyin Cöntürk’ün değindiğimiz yazısında da bulmak mümkündür. Şair, 1970’lerde de benzeri bir süreci yaşar. Ama, çarpıcı nokta, şiirinin, gitgide bireyselleşmesi, ilk 10 yıl şiirlerinde diplerde duran lirik ögenin, 1970’lerde yayımladığı şiirlerinde biraz daha hissedilir olmasıdır. Gitgide daha temiz bir şiire yol almaktadır. Şair, baştan beri, imge yoğunluğundan çok, sembol ve metaforlardan daha çok yararlanmaktadır. 1970’lerdeki şiirlerle bu durum daha belirginleşir.
“Seçilmiş Şiirler” kitabına dönersek, içindeki şiirler bize biraz az da gelse oldukça özgün şiirlerdir. Gülmekten Ölen Ata Ağıt (1964) ve Da(1968) bilinçle bilinçdışı arasındaki kaygan zemini dizelere yedirmektedir. Mezmurlar (1968) adlı düzyazı şiirse, üslup ve söyleyişte bir mükemmeliyeti yansıtır. En azından, Bahar’ın bu ve benzeri şiirlerini okuyan herkesin, şairin İkinci Yeni hareketiyle olan yakın akrabalığını anlayabilir. Mehmet H. Doğan’ın İkinci Yeni Şiir antolojisine Bahar’ı almaması gerçekten ilginç bir durumdur. Ama, örneğin Asım Bezirci’nin İkinci Yeni yaılarını bir araya getirdiği İkinci Yeni Olayı adlı kitabının, son bölümündeki şiir örnekleri içinde Bahar’ın 1965’te çıkan üç şiirine rastlanılmaktadır. Bu şiirlerde devamlı dikkati çeken yalnızlık ve yabanıllık duygusu, 1970’li yıllarda yazdığı şiirlerde biraz daha belirginleşir. Artık daha seçkinci, daha sofistike bir dil ve söyleyiş dikkat çekmektedir. Örneğin Halat (1970) adlı şiirde gerçeküstü ögeler biraz daha baskın gözükürken; Sa (1974) adlı şiirde gündelik hayatla daha açık ilişkilere yönelebilmektedir. Gitgide içselleşen, rastlantısallıktan görece uzaklaşan bir Bahar portresiyle karşılaşılmakta. Doğa odak alınarak, ciddi bir “ben” sorgusu günyüzüe çıkmaktadır. Sarsıntı (1977) adlı şiirde çokça öne çıksa da, “yalnızlık” duygusu bu dönem şiirlere fazlasıyla sirayet etmektedir. Şairin 1977’de yazdığı Tansık adlı şiirse, sonraki döneminde özel önem taşıyacak olan lirizmin derin ipuçlarını içinde barındıran bir örnektir.
Evet, şairin Soyut dergisinin kapanışı ve 1980’li yıllarla birlikte çok sayıda dergide şiir yayımladığını biliriz. Ama, sanırız, önceki yirmi yıl kadar yoğun ve tempolu bir yayın sürekliliğini yansıtmaz. Şairin son çeyrek yüzyılın Sanat Olayı, Yazko Edebiyat, Hürriyet Gösteri, Adam Sanat, Yeni Düşün, Eleştiri ve Edebiyat, Kitap-lık, Şiir Oku, Mecaz ve Üç Nokta gibi dergilerde şiirleri yayımlanmıştır. Fakat, ilginç olan nokta, kitapta 1980 ve sonrasını kapsayan 107 şiir arasında yalnızca Şiir Oku ve Üç Nokta’da yayımladığı iki şiir bulunmaktadır. Geri kalan tüm şiirler hiç yayınlanmamış dosyalarından seçilmiştir. Bu bağlamda elimizdeki nadir rastlanan bir yapıttır, yayımlanmış olanların bazılarına ulaştığımızda, şiirindeki farklılaşma dikkat çekse de, bu dönem ürünleri için genel bir yargı ve beğeni ölçümüne ulaşmak hep zordur. İlk yirmi yılın sürekliliği değildir bu. Poetik açıdan doygun bir noktaya ulaşılamamıştır. Elimizdeki Çok İncelikler Vardı Dünyada adlı tek kitap bizi, şimdiye kadar değindiğimiz Bahar’ın şiir çizgisinden uzak, daha usta işi şiirlerle baş başa bırakıyor. Tahminimizden çok yüksek noktada kitap dosyası bıraktığını da düşünürsek, şairin uzun şiir yolculuğu içinde ciddi bir olgunlaşma dönemiyle yüzyüze bırakıyor okuru. Evet, şair, imgeden topyekûn uzaklarda durmuyor. Ama, imgeden çok sembol ve metaforlara yaslanan, teknik açıdan son derece gelişkin, biçim ve söyleyişte gitgide yalınlaşan, dinginleşen bir şiire ulaştırıyor bizi. Önceki dönemin görece abartılı sözcük tekrarlarından, dize yapısından savrukluktan, İkinci Yeni etkisiyle biçimde yapılan arayışlardan ve üsluptaki benzerliklerden ciddi ölçüde uzaklaşmış bir Bahar şiiriyle karşılaşılıyor. Duygu kadar düşünsel bağlam da bu yeni tanıştığımız şiirlerde ön plana çıkıyor. Belki şiirsel kaygılarında gözle görülür bir değişiklik yok. Ama, yapı açısından son derece güçlü, içinde yer yer ilginç humor duygusunun da barındığı bir şiirler dizisiyle karşılaşılıyor. Yalnızlık ve çaresizlik duygusu bu yeni şiirlerde çok ön plana çıkıyor. Bu yüzden lirizme, önceki döneme oranla fazlasıyla yaslanıyor. Çoğu şiirde çaresizlik duygusu baskın bir özellik olarak dikkat çekiyor. Şiirlerinde sesinde ilginç tonlamalarla karşılaşılıyor. Yani, şair, şiirinde kendine özgü bir müzikaliteyi tutturuyor. Onu, ilk dönem şiirlerindeki savrukluktan sıyıran niteliklerden biri de bu oluyor. Doğa yer yer mitolojiyle kesişirken, şairin kendine ait bir düş dünyası kurduğu şiirlerde hemen hissediliyor.
Bahar’ın yeni tanıştığımız bu şiirlerinde, eski dönemin çoğulcu, çok katmanlı söyleyişinden hızla uzaklaştığına şahit olunuyor. Artık “sen”e yazılan, ikili ilişkileri odak alan, dolayısıyla da kendine ait bir lirizmle baş başa kalınıyor. Buna koşut olarak, bu şiirlerde belirginleşen bir başka özellik, değişik bir gizemciliğin de izini sürmesi. Bu ruhu şiirlere taşımasında, saçma ve anlamsıza yaslandığı şiir evreninden hızla uzaklaşmasının da payı var. Belki tam olarak tutturmasa da, kendine özgü ve hatta yalnız kendisinin olan bir anlam dünyası oluşturmuşa benziyor şair. Bu sorgu, en çok da şairin düşle gerçek arasındaki yoğun gidip gelişlerinde hissediliyor. Özellikle Masadaki (1981) ve İkilem(1981) adlı şiirlerde bu duygu durumunu yakalamak mümkün. Şair, yalnızlığın yanında aşk ve acı duygularını da yarattığı lirikasının kopmaz bir parçası kılıyor. Bu terimler bazı şiirlerde geri plana çekilirken, çoğunda Bahar şiirinin bir parçası oluyor. Gerçi bu duygular, Bahar’ın ilk dönem şiirlerinde de var. Ama; anlamsız’a, saçma’ya dokunduğu noktada geri plana çekilecek duygulardı bunlar. Ama, bu yeni dönemde daha billurlaşmakta, adı konulmaktadır. Bu şiirin lirizminin öne çıkmasının belirleyici nedeni bu olsa gerektir. İşte size bu duygu durumlarını çok iyi yansıtan bir şiirini okutalım. Söylediklerimizi birazcık da olsa açımlamış oluruz.
İKİSİ
beyaz bir sis altındaki denizin
yürüyorsun kıyısında uyanık
bir düşte gibi
geliyor adımlarına dek dalga köpükleri beyaz
iki beyaz sisle köpük ikisi de
sanki aynı gövdenin tek ürünü ama aralarında
çarpıcı bir ayrım var
sis birazdan dağılır gider deniz kalır
devinir o dalga köpük görkemiyle
coşkuyla aşk dün vardı bugün yok ikisi de
beslenir coşkuları acıları da aşkın
elbette bir kaynaktan
gün gün aşınır aşk kimi kez de biter apansız
acılarsa bir daha yoğun kalır yerinde
11 Ocak 1985
(sf: 81)
Bu ilk defa tanıştığımız şiirlerin tümüne yakınında bir ortak paydayı imleyen bir başka duygu durumununsa “boşluk duygusu” olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum, 1980 sonrasının yeni şiirlerinde baskın bir duruma dönüşmekte. Yalnızlığı, yabanıllığı da aşan bu insanî durum, şiirlerin neredeyse bir tutkalına dönüşmüş. Bu durum, kaçınılmaz olarak, şairin artık – aslında tek bir şiir yazmaya başladığının göstergeleriyle dolu. Şair, dünyayı anlayabildiği, kavrayabildiği ölçüde bir boşluğa düştüğünün fazlasıyla farkında. Bazı şiirlerde “tutunabilme” çabası öne çıkıyor, bir bölümündeyse hiçliğe de kayıyor. İlişkileri sorgulayış biçimindeki yeni inceliklerinin bunda önemli payı var. Bir ölçüde, anlam dünyasında varolabilmenin olmazsa olmazı bu duygular. Bizce, şairin modern şiir vizyonu yeni bir yapıya dönüşmüş. “Sıkı şiir”e daha çok yönelmeye başlamış ve ilk dönemindeki savrukluktan bu yolla sıyrılıp, kendinin olan bir şiir kurmayı başarmış. İç dünyaya dair sorgu alanı genişleyip derinleşirken, şair “sen”siz de varolunamayacağını okuruna tüm çıplaklığıyla yansıtıyor. Buradan, boşluk’un özenle saçtığı farklı duygulara kendiliğinden yol alışını izlediğimizdeyse, şairin birtakım şiirlerinde rastlanan “aşk” ve “gövde”yle nasıl kesişebildiğini Kuklalar (87) adlı şiirin son iki kıtasında yakalamak mümkündür.
daha bir kez bile öpüşmeden
birbirine değmeden parmakuçları
sanki sinirleri kopmuş
boşluktaki kuklalar
burada bana uzak
sönmüş gözleriyle boş gövdeler
ne aradıkları
nereye baktıkları bilinmeyen
13 Ekim 1986
(sf: 87)
Daha önce andığımız gibi bu yeni tanıştığımız şiirlerin en önemli izleklerinden birinin “doğa” olduğunu söylemiştik. Bu sembol, ilk dönem şiirlerinde dikkat çekmiş olsa da, yeni tanıştığımız örneklerde şairin kurduğu düşsel evrenin kopmaz bir parçası durumunda. Bu düşsellik çoğu kez derin, o denli de içli bir söyleyişi beraberinde getiriyor. Örneğin kıyı, ağaç, çiçek gibi semboller yoluyla, reel dünyadan özenle uzak durmaya çalışan bir semboller kümesiyle bizi karşılaştırıyor. Hatta bunla da kalmıyor, Dalga (1987) adlı şiirde bu izlekleri de kuşatan bir poetik tavrı ön plana çıkarabiliyor. Yani zor olanı başarıyor. Sadeliğe doğru yol aldıkça kendi “ben”i ve varlıksal sorunu durmadan eşeleniyor. İşte yeni tanıştığımız şiirlerin bir kısmında bu durumla da karşılaşılmakta. Yalnız, bir ayrımın daha altını çizmek gerek: Şair şiir yolculuğunda, çeşitli kaymalar olsa da,varlıktan hiçliğe doğru tüm incelikleriyle sıçramaya çalışıyor. Aklımıza hemen, Cöntürk’ün 1960’lardaki Şairler Sözlüğü'nde Bahar’a dair yaptığı temel eleştirilerden biri gelir. Şairin en temel sorunlarından birinin “şiir felsefesinin çürüklüğü” olduğunu söylemesidir. Bu konuyu açımladığı cümlelerde haklılık payı da vardır. Ama, Cöntürk, şairin bu yeni şiirlerini okuma olanağı bulsaydı, fikirlerinin ciddi biçimde değişeceği konusunda hiçbir şüphemiz yok. Şairin “boşluk”la “hiçlik” duygularının artık nasıl içiçe varolup yeni bir vücuda dönüşmesini, örneğin, kitaptaki Devinim ( 1987) şiirinde de yakalamak mümkün.
Geçmişte, şairin dergisinin adıyla- yani Soyut- yazdığı şiir arasında benzetmeler kurulduğuna rastlamıştık. Bizce, asıl isimsel ile kavramsal akrabalık, Bahar’ın 1980’ler sonrası yazdığı ve ilk kez okuduğumuz şiirlerinde çokça öne çıkıyor. Ama, bu soyutlamalar, kurmaya çalıştığı düşsel hatta felsefi düzlemde yeni bir zemin de hazırlama uğraşının sonucu. Bu düzlem kitabın sonuna doğru yol alırken, daha yetkin bir noktaya evrilmekte. Şair, artık, ağırlıklı bir düşsel evren kurma çabasında. Büyük ölçüde de biricikleşen bir şiir inşa etmekte. Doğa, artık, şirin semboller dünyasının olmazsa olmazı durumuna dönüşüyor. Şiirler biçim ve söyleyiş açısından ustalaştığı oranda, ilginç bir musikiyi, bir ahengi içinde barındırıyor. Şair, gitgide içe doğru katlanan, soyutlamaların öne çıktığı bir semboller dünyası kuruyor. Şiirlerin içinde ilginç bir humor duygusuyla karşılaşılıyor. Metafor, şiirlerde özel bir yer tutmayı sürdürüyor. Anlam dünyası, düşünsel sorgu alanında özel bir iz taşıyor. Buna rağmen, şairin duygu sarmalı, onu yer yer “hiçlik”e taşımayı da sürdürmekte. Gövdesiyle hep “yalnızlığının kalesi” durumunda. Şair, tam bu bağlamda gizemciliğini öne çıkarmaktan vazgeçmiyor. Düşsel yolculuklarını içinde yalnızlık, yabancılaşma dürtülerini, ilk dönem şiirlerindeki gibi, hissetmemek olası değil. Doğa, özellikle de ağaçlar, çiçekler şairin sembolizmi içinde özel bir anlam taşıyor.
Şair, şiirinde kendine at bir anlam dünyası kurarken, kaygılarından, ikilemlerinden ve en önemlisi “boşluk” duygusundan hiç uzaklaşamıyor. Bu duygu sözcüğün kendisi olmasa da şiirlere yayılıyor. Bu bağlamda, en ilginç şiir örneklerden biri olarak Oyası'yı (1987) anmak mümkün. Aynı durumu, uzun yıllar sonra yazdığı Aşkla (1998) veya Algı (1999) gibi şiirlerinde yakalamak mümkün. Hem de musikinin kattığı renk ve ahenkle birlikte. Şair için dil ve sözcüklerin bile çaresizleştiği, kaotik ruh hâllerini öne çıkaran, acı yüklü şiirleri de var. Bu sorguyu şiirine en yedirdiği şiir olaraksa Onlar (1987) adlı şiiri anılabilir. Varoluşsal kaygılar gitgide derinleşmektedir. Bahar’ın Arama (1990) adlı şirindeyse, sanki Melih Cevdet Anday’ın Teknenin Ölümü şiirine bir nazirede bulunmaktadır. Teknenin omurgasıyla, insanın omurgası arasında ironik bir benzeşimle karşılaşılır. İç dünyadaki çaresizlik, uyumsuzluk 1990’larda yazdığı şiirlerin de “omurgası” olmayı sürdürmektedir. Bu durumu en iyi yansıtansa “gece” sembolüdür ve bu sembol, son dönem şiirlerinin çekirdeklerinden biri durumundadır. Bu sembole koşut olarak aşk duygusunun da şairin yaşlanma sürecinde kabarmaya başladığı hissedilmektedir. Ama, alışılmış duygular değildir bunlar. Sanki varoluşsal bir aşktır bu. Bunda derin lirizmin önemli payı vardır. Bu hüzünlü şiirlerdeki düşsel yolculuğu en iyi yansıtan şiir olaraksa Güneşsiz'i (1995) anımsatmadan edemeyiz.
Son şiirlerde, doğa yoluyla insan psikolojisi daha çok sorgulanmakta. Bir boyutuyla “boşluk” ve “hiçlik” duygularının da hayatta ve insanda ne denli anlam taşıdığı konusunda sorular da sormaya başlamıştır. Hem vazgeçememe hem kopma ikiliğidir bu. Bu "hayatla boş olma” durumu değildir. Ama, buna seçenek olarak sembollerin izini sürüp, kendine ait bir evren kurmayı başarmaktadır. Gizemcilik, artık bu dönem şiirlerinin özü, aşk tabakasına dönüşmektedir. Düşünsel boyut tüm kargaşasıyla şiirlere sinmektedir. Varsa (2001), Yukarı (2003) ve Kışgil (2004) gibi şiirlerse yaşlandıkça dirilen, sorgulandıkça dinginleşen ve hatta “anlam”ın anlamsızlığını dahi kabullenmiş; düşünce şiirine daha yönelmiş bir Bahar’la karşılaştırdı bizi.
Şairin yarattığı düşsel, duygusal ve düşünsel evren tabii ki çok önemli. Ama asıl vurgulanması gereken nokta, özellikle yeni tanıştığımız şiirlerle birlikte şairin tamamen kendinin olan bir şiir ve poetikayı oluşturması. Sanki, Bahar, 1960- 80 arası çalışkan bir şiir işçisiyken, 1980 sonrası yazdıklarında hızla ustalaşan, hatta Kenan Yücel’in kitaptaki yazısında vurguladığı gibi “yontucu” titizliğine ulaşmış. Kısa şiir yazmanın zorluğunu seçmiş. Bu yolla “sıkı şiir”in iyi bir ustası olduğunu biz okurlara tanıtmış durumda. Çok özel bir imgelemi olduğu açık. İlk dönemlerinde rastlantı ve çağrışımlara fazla yaslandığından, şiirini tam olarak arındıramamıştı. Ama, ölümünden sonra tanıştığımız şiirler bizi çok şaşırttı. Hep öne çıkan karamsar dünyası, sanki 1980’lerden sonra yeni, olgun bir şiir felsefesine dönüşmekte. Bu dönemle birlikte, tek bir ana sorunsalın yoluyla yalnız kendinin olan tek bir şiiri inşa etmiş. Şiir tutkusunun bu hızlı olgunlaşmada payı olsa gerek. Bu yeni dönemde, dış dünyadan gitgide uzaklaşan Bahar, yarattığı düşlemle benzerine pek rastlanmayan bir sözcükler evreni kurmuş. Dilsel yetilerini ustaca gün yüzüne çıkarmış. Gündelik hayata dokundukça yabanıllaşmış. Bu durum onu yeni bir düşsel yolculuğa itmiş.
Şair ilk şiirlerinden itibaren biçime hep özel bir önem vermişti. Söyleyiş ve üslup da bu yolla şekillenecekti. Öykülemecilik ilk dönem şiirlerinde sıkıntılıydı. Oyunsuluğa fazla önem verirken, dize yapısı her zaman aynı güçlülükte olmuyordu. Bunda, uzun şiirler yazmasının payı çoktu. Kitapta özellikle ilk kez tanıştığımız şiirleriyle birlikte özgün bir yapı ve poetik düzleme evrilişini gözlemledik. Şiirlerinde ilk döneminden itibaren büyük harf hiç kullanmaması ilk dikkat çeken özelliklerden biriydi. Şiir adlarınınsa, ilk günlerinden bu yana tek sözcükten oluşması, sembole olan takıntısının da bir çağrışımı olsa gerek. En zor olan seçimiyse noktalama işaretlerini hiçbir şiirinde kullanmaması oldu. Şiirin anlam dünyasını oluşturmada bu önemli zorluğu seçmesi, dil ve üslupta yetkinleşmesinin temel sacayakları arasındaydı. Kendine özgü bir şiirsel söylem kurmasında bu tavırların önemli payı olduğu söylenebilir.
Tüm özellikler, Bahar’ın şiiri üzerine ömür boyu düşünen bir insan olduğu fikrini baştan beri uyandırmaktadır. Ama, bu kitap çıkana kadar, şiirleri konusunda yerleşik bir fikrimiz oluşamamıştı. Umarım ileride şiir üzerine yazıları da kaleme alınır, poetik tavrı konusunda oturmuş düşüncelere varırız. Bu beklentimizin en önemli işareti, kitabın hemen başında Özdemir İnce’nin kaleme aldığı “Tuhaf ve Sıradışı” adlı yazıda Bahar’ın günlüklerinden söz ettiği çarpıcı kesitler. İnce’nin seçtiği örneklerden küçücük bir alıntıyla noktalayalım yazımızı. Şiire emeği olan herkese önemli sorular yönelttiğini gösteriyor. Umarız, bu günlükler de bir gün kitap olur: “şiir sözcüklerle yazılıyor ama bana sorarsanız bir şiir sözcüklere dayanmamalıdır.” (sf: 20)