Şüphesiz Orhan Koçak’ın Deleuzecü olmak gibi bir sorumluluğu ve zorunluluğu yok. Ancak anlaşılan Ayhan Geçgin edebiyatı için Deleuze düşüncesi önemli bir kaynak...
22 Haziran 2017 14:00
Art arda şiir eleştirisine dair metinleri kitaplaşan Orhan Koçak, Yusuf Atılgan ve Ayhan Geçgin’den yola çıkarak Türkçe edebiyatın tarihine, roman türüne dair tartışmalara, psikanalize ve edebiyat teorisine doğru -kıvrılarak ve katlanarak- ilerleyen Tehlikeli Dönüşler’i (Metis, 2017) yayımlayarak Türkçede edebiyat eleştirisinin çıtasını biraz daha yükseltti. Orhan Koçak ve Nurdan Gürbilek gibi eleştirmenlerin son dönemlerde Ayhan Geçgin, Barış Bıçakçı, Emrah Serbes gibi yazarlar üzerine düşünüyor olmaları, eleştirinin, yenilikçi kanadının 2000 sonrası edebiyatla da bereketli bir tartışmaya girmesi açısından ayrıca sevindirici. Üstelik eleştiri yazılarının kısalmasına yol açan yayın dinamiklerinin içerisinde, 397 sayfalık ve yoğun bir kitabın dolaşıma girmesi başka bir kanalın hâlâ işlediğini göstermesiyle de umut verici.
Orhan Koçak, Ayhan Geçgin edebiyatının açtığı imkânları ve öne sürdüğü, içinden geçtiği, arasında dolaştığı sorunsalları çözümlemek için sarmal olarak ilerleyen bir güzergâhı takip ediyor. Her bir bölüm aşama aşama yeni soruların etrafında biçimleniyor. Metinle ilgili bir durum alıntılarla da desteklenerek sunulduktan sonra, ona dair bir açıklamaya girişiliyor, belirli yöntemler, kavramlar ve düşünürlerle metin karşılıklı konuşmaya başlıyor, ama aynı zamanda bu konuşmanın kısıtlamaları, diyalogun hangi noktaya kadar sürdürülebileceği, Geçgin’in edebiyatını kavramak için konuşmanın diğer muhataplarının nerede tıkanabileceği de gösteriliyor. Dolayısıyla yolculuğun, güzergâhların, sohbet kelimesinin kökeninde de içerilen yolu söyleşerek kat etmenin, asli niteliklerinden biri olduğu bir metin var karşımızda; ancak bu metin ilerlerken yoldan sapıyor, arzu nesnesinin etrafında dolaşabiliyor, güdülendiği şeyin etrafında dönenebiliyor. Düz çizgiler kadar yolun, yordamın ve metnin büklümlerine, katlarına, kıvrımlarına da özen gösteren, yöneldiği metnin -Ayhan Geçgin romanlarının- biçim ilkesini, kendi biçim ilkesiyle titreşimli kılmaya çalışan bir kitap Tehlikeli Dönüşler.
Metinlerarasılığın kötü uygulandığında iyice yavanlaşan, kaynakları ve etkileri sayıp dökmekten ibaret kalan veçhesinin yakınından bile geçmeyen Koçak, başta Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı olmak üzere Geçgin edebiyatını, Kafka’dan Orhan Kemal’e, Mösyö Klein filminden Blanchot’ya, Deleuze’den Lacan’a uzanan metinlerin ve figürlerin ilişkiler ve gerilimler ağında konumlandırıyor. Ancak bu ağ, metni etkilere maruz bırakan bir edilgenlik anlatısı olarak kurulmuyor, -Bahisleri Yükseltmek’te de başka bir minvalde gerçekleştirdiği gibi- sonradan gelenin failliği meselesine de eşitçe yer veriliyor. Bu metinler ağı; etkileşimler ve birlikte titreşimler içerisinden metinlerin dallanıp budaklandığı, kat kat açıldığı ve birbirine kıvrıldığı eleştirel bir alan doğuruyor.
O halde, Aylak Adam, kitapta Geçgin edebiyatının etkilendiği bir kök metin olarak sunulmuyor. Geçgin’in -belki de hiç okumadığı- bir metnin sorunsalını, kendi metninde nasıl barındırdığını ve aynı zamanda Geçgin’den sonra Aylak Adam’ın asli bir katmanının nasıl önümüzde açıldığını gösteriyor Koçak. Üstelik bu katmana ulaşırken biz de adım adım eleştirmeni takip ediyoruz, Aylak Adam’ın önceki eleştirmenlerinin ıskaladıklarını ve yakaladıklarını görüyoruz, yakalananlarla ancak bir noktaya kadar ilerleyebileceğimiz de gösteriliyor. Birlikte Lukacs ve Bloch’un sınıflandırmalarından yardım alıyoruz, metnin tür teorisi tarafından işaretlenen niteliklerini görür görmez de metnin türden taşan noktalarına da işaret ediliyor.
Koçak’ın yorumlama sürecini ve zanaatini okurla paylaşmasının çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Eleştirel deneyimin ara aşamalarının silinerek sonunda hükmün bildirilmesi, eleştirel prosedürlerini sergilemeden yargının nihai sonucunun ilan edilmesi şeklinde hala geçerliliğini sürdüren yazma geleneği eleştirinin demokratik imkânlarını kısıtlıyor. Bu tür durumlarda eleştirinin başarısı yargı gücü ve söyleyiş becerisinin bileşimine bağlı olabiliyor, havalı kavramları kullanarak güzelce kurulmuş bir yazı, ilişki kurduğu metinle kurduğu diyalogdan, oluşturulan arayüzlerden bağımsız olarak etkili olabiliyor. Koçak’ın metninin uzamasına yol açan ama aynı zamanda eleştirel pratiğinin aşamalarını okura açan yordamı ise hayranlık kadar itirazı barındırabilecek, ben de olduğu gibi her ikisini alacalı bir şekilde iç içe geçirecek alımlama pratiklerini mümkün kılıyor.
Tehlikeli Dönüşler’in eşlik etmeye –tabii emeksiz bir eşliğe değil- izin veren yapısı ile inceltilmiş teori ve yakın okumayı çeşitli arayüzlerle kavuşturarak oluşan terkibi, onu üniversitelerin edebiyat bölümlerinde özellikle lisansüstü derslerde tartışılmaya müsait kılıyor. Erdemleri kadar kusurlarıyla da öğretici ve ilham verici olabilecek kitabın teoriyi metinlerle nasıl ilişkilendirdiğine geçmeden önce, Türkçe edebiyatın izleksel ve biçimsel tarihinde dolaştığı patikaların öneminden söz etmek istiyorum.
Tehlikeli Dönüşler’i okurken, Ayhan Geçgin ve Behçet Çelik’in metinlerindeki baskın fiil kiplerinin metinlere dair söyledikleri (s. 95-98), Sait Faik’ten Muzaffer Burukçu’ya, Tomris Uyar’a uzanan çizgi ve kıvrımlarda Türkçe düzyazıda deneyim edebiyatının yükselişi (s. 103-107), Ayhan Geçgin’in bu edebiyattan ayrıldığı noktalar, tutunamama temasının Oğuz Atay’dan önce Kamuran Şipal ve Tahsin Yücel’de belirişi (s. 110), serbest dolaylı söylemin Türkçedeki ilk sistemli uygulayıcısının Nezihe Meriç oluşu (s. 112), Orhan Pamuk’un “hiçbir yanlış anlamaya tahammülü (gücü?) olmayan bir cümle tarzı geliştirmesi” (s. 116), Geçgin’in 80 sonrası anlatıya yaklaşıp uzaklaşma noktaları, Orhan Pamuk, Latife Tekin ve İhsan Oktay Anar’la belirli temsilcilerini bulan neo-hikâye anlatıcılığı eğilimi (s.117), Burhan Sönmez bu eğilime yaklaşırken Ayhan Geçgin edebiyatının ne deneyim edebiyatıyla ne de neo-hikâye anlatıcılığı ile sınırlandırılamayacağı (s. 118) gibi bilgiler ve iddialar da sunuluyor. Kitabın yalnızca “Roman ve Deneyim” bölümünden seçtiğim bu noktalar, Türkçe edebiyatın özellikle 1950 sonrası serüvenini bütüncül düşünmek için önemli başlangıç noktaları. Bu bilgilere bazen geçerken şöyle bir değiniliyor, bazen de Ayhan Geçgin’i Türkçe edebiyat içerisinde konumlandırmanın koordinatları oluyor bu bilgiler. Daha derinleştirilmiş araştırmalarla, tespitlerin hassasiyetleri ve sahihlikleri artırılmalı ancak yine de Koçak’ın bu tespitleri, Türkçe edebiyatın anlatı biçimleri ve söylemleri açısından kurulacak bir tarihine kıymetli malzemeler sunuyor.
Her ne kadar Koçak’ın Geçgin edebiyatını kuşatmaya çalıştığı yaklaşımlar ağı, Benjamin, Blanchot, Levinas, Lukacs, Bloch, Marx, Deleuze gibi düşünürlere kayda değer atıflar ve itirazlar barındırsa da Koçak’ın eleştirel yöntemi temelde Freud-Lacan-Žižek hattında ilerleyen bir psikanalitik kültür eleştirisi ile paralellik arz ediyor. Özellikle Lacan’ın şey, arzu, dürtü ve objet petit a kavramları Koçak’ın yaklaşımının asli öğeleri olarak işliyor. Ancak asli ve ikincil işlevleri olan bu düşünürler, bir şablon sağlayıcı olarak yer almıyorlar kitapta. Kavramlar düşünürlerin bağlamı içerisinde konumlandırılıyor. Örneğin deneyim, yaşantı, alegori gibi kavramlar Benjamin düşüncesinin tarihselliği içerisinde ele alınıyor. Düşünürün tam olarak geliştirmediği kavramların takipçilerince nasıl ihmal edildiği, formülleştirildiği, veçhelerinden yalnızca birine indirgendiği de gözler önüne seriliyor. Psikanaliz özelinde de Lacan merkezli kavramsallaştırma bazen selefi Freud, bazen haleflerinden Žižek’e giderek tarihselleştiriliyor. Kavram tarihselleştirilerek bağlamsallaştırılırken Freud’un Lacan’a etkisinden, Lacan’ın Freud’da açtığı imkâna gidiliyor; Žižek ise daha çok Lacan’da karmaşık ve muammalı olanın sadeleştirilmesinde etkili oluyor.
Tabii Koçak’ın yaptığı Geçgin’in metinlerine Lacancı bir kisve giydirmek değil. Aylak Adam ve Geçgin’in metinlerini yakından ve derinlemesine okuyarak, bazen aynı alıntıları birkaç defa kullanacak kadar metinlerde örtük ya da yarı örtük olan potansiyellere kulak kesilerek saptadığı meseleleri açıklığa kavuşturmak için, Koçak, Lacancı teorinin neden en etkin yöntem olduğunu gösteriyor, diğer düşünürleri Lacancı teoriye göre hizalandırarak, ötekilerin açmazlarına ve Lacan’ın imkânlarına iaşret ediyor kitap boyunca.Tehlikeli Dönüşler’in merkezi kavramı olan şeyin (das Ding) kitapta nasıl belirdiğine baktığımızda Koçak’ın işleyişinin inceliğini görebiliriz. Şey, ilk olarak Geçgin edebiyatının değişik örneklerinde atıfta bulunulan bir şey olarak karşımıza çıkıyor. Metinlerde beliren şeyin topografyası betimlendikten sonra Geçgin’in şeyi ile Lacancı şey arasında bir arayüz oluşturuluyor ve Lacancı şey’in metni nasıl kuşatıp kat ettiği kitabın sonuna kadar gösterilmeye devam ediliyor. Lacancı şey “VII. Seminerde özneyi çeken ama fazla yaklaşılmaması gereken şey olarak tanımlanır: ‘Das Ding, benim gösterilenin-ötesi dediğimdir. Özne de bu gösterilenin-ötesi’nin ve onunla duygusal bir ilişkinin işlevi olarak mesafesini korur.’ Bu mesafe koruma zorunluluğu, fazla yaklaşılmayacak nesnenin çevresinde daimi bir dönüşe yol açar” (s.142). Koçak, Geçgin’de deneyimin, şehrin, sermayenin, emeğin, bedenin, doğanın, hortlağın, taşınmaz sorumluluğun, felaketin, ödenemez borçluluğun, yazının ve aşkın izlerini takip ederken şey kavramı da Geçgin’in ve Koçak’ın söylemini kat edecektir.
Bir başka psikanalitik temel kavram da dürtüdür. Koçak’ın kitap boyunca icra ettiğine benzer şekilde dürtünün Geçgin’de asliliği çeşitli dolayımlarla gösterilir. Önce Atılgan’ın Aylak’ı ile Geçgin’in kişileri arzu ve dürtü ayrımı üzerinden ayrıştırılır. Sonrasında arzu anlatılarının bolluğu karşısında dürtünün edebî temsillerinin azlığından söz edilir. Zola’nın bu noktadaki önemi gösterildikten sonra yakın dönem edebiyatında dürtünün yükselişi Barış Bıçakçı’nın Sinek Isırıklarının Müellifi üzerinden örneklendirilir. Kitabın son bölümü “Tehlikesiz Dönüşler”de ise dürtü Žižek dolayımıyla kavramsallaştırılır ve Geçgin’de şey ile dürtünün bağı açığa çıkarılır. Dürtünün hedefi çevresinde dolandığı nesnedir, ancak amacı o nesneyi elde etmek değil çevresinde sonsuzca dolaşmaktır. Žižek’ten alıntıyla: “Bir dürtü, nesnesi Şey’in ikamesi olduğu için tatmin sağlıyor değildir; dürtü bir bakıma, başarısızlığı zafere çevirdiği için tatmin sağlar – dürtüde tam da hedefe ulaşmadaki başarısızlık, bu başarısızlığın tekrarlanması, nesnenin çevresindeki sonsuz döngü, başlı başına bir tatmin sağlar” (s. 364). Böylelikle şehrin, felaketin, öznenin, metnin etrafında dolaşmalar, yanından yöresinden sapmalar, iç içe geçmiş büklümler; dürtü-şey ilişkisinin türlü tecellileriyle bağlantılandırılmış olur.
Nüanslarını tamamen sahnelemeye bu kısa yazının yetemediği, okuru hayran bırakan, neşelendiren, etrafında döndüren -ana ekseninde Lacan’ın yer aldığı- bu Geçgin okumasının, bana göre zaafı da burada: Koçak, kendisinin Lacancı okumasının kuşatıcılığını ve metinle diyalogunun geniş ufkunu göstermeye çalışırken diğer okumaları –maalesef metnin çoğu kısmında gösterdiği özeni azaltarak- dışlıyor. Geçgin’in ilişkilendiğini Koçak’ın da kabul ettiği Levinas ve Blanchot’un yüz ve felaket kavramlarını, Žižek'le birlikte, başkasının yüzünün özneyi celp etmesi fikrinin yüzleşmenin zorluğu ve korkunçluğunu silmesi üzerinden eleştiren Koçak, Žižek’in çağırdığı Freud-Levinas terkibine razı olmuyor. Levinas’çı yüzü Freud-Lacan’cı şeyin dehşetengizliği fikriyle birlikte düşünmenin imkânlarına “’sentez’ çabası çoğu zaman tatsız, yavan sonuçlar verir, iki tarafında en güçlü önermelerini bulandırır” (s. 302) diyerek karşı çıkıyor. Tabii eleştirmenin nasıl bir eleştirel terkip ve yordam kuracağı onun tasarrufunda. Ancak ya Geçgin’de böyle bir terkip varsa? Levinas-psikanaliz hattı gerilimle yüklü olarak Geçgin’in metinlerini kat ediyorsa? Soruların cevabını burada vermek zor ama Lacan’ın sahneye girişini hazırlamak için Levinas kolayca köşeye çekiliyor gibidir.
Ancak Koçak’ın asıl itirazları Geçgin’in Deleuzecü bir perspektifle okunmasınadır. Levinas, Blanchot ve Deleuze psikanalitik ve/ya psikolojik terminolojiye pek gönül indirmeyen düşünürlerdir ancak Deleuze, diğerlerine göre çok daha açıktan hem Freudçu hem de Lacancı formuyla psikanaliz karşıtıdır. Koçak da “Roman ve Deneyim” bölümünün “Bir ‘Deleuze’ Arası” kısmından itibaren kitabın sonuna kadar Deleuze ile uğraşır. Geçgin edebiyatını kat eden arzu temsilinin sıklıkla Deleuzecü arzu kavrayışından beslendiğini ya da bu anlayışla birlikte tireştiğini söyler Koçak ama ona göre Deleuzecü arzu “çok daha nezih, ferah, uçucu ve meleksi, maddesiz ve yüksüz, çünkü sekssiz bir arzu[dur]” (s. 131). Geçgin’in Deleuze’cü temsillerinden birinde arzu problemsizce ve sonsuzca ürer, “hiç tıkanmanın” olmadığı, “engelle doğurganlığın ilişkisi”nin unutulduğu bir arzudur bu: “Arzunun öznesi yoktur: o arzuyla ortaya çıkan, kendisi de bir tıkanma veya kesilmenin ürünü olan arzunun engellenmesiyle doğan bir özne yoktur” (s. 132). Deleuze böyle bir arzudan ibaret olsa da Geçgin buna indirgenemez Koçak’a göre. Geçgin’in “en kolay atlat[tığı] etkilenme” olduğu için Gençlik Düşü’nde Deleuze’ün adı kolaylıkla geçebilmektedir Koçak’ın yaklaşımında.
Koçak’ın Deleuze’ü bir nevi new-age düşünürü gibidir; ketlenmeleri, engellenmeleri, kesintileri, çatlakları o kadar önemsemeyen yaşamı olumlamayı en temel ilke bilen “şakrak” bir Deleuze, felç oluşlarla, mıhlanmalarla, kalakalmalarla değil de kamaşmalarla ilgili özne-karşıtı biri. ‘Kaçış’ kavramı Geçgin’de Deleuze’den “çok daha bulanık, sıkıntılı bir içeriğe” (s. 159-160) sahiptir. Maçka parkı “lirik (‘Deleuze’gil’) kamaşmalar” (s. 184) üretir. Bir başka sahne “Deleuze’cü tınılı”dır, “Deleuze/Negri gölgesi (“çokluk”)” (s. 234) düşer metne. “Deleuzecü/Spinozacı bir arzu fikri, engelsiz ve üretken bir arzu fikri, başından beri sızmıştır bu kitaplara” (s. 293). Arzunun üreticiliğinin karşısında buyruğun özneleştiriciliğinin farkında olmayan Deleuze’le akraba olabilecek bazı Geçgin ifadeleri “‘Deleuze’gil’ börtü böcek göndermeleri[dir]” (s. 294). Kitabın son bölümünde neredeyse Pollyannalaşmış bir Deleuze çıkar karşımıza: “zıtlık ya da sınır tanımayan, bütün alternatifleri sevgiyle kucaklayan Deleuzecü kamaşma” (s. 359).
Şüphesiz Koçak’ın Deleuzecü olmak gibi bir sorumluluğu ve zorunluluğu yok. Ancak anlaşılan Ayhan Geçgin edebiyatı için Deleuze düşüncesi önemli bir kaynak. Geçgin, Deleuze’ün ya da bir başka düşünürün sadık takipçisi olmadan da “bir roman gibi felsefe yapmaya” girişmiş olabilir. Ancak derecesi ne olursa olsun, Koçak’ın da bir kısmını gösterdiği gibi, Geçgin edebiyatı Deleuzecü anlarla dolu. Üstelik bu anlar, kamaşmalardan, yaşamı olumlamalardan ibaret de değil. Deleuze’ün bazı popülerleştirilmiş yorumları ondaki direniş potansiyelini silip ondan “şen şakrak” bir filozof üretmeye çalışıyor olabilir ancak Ulus Baker’in metinleri, en son olarak da Zafer Aracagök’ün Kavramsız Negativite: Adorno+Hayat+Deleuze kitabı (Sub, 2017) Deleuze’ün bundan ibaret olmadığının Türkçedeki yakın dönem örnekleri. Koçak, bu Deleuze karşısında da Lacan’ı yeğ tutabilir ancak Deleuzecü gölge Koçak’ın söyleminde bile dolaşmaktadır. Tehlikeli Dönüşler’in en çok kullandığı kelime öbeklerinden biri bükmek-kıvırmak-burmak’tır. Deleuze’ün Kıvrım kitabı ise –adı üstünde- tam da bu öbeğin Leibniz ve Barok üzerinden sanatta, bilimde, felsefede, doğada görünümlerini kat ederek ilerler. Koçak’ın mutlak bir özne karşıtı olarak nitelediği Deleuze’ün Foucault kitabının (Norgunk, 2013) özellikle de “Katlamalar veya Düşüncenin İçerisi (Özneleşme)” bölümü kıvrımı, özneleşme bölgesi olarak düşünür ve öznelliğin katlarının kompleks hareketini kavramaya çalışır.
Koçak’ın da Geçgin’de rolüne işaret ettiği “çatlak” kavramı kitapta Lacancı özneleşme teorisiyle birlikte okunur. Ancak Deleuze’ün Anlamın Mantığı kitabının (Norgunk, 2015) “Porselen ve Volkan” bölümü de çatlak kavramı üzerinden ilerleyerek öz-yıkım ve öz-yaratım süreçlerine dairdir. Üstelik Koçak’ın dürtü kavramını tartışırken önemini belirttiği Zola hakkında Deleuze’ün kitabının “Zola ve Çatlak” bölümünde de kolaylıkla Koçak’la diyalog kurabilecek bir tartışma vardır.
Bir başka temas da yüz meselesinde kurulabilirdi. Koçak, Geçgin’in Levinas ve Blanchot’nun yüz kavrayışlarından yola çıkan ama onların kavrayışlarını aşan yanına işaret ederken yine Geçgin’in kendi ifadesi olan “yüzün kenarındaki yüz” meselesini bir alt bölümde tartışır. Yüzün mutlaklığını sarsan, dehşetengizliğini de içeren bu Geçginci konumu açımlarken, Koçak, Francis Bacon’ın resimleriyle Geçgin’in ifadesinin akrabalığına değinir. Yine Deleuze’ün Francis Bacon üzerine yazdığı Duyumsamanın Mantığı’na bakılırsa Geçgin’in hiçbir bütünlüğe indirgenemeyecek, bir çeşit geçide dönüşmüş yüzünün Bacon imgeleri ve Deleuze düşüncesiyle (özellikle de yüzsellik kavramıyla) daha sıkı bağları keşfedilebilirdi.
Göstermeye çalıştığım gibi Koçak’ın Geçgin’in kendi ifadelerinden türettiği çatlak ve yüz kavramları, Koçak’ın düşündüğünden daha fazla Deleuzecü tınılar içerebilir, hatta bu tınılar Koçak’ın bükmelerinden, kıvrımlarında, sapmalarından da gelebilir. Deleuze, Koçak’ın zannettiğinden daha az Pollyanna’cı, daha az new-age olabilir. Deleuze’ün börtü böcekleri Geçgin edebiyatının pürtüklü yüzlerinde dolaşıyor olabilir. Nitekim Geçgin’in geçen yıl çıkan ve Tehlikeli Dönüşler’de ele alınmayan romanı Uzun Yürüyüş’te özellikle minör-oluş, hayvan-oluş ve kaçış çizgisi kavramları üzerinden Geçgin’in Deleuzecülüğü kendini sezdirmektedir. Zira Nurdan Gürbilek, Express’in Yaz 2016 sayısındaki “Uzun Yürüyüş, Eksik Halk” yazısında Kenarda’dan Uzun Yürüyüş’e kıvrılarak uzanan çizginin Deleuze’le diyalogunun bazı imkânlarına değinmişti. Koçak’ın metni, Deleuzecü bir perspektifi benimsemediği için değil, Geçgin’e sirayet etmiş olan Deleuzecülüğü hafife aldığı, Deleuze’ü kolaylıkla indirgediği, devre dışı bıraktığı için eksik kalıyor bana göre. Deleuze ve Lacan arasındaki karşıtlık/husumet, Geçgin’de yürürlükte olan Deleuze-Lacan gerilimini daha derinlemesine ve incelikle keşfetmemize engel oluyor gibi. O zaman bu keşif de Koçak’ın hayranlık verici analizinin etkisi altında kalanların, benim ve diğerlerinin borcu olsun. Lacan ve Deleuze’ün arasındaki şeye başka bir bakış Ayhan Geçgin’e ve edebiyata dair yeni imkânları arasın. Koçak’ın sayesinde, yanında, karşısında.
Tehlikeli Dönüşler’in açtığı eleştirel alan, burada tartıştığımı kat-be-kat aşıyor tabii; metnin tartışmasını sonlandırmak mümkün değil ama bu yazıyı bitirirken Metis Yayınları’ndan da bir temennimiz olsun: Tehlikeli Dönüşler’e eklenebilecek kavramlar ve kişiler dizini metni farklı noktalardan başlayarak değişik güzergâhlarda okumamızı daha kolay mümkün kılabilirdi. Metnin katmanları dizinle daha güzel takip edilebilirdi.