Kanon, estetik kıymet ve okunmanın sihri

"Kısacası, 'metne içkin estetik kıymet yoktur' derken en başta estetik kıymet dediğimiz şeyin 'tarihsel' olduğuna işaret etmeye çalışıyorum. Metnin bünyesinde barındırdığı bir 'estetik' elbette vardır; metinleri bu farka göre ayırır ve tasnif ederiz. Ancak bu 'estetik'in kıymetli olup olmadığına metnin dışındaki 'güçler' karar verir."

11 Ağustos 2022 17:01

 
K24’ün gölgede kalmış kitaplar dosyasında yayımlanan “Edebiyat Kanonu ile Edebiyat Mezbahası Arasında” yazımdaki bazı iddiaları Mesut Varlık daha geniş bir perspektiften ele alan bir yazı yazdı. Benim yazımın temel amacı, bir zamanlar unutuluşa terk edilmesinde “sakınca görülmeyen” bazı metinlere bugün gösterilen ilgiye işaret etmek, günümüzün kanonik eğilimlerinden kısaca söz etmekti. Ancak konu edebiyat kanonu başta olmak üzere pek çok meseleye temas edebilme özelliğine sahip olduğu için bir yandan birtakım tarihsel saptamalar, diğer yandan da özellikle metnin estetik kıymetine dair teorik denebilecek çıkarımlar yapmaya da çalışmıştım. En kısa biçimde özetlersem, metne içkin estetik bir kıymet olmadığını, bu kıymetin metnin dışındaki “güçler” tarafından belirlendiğini, metinler değişmese de metne verilen kıymetin zamanla değiştiğini iddia ediyordum – ki hayretle karşılansa da aslında hiç orijinal bir iddia değil bu.

Mesut Varlık, “Bakımı Yapılan Saatler ve Fantom Ağrısı” yazısında benim yazımdaki iki noktaya işaret ediyor ve bu iki noktayı örnekler üzerinden ayrıntılı tartışıyor. Varlık’ın tartışmaya açtığı ilk nokta metnin estetik kıymetinin nasıl belirlendiği, ikincisi ise Türkçe edebiyatın “kanon/klasikler” listesi. Estetik kıymet meselesini de, kanon/klasik sorununu da bu türden kısa yazılarda hakkıyla tartışmak elbette mümkün değil. Ancak Mesut Varlık’ın birlikte düşünme çağrısı olan yazısına kısa da olsa kendi açımdan bir karşılık vermek istiyorum. Bu yazıda estetik kıymet ve kanon meselesini tartışacak, Varlık’ın kanon ve klasik arasında yaptığı ayrımı ve bu konuda ulaştığı sonuçları ele alamayacağım.

Özcülük-Tarihselcilik

Bir kere daha aynı soruları sorarak başlayayım: Bir metnin kuşaklar boyu okunmasını sağlayan ya da bazı metinlerin unutuluşa terk edilmesine yol açan “şey” nedir? Edebi metinler estetik “kalite”leri sayesinde mi kanonik olurlar? Yaygın inanç, sürekli okunan metinlerin ya da yaygın deyişle “zamana direnen kitaplar”ın estetik açıdan kıymetli oldukları ve bu kıymeti bünyelerinde barındırdıkları estetik güçten aldığıdır. Oysa hiçbir metin kendi kendine zamanın sınavını geçemez, o metni dolaşıma sokanlar ve dolaşımda tutanlar olmadan bir metin kendi başına zamana direniş gösteremez. Metinler, kapı kapı dolaşıp kendini tanıtan ve bu sayede estetik kıymetini tescil ettiren zaman yolcuları değildir. Metinler için bu tescil işlemini başkaları yapar. Terry Eagleton, hayli yaygın biçimde okunan (ya da satın alınan) Edebiyat Kuramı’nın girişinde edebiyat kanonunun bir “inşa” olarak görülmesi gerektiğini iddia ederken, “Birilerinin onun hakkında dediklerinden ya da diyeceklerinden bağımsız olarak kendi içinde değerli bir edebiyat eseri veya gelenek diye bir şey yoktur” (s. 28, özgün vurgu) der. Yaklaşık 30 yıl sonra, Edebiyat Olayı’nda ise Edebiyat Kuramı’ndaki yaklaşımını, “edebiyatın yapısına ilişkin son derece özcülük karşıtı bir düşünce ortaya koymuştum” (s. 30, abç) diyerek değerlendirir.

Bu noktada meseleye bir tutam teori katmak iyi olabilir. Bir metnin kendi bünyesinde estetik bir kıymet taşıdığını düşünmeyi bir tür “özcülük” olarak adlandırmak mümkün. Böyle bir anlayışta metnin tarihsel basınçlardan bağımsız biçimde zamana direnen bir “öz” barındırdığı fikrinden hareket edilir. Edebiyat teorisinin tarihinden gayet iyi biliyoruz, “biçimci” diye adlandırılan metin merkezli yaklaşımlar, sadece metinle ilgilenmeyi arzuluyor ve metne organik bir bütünlük atfediyordu. Bu bütünlüğün nasıl kurulduğunu anlarsak “edebilik”i tespit edebileceğimiz dile getiriliyor, bu edebiliği belirlemek için birtakım yöntemler ya da teknikler öneriliyordu. “Metin-merkezli” yaklaşımların meşruiyet zeminin metne tarih dışı bir nitelik atfetmek sayesinde kurulabildiğini söylemek mümkün. Bu bakış açısının kanon tartışmasındaki en bilinen örneği Harold Bloom’un Batı Kanonu’dur.

Batı Kanonu’nun girişinde ve sonsözünde, pek çok metnin arasından süzülüp geçmiş ve estetik kıymetinden şüphe edilmeyecek metinleri birtakım “estetik dışı ölçütlerle” sorgulamaya açanlara veryansın ediyordu Bloom. Kanonu farklı açılardan sorgulamaya açanlara Kırgınlar ekolü” diyor [Resentment, “hınç duyanlar” diye de çevrilebilir] ve bu kanona “hınçla yaklaşan”ları şöyle sıralıyordu: “Feministler, Marksistler, Lacancılar, yeni tarihselciler, yapıbozumcular ve göstergebilimciler”. (s. 508) Kanonun “estetik otoritesi”ni sorgulayanlara karşı kendi yaklaşımını kitabın başlangıcındaki “Kanon için Bir Ağıt”ta şöyle dile getiriyordu: “Geleneğin içinden gelen hareket ideolojik olamaz ya da ahlaki açıdan ne kadar takdir edilesi olursa olsun, herhangi bir toplumsal amacın hizmetine giremez. Kanona sadece estetik güçle girilir, o da öncelikle bir karışımla ortaya çıkar: söz sanatlarındaki ustalık, özgünlük, zihinsel güç, maharet ve özenli dil kullanımı” (s. 38, abç; çeviriyi değiştirdim). Modern Türkçe edebiyatın tarihi adeta Bloom’u yanlışlamak için “gelişim göstermiş” gibidir.

“Öz”cü dediğim yaklaşımın karşısına, yazıyı hızla bitirme arzusuyla, “tarihselci” diyeceğimiz bakışı yerleştirebiliriz. Özcü yaklaşımın aksine, tarihselci yaklaşım, metinlerin bünyesinde var olduğuna inanılan tarihdışı bir öz yerine “öz” fikrinin oluşumunu analiz eder. Tarihselci diyebileceğimiz yaklaşımın farklı eğilimleriyle karşılayabiliriz. Konumuz bağlamında bu eğilimlerden biri de kanon çalışmaları. Jusdanis’in dediği gibi, kanon çalışmaları metnin estetik kıymetiyle ilgilenmez, metnin “kullanım tarzları”yla ilgilenir. Zira “kanon belli bir zamandaki edebi kullanımların toplamıdır” (s. 82). Bir metnin hangi gerekçelerle dolaşıma sokulduğu ve hangi nedenlerle dolaşımda kaldığını araştırır. Kuşkusuz, bunu yaparken belli bir dönemde estetik açıdan neyin kıymetli sayıldığını dikkate alır. Çünkü “estetik kıymet” denen şey daima farklılaşır. Bu denli köklü ve sık değişimin yaşandığı bir alanda nasıl olur da metnin “öz”ünden söz edebiliriz? Yüzyıllardır okunmaya devam eden yazarlar hep aynı nitelikleriyle mi “kıymetli” bulunuyorlar, yoksa sürekli dolaşımda kalmalarını sağlayan birtakım aracılar mı var?

Kısacası, “metne içkin estetik kıymet yoktur” derken en başta estetik kıymet dediğimiz şeyin “tarihsel” olduğuna işaret etmeye çalışıyorum. Metnin bünyesinde barındırdığı bir “estetik” elbette vardır; metinleri bu farka göre ayırır ve tasnif ederiz. Ancak bu “estetik”in kıymetli olup olmadığına metnin dışındaki “güçler” karar verir. Elbette hayli karmaşık bir süreçten söz ediyoruz ve bu karmaşık yapıya dair konuşurken “özcülük” ve “tarihselcilik” arasında birtakım “ara yol” arayışlarına girilebilir. Özellikle estetik açıdan kıymetli bulduğumuz metinlerin bünyesinde kendine özgü bir “güç” (“kalite” mi demeliydim?) barındırdıklarına inanmak isteriz. İnanırız da. Ancak bu inancın dağılması için çevremizin dışına çıkıp başka bir okur grubuyla karşılaşmak ve bizim kıymet verdiğimiz metinlerin beğenilmediğini görmek yeterli olmalıdır aslında. Hele bir de edebiyat tarihine bakarsak metinlere atfedilen kıymetin nasıl keskin biçimde değiştiğini hemen görebiliriz. Hem bunu bilmek hem de sevdiğimiz metinlerin diğerlerinden daha kıymetli olduğunu düşünmek arzularımızın ya da kanaatlerimizin olgulara baskın gelmesi değil midir?

Üçüncü yol

Estetik kıymet bağlamında Mesut Varlık’ın yazısına dönecek olursam, Varlık iki yaklaşımı birleştiren, ortada bir yol arayışında görünüyor:

“Bir metnin kıymeti ne özünden gelen bir özelliktir ne de zaman içerisindeki değişmezliğinden gelir. Tüm canlılar gibi metinlerin de biyografilerinde kayıtlı her şey onların kaderini ortaya koyar ama bu hiçbir zaman gelecekte nasıl devam edeceğine dair net bir çıkarımda bulunmamıza izin vermez”.

Mesut Varlık böylece “özcü” bir yaklaşımı benimsemediğini söylüyor ama vurgusu önemli: “Biyografide kayıtlı olan her şeyin [metinlerin] kaderi”ni belirlediğini de ekliyor. Bir metnin kaderini belirleyen “biyografisine kayıtlı olan şey” nedir? Bu “şey” metnin değişmeyen özünü mü oluşturur, yoksa döneme göre değişkenlik mi gösterir? Varlık elbette yazının hacmi nedeniyle bunu tartışmaya açmamış, ancak sonrasında bu soruya örtük biçimde cevap vermiş: “‘Metnin kıymeti’nden bahsederken, eşikteki ‘iyi’ konusunun muallak bir konu olmadığını not edelim.” Ve devam ediyor:

“Bir metinden ‘iyi/sıkı metin’ diye bahsedebilmek için edebiyatın alet çantası var elbette. Çoğu zaman yeterli miktarda kavram ve/ya terim sayesinde metnin çekmecelerini açıp bakabiliyoruz”.

Hızlıca sorup geçeyim: Peki, o alet çantasını kim yarattı? Edebi metne yaklaşırken benimsenen “yöntem”i tarihdışı sayabilir miyiz? Peter Bürger, Adorno’dan “Estetiğin kategorileri radikal biçimde tarihseldir” sözünü alıntılayıp “Estetik kuramları tarihselse, bu kuramları inceleyen eleştirel bir sanat kuramı kendisinin de tarihsel olduğunu görebilmelidir” (s. 51) derken “alet çantası” konusunda bizi uyarmıyor muydu?

Mesut Varlık’ın estetik kıymet bağlamında arada bir yol seçtiğini söylesem de, Varlık şu sonuca varıyor: “Metnin zamana meydan okumasını sağlayan şey de yazarın metnin içinde kurduğu yapıdır” (abç). Bunu bir metaforla anlatıyor: “Bir tür, saatin iç organları. Belki zamanla üzerindeki ‘mobilya’ eskiyebilir, desenlerin modası geçebilir, camı çatlayabilir ama içindeki saat çalışmaya devam ediyorsa…” Varlık’ın işaret ettiği “yapı” hayli belirsiz bir kavram. “Metnin yapı”sı dendiğinde bunun neye karşılık geldiğini söylemek zor. Varlık’ın yapıyla ne kastettiği de tam belirgin değil ama yukarıda Bloom’dan söz ederken onun kanona girmek için saydığı ölçütlere yakın bir “şey” olduğunu tahmin ediyorum. Zira “zamana direnerek bize gelen yapı”ların özelliklerini sayarken kendi çağımızda makbul olan estetik ölçütlerden söz etme eğilimindeyiz, genelde.

Mesut Varlık “özcü” bir yaklaşımı benimsemiyor ama “biyografiye kayıtlı şey” ve “yazarın metnin içine kurduğu yapı” kavramlarıyla tarihdışı ölçütlere kayıyor. Her ne kadar arada bir yol açmaya çalışsa da estetik kıymetin metnin bünyesinden çıkarılabileceğinde ısrar ediyor. Sonrasında saat metaforunu devam ettirerek kanonik metinlerin saatler gibi bakımı yapıldığı için işlemeye devam ettiğini söylüyor. Metaforun hakkını vermek için yine alıntılıyorum: “Hoyrat bir elin o çalışan saati ‘artık beğenmediği’ için çöpe atmadığından devamla düşünecek olursak, çarklardan birinin yavaşlamasına veya durmasına bir şeyler neden olana dek çalışır o saat.” Metafor kullanılırken bazı soruları sormak zor ama yine de deneyeyim: Eğer metni iyi yapan yazarın metnin içine kurduğu “yapı”ysa ve metinler yayımlandıktan sonra değişmiyorsa niçin çarklardan birisi yavaşlar ya da durur? “Metnin yapı”sı (genelde) bir kere kurulur ve her okurun karşısına her zaman aynı biçimde çıkar. Bu durumda metnin çarklarının işleme biçimi her zaman sabit olmalıdır. Metnin çarkının yavaşlamasına ya da durmasına yol açan “şey”in metnin kendisi olması imkânsız değil midir? Buradaki vurgu, sanırım, bu yavaşlama ya da durmaya “bir şeylerin neden olması”. Nedir o bir şeyler? Metnin kendi bünyesinden kaynaklanmıyorsa, bunu “dış güçler”in ürünü saymak gerekmez mi? Mesut Varlık, “bakımı yapılan saatler” metaforuyla zaten metni dolaşımda tutan “bakım aygıtları/kurumları” olduğunu da belirtiyor. Niçin bazı saatlerin bakımı yapılırken bazıları “saat mezbahası”na gönderiliyor diye sormak gerekiyor. Saat metaforunu “mezbaha”ya kadar vardırmamış Varlık, sadece bakımı yapılanlardan söz etmiş, oysa tartışmanın çıkış noktası “unutulan”lardı. Zaten “unutma” eylemi metnin kendisi tarafından gerçekleştirilemez. Başka birileri bu eylemi yapacağına göre “unutulma” ya da “hatırlanma” metinle doğrudan ilgili değildir, tıpkı “bakımı yapılacak saatler”in seçilmesi gibi. Hangi metnin hatırlatılacağına da belli bir dönemdeki hâkim estetik yargılarla karar verilir. “Kaliteli metin” fikrini meşrulaştırmak için her zaman birtakım argümanlar ileri sürülebilir, yukarıda Bloom örneğindeki gibi. Ama bu ölçütler de değişir. Zaten Mesut Varlık da yazısında bu değişen ölçütler üzerinden pek çok örnek veriyor.

Mesut Varlık’ın yazısında verdiği kanonlaşma örneklerine yakından bakıldığında tüm tartışmayı saydamlaştırmak mümkün olabilir. Bu örnekler üzerinden yaptığı sorgulama aslında “metnin biyografisine kayıtlı şey” ve “yazarın metnin içinde kurduğu yapı”yı yeniden düşünmeyi gerektiriyor ve bana kalırsa, metne içkin bir estetik kıymet olmadığını görmeye imkân veriyor. Mesut Varlık’ın dediği gibi kanon, “bakımı yapılan saatler”dir ama bu bakım, saatin çarklarının kendiliğinden güzelce işlediğini tescil etmekten ibaret değildir; aksine, o çarkların nasıl döneceğini belirlemek için yapılır. Bunu görmek için Varlık’ın yazısındaki iki kanonik örneğe bakmak yeterli olacak: Ömer Seyfettin ve Halide Edip.

Okurların yaptığı anlaşma

Eğer bir metni “iyi” yapan şey yazarın metinde kurduğu yapıysa ve yine eğer metnin bir “genetik kodu” varsa, bunun değişmeden kalması gerekmez mi? Eğer bu yapı değişmiyor ama metne verilen kıymet değişiyorsa, kıymeti belirleyen şeyin o yapı olduğunu söyleyebilir miyiz? Ömer Seyfettin hikâyelerinde nasıl bir “yapı” kurmuştur? Bu “yapı”ya bakarak ve edebiyat eleştirisinin sağladığı alet çantasının yardımıyla onun metinlerinin “iyi” ya da “sıkı” olduğunu tespit edebilir miyiz? Kısacası Ömer Seyfettin iyi/sıkı bir hikâyeci midir? Sorunun cevabının bu tartışma bağlamında önemi yok. Önemli olan Mesut Varlık’ın şu saptamada bulunması: “Ömer Seyfettin … çocukluğumuzda klasikler arasında sayılırdı, neyse ki bizler büyüdük ve kendisini daha fazla okumak istemediğimiz konusunda anlaştık. Artık literatürümüzün özel bir listesindeki yerini aldı.” Bu “anlaşma”nın metnin yapısından bağımsız biçimde yapıldığını sanıyorum. Ama aynı anlaşma ile “metnin biyografisine kayıtlı şey” değişiyor mu, bilmiyorum. Şayet Ömer Seyfettin bir zamanlar “klasik” sayılıp bugün sayılmıyorsa (ki buna katılmıyorum), bu Ömer Seyfettin’in metinleriyle değil, onun hakkında anlaşma yapanlarla ilgili olmalıdır. Okurlar bir yazarı okumak konusunda cayma anlaşması yapabiliyorsa, artık başka bir “yapı”yı tercih etmeye mi başlamış demektir? Belli bir metin bir zamanlar estetik açıdan kıymetli bulunup okunmuşsa, metnin iyi/sıkı olmasını belirleyen “alet çantası” bu metni seçmiş olmalıdır. Cayma anlaşması, alet çantasının da değiştiğini mi gösterir?

Varlık’ın başka bir örneği de Halide Edip ve Yakup Kadri: “Otuz yıl önce Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Halide Edip Adıvar denk veya Karaosmanoğlu daha önde gelen bir isimken, bugün üzerine üretilen literatürle Adıvar daha belirgin hale geldi. Yirmi yıl sonra tablonun nasıl olacağını kestirmek kolay değil”. Evet, gerçekten de kolay değil. Çünkü metinlere verilen kıymet tarihsel olarak değişiyor, “estetik kıymet”in belirlenmesinde paradigmatik değişimler yaşanıyor. Mesut Varlık sormamış ama ben sorayım: Halide Edip’e olan ilgi niye arttı (arttığına dair elimde kanıt yok, Varlık’ın iddiasını aktarıyorum)? Tam da Harold Bloom’un Batı Kanonu’da hayli kızgın (ve kırgın) biçimde tartıştığı konuya yeniden geliyoruz. Bloom, estetik kıymeti tescillenmiş yazarların yanına “kadın”, “siyah”, “üçüncü dünyalı” olduğu için yeni yazarların eklenmeye çalışılmasını, estetik dışı saydığı ölçütlerle kanonun “delinmesi” kabul ediyordu. Halide Edip’e gösterilen ilgiyi Türkiye’de kadın hareketinin yükselişinden bağımsız düşünebilir miyiz? Fatma Aliye’yi ya da Suat Derviş’i? Yakup Kadri ve Halide Edip, aynı dönemin önemli yazarları ve çoğu zaman birlikte anılmış yazarlar. Biri değer kaybederken diğeri değer kazanıyorsa, bu onların metinlerinin “kalite”sinden bağımsız olmalıdır. Hatta bu değişim metinlerden daha çok bize dair bir şeyler söylüyor olabilir.

Okunmanın sihri

Ömer Seyfettin ve Halide Edip örneği –Varlık’ın iddialarının geçerliliği bir yana– metnin estetik kıymetinin tarihsel olarak değiştiğini, her dönemde farklı bir hal aldığını göstermeye yetiyor ama Mesut Varlık bir sihirden söz ediyor: “Metnin ‘kendi değeri’ denen ‘işleyişi’nin zamana dayanmasının sihri, elbette her gelen neslin o dosyayı yeniden okumasıyla (her anlamda) mümkün oluyor.” “Sihir” metnin kendisinden mi kaynaklanıyor, yoksa sonraki nesillerin onu okumasından mı? Eğer sihri yaratan metinse, özsel bir nitelik var demektir ve herkesin onu okumasına gerek olmadan, kendi işleyişi sayesinde devam ettirebilir. Ancak bu sihri yaratan yeni nesilse, metnin onların ulaşabileceği yerde olması ve birilerinin her nesle niçin bu metni okuması gerektiğini söylemesi gerekir. Bu durumda da estetik kıymeti belirleyen metnin kendisi değil, ona niçin ulaşılması gerektiğini belirleyen otorite olacaktır.

İnsan ömrünün bu denli kısa olduğu bir yerde bir metnin yüzlerce, hatta bazen binlerce yıl dolaşımda kalması, tüm paradigmatik değişimlere rağmen yeni nesillere hitap edebilmesi gerçekten de büyüleyici bir olay. Ortada bir sihir olduğunu kabul edebiliriz. Ancak sihri yapanın kim olduğunda anlaşamıyoruz galiba.

• 

 

KAYNAKLAR:


Bloom, Harold, Batı Kanonu, çev. Çiğdem Pala Mull, İthaki Yayınları, 2018.

Bürger, Peter, Avangard Kuramı, çev. Erol Özbek, İletişim Yayınları, 2017.

Eagleton, Terry, Edebiyat Kuramı: Giriş, çev. Tuncay Birkan, Ayrıntı Yayınları, 2004.

Eagleton, Terry, Edebiyat Olayı, çev. Başak Yüce, Sel Yayıncılık, 2012.

Jusdanis, Gregory, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür: Milli Edebiyatın İcat Edilişi, çev. Tuncay Birkan, Metis Yayınları, 1998.

 

GİRİŞ RESMİ:

Trinity College Kütüphanesi – Dublin, İrlanda