Anita Sezgener’de şiir yasın aşılması, travmatik anıların insanı esir edici ağından kaçışın özgürleştirici, diriltici mekânına dönüşür. Şair personasının gerçeklikle kurduğu ilişki, Benjamin’in hayatının kurgusu içinden izlenebilir
22 Haziran 2017 13:50
imkânsız ortopedi bu. bir enkazın.
bir duvar bizonunu romantik suda yıkaması.
Tikkun Olam Walter Benjamin Şiirleri, Anita Sezgener’in Nod Yayınları'ndan çıkan son kitabı. Kabala mistisizmini adıyla hemen anımsatan kitap, yanına Walter Benjamin’i alarak mesihyen, mistik alanın ötesine geçmeye niyetli olduğunu okura baştan hissettiriyor. Elbette Anita Sezgener adını ilk kez duymayanlar, şiir yoluyla dünyanın bir söküm işlemine tabi tutulacağını da çoktan sezerler. Kitap, eskimişliğini ve çöküşünü kaos ve şiddetle insanlara unutturmaya çalışan dünyanın ve güçlerinin sökümünü, şiirin varlık alanının içinde ve onun neliğini de sorgulatır biçimde gerçekleştirir. Yol boyunca melankoli vardır ve şiirlerle dünya fikrinin sorgulanması kimi zaman tarih dışı alana okuru çekerek, kimileyin de tarihin içindeki özne oluşun sorgulamalarıyla yapılır: gecikmediniz. kayıp taşı bir diğeriyle eşleştirdiniz./sonrası çizikti zaten. kronolojik tarih yoktur evlerin sökümüyse./ toplumsal çocukluğun temini için. alt geçitler. bulunamayan/ sokaklar. yuvarlak köşeli zarflar rüyada./ ontogeni ile filogeni arasındaki bağda. yarım bir hırsla Fama./ ve onun dişleri. yerin kızıyken etrafı sarılan binalar. hep/ geciktiniz. kayıp taşı yerden kaldırmaya.
Anita Sezgener şiiri entelektüel alanın kavramlarıyla kendini kuran bir şiir. Şair, o kavramları düşünün alanından imgeselin alanına çekerken, kendine özgü damıtma işlemlerine tabi tutar dili. Öyle ki, felsefenin alanından taşınan kavramlar, dizgeler, düşünüşler şiirin mekânında dilin incelikleri, kırılma noktaları ve uç boylarıyla yepyeni bir bellek kurma olanağına dönüşürler. Şiirin verili tarihsel söylemin dışına belleği çıkarma ve onu yeniden hatırlama-unutma salınımlarıyla kurma arzusu, Sezgener’in çoğu şiirinde mevcutsa da bu kitapta kaçınılmaz olarak bunun görünürlüğü artmıştır.
Elbette bu entelektüel oluştan kasıtla Sezgener’in bir düşünce şiiri yazdığını söylemek istemiyoruz. Daha çok düşüncelerden beslenen, düşünceyi imgeselin alanına çeken ve başka bir dile çeviren şiirler bunlar. Düşünceyi imajlarla aktarmak değildir ama niyeti, imajlarla dünyayı düşünmeye çalışır bu şiir. Yeryüzünün hakikatiyle, dünyanın, tarihsel olanın hakikatinin sorgulamasının bir dünya fikri üzerinden topografyasını oluşturma çabasıdır bu, daha çok. Benjamin gibi, mekân ve bellek ilişkisi üzerinden yaratıcılığının ve okumasının sınırlarını genişleten birinin bu şiirin odak nesnesi olması, bu nedenle aslında hiç şaşırtıcı değildir. Benjamin, odak nesne olduğu gibi bir aracıdır da aynı zamanda. Şair personasının kendini Benjamin’in biyografik izlerini takip ederek kurduğunu ve dışavurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çift sesli bir kurgudur Benjamin Şiirleri. Alttaki sesi silerek değil, koruyarak ilerler Sezgener. Dolayısıyla Benjamin’in melankolik flanörlüğünü bir flanöz olarak yeniden örer.
Bellek, hatırlama, unutuş; geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki örüntü, bu şiirlerde tarih dışının mitik alanından mesihyen bir bekleyişin sabırlı kabulüne ince ipler bırakır. Kaosun mekânı, labirentin çıkışsız köşelerinde pinekleyen için Ariadne’nin ipi’dir bu, ihanet çoğaltan insanlık hâli… Ancak söz orada durmaz ve bakış orada kalmaz. Tarihsel bir hesaplaşmanın alanına da açılır şiirler.
Benjamin’in travmatik belleği, melankolik ruhu... “Bir vahşete tanıklık etmek onu gerçek anlamda kavramamıza izin vermez; ancak gecikmiş bir anlamlandırma çabasına işaret edebilir.” ( Chathy Caruth) Bu çaba, belleğin yazınsallaştırılma süreçlerinde direnç söylemleri oluşturur. Travmatik anılar düz bir çizgide ilerleyen bir öykü bırakmaz bize. Parçalı, kesintilidir, tutarsızlıklar içerir. Tanık ya da travmatik özne, yaşadığı topluma kendini ait hissetmeyen bir sürgündür. Bu sürgünlükte, hatıraların bellekte su yüzüne çıkması, hatırlama, bilinçli bir süreçtir. Benjamin metinleri kimi zaman dünyanın tarihsel hikâyesini böyle kurmayı dener. Sezgener de bunu bu şiirlerde dener. Bu Benjamin Şiirleri’nin böyle bir direnç alanı oluşturma güçleri var.
Tikkun Olam mistik hırkasından sıyrıldığında, bize der ki: Çürümüşlüğün, kötülüğün sarhoşluğuyla bat dünya; ya da iyiliği eşit ve adil bir yoldan yeniden inşa et.
Sezgener’in bu şiirlerindeki tanıklık deneyimlerinin aktarımı katmanlıdır. Benjamin başkalarının felaketine tanıklık etmiştir, aynı zamanda kendisi de felaketin travmatik öznesidir. Sezgener’in şiirlerindeki personaysa tanıklığın kendisine tanıklık eden, bunu sorgulayandır. Tanıklığın imkânsızlığı düşünüldüğünde, bunun bir anlatı formuna dönüştürülmesinin zorluğu da ortaya çıkacaktır. bir Rönesans madalyonunda saçı çekilen biri gibi./ iki damla kansı. Medusa’dan olma./ ancak bağışlanmayı dileyen bağışlanabilir. Edebiyatla bellek arasında kurulmaya çalışılan bu ilişki kendini duraksamalara, sessizliğe, boşluklara bırakır sık sık. Şair bu şiirleri bu boşluklar, esler, duraklarla kurmuştur. Bu şiirler içeriğin biçim olduğunu, biçimin içeriği ürettiğini bilerek kurulmuştur. Üst üstte binmiş travmaların ve tutulmamış yasın şiiridir Tikkun Olam. O nedenle geçmişin ve şimdinin imajları özel bir montajla bumerang gibi birbirlerine fırlatılırlar.
Cixous “Medusa’nın Gülüşü”nde ( Le Rire de la Meduse)1 otoritenin, gücün, sansürün sorgulayıcısı zihinsel bir yolculuğun ve yaşam güçlerinin ölüm güçlerine dille meydan okumasından söz eder, iktidarın yüzyıllar boyunca farklı biçimlerde ortaya çıkan mutlak yıkıcı gücü ile mücadele ederken. Mutlak yıkıcı güçlerin travmasının içe yerleştirdiği ve geçmeyen korku, yas ve hüzün ancak yüzü yaşama dönük yaratıcı bir eylemle aşılabilir. Korku- acı- sessizliğin ruhu felç etmesinden öfke- haz- söz ile yani yaratma eylemiyle sakınılır. kadınların uluorta yas tutması. Antik Yunan’da site/ düzenini tehdit edermiş. burada yas yok. bu sınırda./kendini bir kaybeden de. /mezarsız ölüm yaşsız ölüm müdür Benjamin?/ ev tanrılarındaki ısrarına bakılırsa!/ canını sıkan o değil. güç ilişkileri. orada ses ele geçirilirse./ olacağı. senin sesin yerin suyu. hem de deniz kestanesi./ her okyanusta.
Anita Sezgener’de şiir yasın aşılması, travmatik anıların insanı esir edici ağından kaçışın özgürleştirici, diriltici mekânına dönüşür. Şair personasının gerçeklikle kurduğu ilişki Benjamin’in hayatının kurgusu içinden izlenebilir. “Tek Yön,” “Pasajlar,” “Son Bakışta Aşk,” “Sontag’ın Saturn Yıldızı” denemesi… bu şiirlerle ve Benjamin’le daha hakikatli ve derin bir ilişki kurmanın anahtarları gibi durur. Damıtılmış dil, seyreltilmiş imajlar ve kurgu söyleyişte rastlantısallığa hemen hiç kapı aralanmadığını açıkça gösterir. İçeride Benjamin ne kadar kendiliğinden, dağınık ve rastlantısal bir hakikat yolculuğu sürmüş görünürse, Sezgener bu hayattan çıkardığı haritanın sınırlarına o denli inceden inceye bağlıdır. Bu dağınıklığın düzeni de söyleyişin tonuna anlamı çoğaltmak üzere bilinçle eklenmiş görünmektedir.
Tutulamamış yasın, nihayetsiz melankolinin kopuk ve yavaş ve sisli imajlarıdır gördüklerimiz. İyilikten ve kötülükten söz açılan yerler Benjamin’in yanına ister istemez Levinas’ı çağırır. Tanık olmak, öteki olmak; bu dünyada ve bu dünyaya sürgün olmak… Elbette kurtuluşçu bir mistikliğin içinden tartışmaya çağırmaz şair bizi. Ancak ruh üşümesinin ve sürgünlüğün son bulacağı başlangıç yerini mimler okur için. Hayaletin geri gelmesi, bastırılanın konuşabilmesi, yasın başlaması… yüzleşmenin gerçekleşmesi… Tikkun Olam mistik hırkasından sıyrıldığında, bize der ki: Çürümüşlüğün, kötülüğün sarhoşluğuyla bat dünya; ya da iyiliği eşit ve adil bir yoldan yeniden inşa et. ak göğüslü. tanrı dünyadan çekildi mi./ Lütfen onarım işi. insana düşer./ yine düşerek şefkati tikkun olam. Hangisine daha yakınız, tarih yaz/p/ıcılar? toplanmak. doğayı tamamlayıcı yapan. iki büklüm/ insan genetiği. küçücük bir güçlenmeyse esintisinden./ bir yıkıntının. neden düz yürüsün insan. insan harabe.
Benjamin’de anlamak, o şeyin haritasını çıkarmak ve onda nasıl kaybolacağını bilmektir. Dolayısıyla Benjamin Şiirleri’ni biraz da buradan anlamak gerekmektedir.
Geçmişteki şimdinin sesini arayıştır bu şiirler; anakronik bir sıçrama tarihten bellek denizine, zamandan uzama. uzak gerçeklikleri birleştirip. sınırların kaybolduğu bir/ çalılıkta. an hafızayı uzamlaştırmıştır artık. Böyle biter saturn yıldızı altında anagramatik şiiri. Bir biyografi değildir izi sürülen, Benjamin bir bellek anlatısına dönüştürülmüştür. Sontag’ın denemesinin izleri doğrudan başlıktaki atıfla burada somut yerini bulur, ancak bu bellek anlatısı, bu topografi oluşturma çabası, şiirlere bırakılan şifreler çözüldükçe, hem Benjamin’in yaşamının hem bu denemenin yeniden yazımına da dönüşür. Sontag denemesinin bir yerinde Benjamin’den şöyle söz eder: “ Benjamin, geçmişinden hatırlamak için seçtiği her şeyin geleceğin bir habercisi olduğunu düşünür, çünkü belleğin işi (onun deyişiyle insanın kendisini sondan başa doğru okuması) zamanı çöküşe uğratır. Anıların kronolojik bir sıralaması yoktur; Benjamin otobiyografiyi reddeder çünkü zaman önemsizdir. Berlin Günlüğü’nde Benjamin, ‘Otobiyografinin işi, zamanladır; art ardalıkta ve yaşamı sürekli bir akış hâline getiren şeylerdedir.’ diye yazar. ‘Oysa ben burada uzamdan, anlardan ve süreksizlikten söz ediyorum.’ der.(…) Benjamin, geçmişini yeniden kazanmaya değil anlamaya çalışıyordur: Geçmişin uzamsal biçimleri, uyarıcı yapıları içinde yoğunlaştırmaya.”
Benjamin’de anlamak, o şeyin haritasını çıkarmak ve onda nasıl kaybolacağını bilmektir. Dolayısıyla Benjamin Şiirleri’ni biraz da buradan anlamak gerekmektedir. Şairin izini takip etmek, Benjamin’in topografyasını, açık ve sonsuz bir uzama dönüştürdüğü dünyayı keşfetmek demekse, şairin göze aldığı gibi Benjamin ve dünya labirentinde kaybolmayı da göze almak demektir. Tıpkı Benjamin’in yaptığı gibi, şairin bu hayattan seçtikleriyle, Benjamin üzerinden şairin evrenine bakmayı içerir bu okuma. Benjamin’e yeniden bakış, aynı zamanda geçmişteki şimdiden, yaşadığımız ana sıçrayışla şair personasının şimdisine ve onun topografyasına bakışı ve bunu anlama çabasını da içerir. Okurun kendi evrenine bakmaya çağrılması da buna dâhildir.
Benjamin kitabın, içinde yürünebilir bir uzam, bir dünya olduğu iddiasındaydı. Modern yazarın yaratıcı olmaktan çok bir yıkıcı olması gerektiğinin de. Tikkun Olam üst üste binmiş iki topografyanın bellek anlatısına dönüşmüş hâlidir denilebilir. Bu kitap bir bellek mekânı olarak etik ve politik bir sorgulama çağrısı içermekte. Unuttuğumuz bir şey olarak şiirin felsefe ile yan yanalığını, kavramlarla, düşünceyle iç içeliğini de hatırlatmakta, elinizde bir harita ile bir labirentte kaybolma vaadi taşıyarak.