Toplumcu şiir açısından hakikati ele aldığımızda, bugün toplumcu saiklerle hakikat kavramını önceleyen bir şiir yazıldığını söylemek doğru olur mu?
22 Mart 2018 14:05
‘’Hakikat, kendi özerk yasalarına göre, bilenlerin hakikatinden bıkmış cahillerin
şaşkın gözleri altında cereyan eder.’’
Michel Foucault
Hakikat, nesnel gerçekliğin zihnimizdeki yansımadır dersek hakikatin, sözcüğün sözlük anlamını vermiş oluyoruz. Gerçek ise nesnel gerçeklik, var olan ve somut şeydir. Hakikat ve gerçek ayrımına ilişkin kısaca şunu söyleyebiliriz:
“Gerçek, varlığın bir özelliğidir, varoluş tarzıdır; ‘hakiki’ ya da ‘hakikat’ ise özne ile nesne arasındaki bir ilişkidir; özne ile nesne arasındaki uygunluktur, bilginin gerçeğe uygunluğudur, yani bilgiye ait bir ilintidir.”[1]
Bununla birlikte, hakikat ve gerçeği aynı düzlemde kullanmakta bir sakınca olmamakla beraber, açıklamada da görüldüğü gibi, ikisini de aynı anlamda kullanmak doğru olmayacaktır. Yine de gerçeğin de hakikatin bir parçası olması sebebiyle bu iki kavram birbirlerine yakın ve mecburen iş birliği içinde olmak durumundadırlar.
Şiir ve hakikat ilişkisi ise her çağda söz konusu edilmişse de hakikat her zaman şiirin ana konusu olmamış fakat hakikat, şiirin ve şairin yadsınamaz bir gerçeği, bir parçası olmuştur. Sanat evreninde olmasa da dünyayla ilişkisi ve daha başka sebeplerden kendisine bir yerden değecektir. Sanatçının hakikati, hakikati mesele hâline getirmesi yahut getirmemesi her iki durumda da karşı çıkacağımız bir şey değildir.
Hakikatin kendisi, doğası ve çağdan çağa değişen inşa süreçleriyle onun algılanma biçiminden kaynaklanan sorunu ise çağımıza kadar sürekli değişim göstermiş ve hâlâ da değişim göstermektedir. Kabaca bahsedecek olursak, ilk ve ortaçağ metinlerinde hakikatin daha ortak, üzerinde daha çok uzlaşılan bir yanı vardır. Daha sonra modern dönem ile birlikte hakikatin iyice kaygan bir zeminde durduğunu görmekteyiz. Modern dönemle birlikte var olan bu kaygan zemin daha sonra postmodern dönemde ise bambaşka yerlerden soruları üzerine çekecektir.
Şiirde işlenen hakikat sorunu ise bugün ilk konuşulduğu dönemden bu yana epey yol kat ederek tamamen farklı bir raddeye gelmiş durumda. Bazı dönemlerde direkt karşımıza çıkmayan, kendine başka adlar ve başka elbiseler bularak şiirin güncel sorunlarına dolaylı biçimlerde eklemlenen hakikat kavramı bir tartışma zemini olarak güncelliğini hâlen koruyor.
Bir örnek üzerinden gidecek olursak: Toplumcu şiir açısından hakikati ele aldığımızda, bugün toplumcu saiklerle hakikat kavramını önceleyen bir şiir yazıldığını söylemek doğru olur mu? Bugün, şairlerin metinlerinde toplumcu bir yan ya da bir söylem olması mümkündür ama bu çağdan bir toplumculuk devşirmek zorlama olacaktır. Toplumculuk kendini her çağda gösterebilecek ve kendine yeterli kaynağı sağlayabilecek durumdadır. Fakat kendi döneminde yazılan metinlerin 20 yıl içinde değişen bütün sosyal, siyasal değerler karşısında değişmeyeceğini söylemek yanlış olacaktır.
Yeniden hakikat meselesine dönecek olursak, rahatlıkla söyleyebilirim ki şiirde ve bütün sanat eserlerinde hakikatin, gerçekliğin yerini yaratıcılık ve sanat kaygısı almıştır. Bu yer değiştirmeden önce ise sanat kaygısının, ilkelerinin merkezinde hakikat vardı. Hakikat zaten doğası gereği hep vardı. Yaratıcılık ise elbette her dönem sanatın odağındaki asli meselelerdendi -yaratıcılık ifadesi şiir özelinde daha farklı şekillerde anlaşılabilir- fakat bugün hakikatin önüne geçtiğini söyleyebiliriz.
Meseleyi biraz somutlamaya ilişkin olarak, Saltdal (Nordland, Norveç) yakınlarındaki bir tepenin yamaçlarına kazılan Gediminas Urbonas’ın, Dört Serimleme’sine bir göz atalım. Burada yol düzeyinden 10-15 metre yüksekliğe dört adet konteyner yerleştirilmiş. Buradan geçen arabalar duruyor ve sürücüleri içlerine bakmak için 10-15 metre yüksekliğe tırmanıyorlar. İzleyenler, konteynerlerin üçünün içlerinde bazı nesneler görüyorlar ve onları inceliyorlar. Bunlardan birinin içinin ise boş olduğunu görüyorlar. Şaşıran insanlar zamanlarını en fazla boş olanın önünde geçiriyorlar. Burada hiçbir şeyin olmadığı ortada. Ama bu hiçbir şey fazlasıyla anlam arz ediyor. Bauman naklettiği bu örnekle ilgili olarak “İnsan artık biliyor ki, tıpkı dördüncü konteynerin boş olduğu gibi öteki şeyler de anlamlarını bir sergi/serimleme olmasına borçlular. Şunu da biliyorsunuz ki, eğer bunların sergilenmesi ve serimlemeler olarak düşünülmeleri eylemlerini unutursanız bunların anlamlarına nüfuz edemeyeceksiniz… Yani hakikatin ontolojisi ile insani güdü ve iradenin ontolojisi birbirlerine göz kırpıyor, birbirlerini kucaklıyor ve bu kucaklaşmada hiçbiri kendisini güvende hissetmiyor…’’[2]der. Devamında da postmodern sanatı, ‘’anlamı ve anlam sanatlarına açılan kapıyı ağzına kadar açmak’’ olarak ifade eder. Bauman’ın örneği ile gördüğümüz ve son olarak söylediği, sanırım postmodern sanata en uygun ifadedir.
Şiir tarihimize dair daha somut örnekler üzerinden gidecek olursak şiirde hakikat sorunu direkt hakikat kavramı üzerinden konuşulmasa da şiirin hakikati bağlamında ‘’saf şiir’,’ ‘’sahih şiir’’ veya ‘’gerçeklik’’ meseleleri ile 80’li yıllarda -Birinci ve İkinci Yeni'den bahsetmememin sebebi konuyu daha çok bugünden almamdan kaynaklanıyor- üzerinde epey durulmuş, konuşulmuş bir konudur.
Yine o dönem yukarda adlarını verdiğim şiir formları denenmiş, yazılmış hatta üzerine antoloji hazırlanmıştır. 90’lı yıllarda 80’li yılların esintisi hissedilen daha durağan bir durum söz konusu ise de 2000’li yıllara gelindiğinde yeni yaklaşımlar ortaya çıkmış, bu eksende tartışmalar tekrar alevlenmiş ve başka bir düzleme taşınmıştır. 2000’li yıllarda postmodernizmin de etkisiyle sanatta, sanatçıda kuramın kendisinden doğan -öznede, nesnede ve her alanda- parçalı bir durum söz konusudur. Eskiyi terk etme hatta reddetme girişimi, yeni denemeler ve deneysel eğilimlerle her şeyin denendiği bir dönemdir karşımıza çıkan. Bu alevlenme somut anlamda 2000’li yıllarda olmuş ve dönemin şairleri hakikati-gerçeği dönüştürme çabasına girmiştir. Bunu dönüştürme olarak ya da kendisine yeni bir hakikat edinme olarak ifade edebiliriz. -Hakikati yok saymak söz konusu değildir, çünkü öyle ya da böyle bütün disiplinler hakikati kabul eder- Öznenin gerçekle ilişkisinin göreceli hale geldiği ve parçalı durumlarının söz konusu olduğu bir durumda şiire sirayet eden bu parçalılık mutlak ve değişmez olanla ilişkilenmek yerine gerçekliğin değişen göreli hallerine odaklanmıştır. Bu da şiir adına başka ve yeni bir poetik tartışma ve inşa alanı açmıştır. Örneğin, ‘’somut şiir’’ denilen olay vuku bulmuş ve kendine o yıllarda olmasa da daha sonra mutlak bir yer edinmiştir. Mahiyeti bakımından gerçekliğe yakın olsa da aslında kendi içinde bambaşka dinamikleri olan bu alan 2000’li yılların soluduğu havanın ürünüdür. Yine bu dönemde şiirin önünde birçok alan açılmış, bunu reddedenler bile bundan faydalanmışlardır. Tabii, bahsettiğimiz dönem öncesinde de bu havayı soluyanlar olmuş, bu yönde ürünler ortaya koymuşlardır ama bu havanın gitgide ağırlaştığı, ağırlığını hissettirdiği, bağlama ilişkin kullanım farklılıklarının ortaya çıktığı dönem 2000’li yıllardır.
Son yıllarda hakikat meselesinin siyasal düzlemde kendine tersi yönünde bir yer bulması henüz şiirde bu tartışmaları alevlendirmese de kendine bir yer edinme gayretine girecektir. Hakikat sonrası -parçalanmış ya da yok edilmiş hakikatler çağı- çağ olarak adlandırılan bu çağın şiiri diyebileceğimiz bir şiir kendini henüz ‘’buradayım’’ diye göstermese de böyle bir şiirin hiç olmadığını ya da hiç olmayacağını söylemek yanlış olacaktır.
Şiirin yaratıcısı olarak şair ise bütün bu parçalanmışlıklar içinden bize seslenmeye devam edecek, bir yanıt amacı gütmese de tartışmalara yapıtlarıyla öyle ya da böyle yanıt verecektir.