18 Ekim 2016 21:32
15 Temmuz darbe girişiminin içindeki rolü ve ifadesiyle cunta yapılanmasının kilit isimlerinden biri olarak değerlendirilen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın emir subayı Yarbay Levent Türkkan'ın açıklamaları davanın temel dayanaklarından biri olacak. Darbe girişiminin ardından tutuklanan Yarbay Levent Türkkan'ın savcılıkta verdiği ifadedeki itirafları, Fethullah Gülen cemaati içindeki yapılanmanın 15 Temmuz’daki rolü konusundaki önemli bulgular arasında kabul ediliyor.
241 kişinin hayatını kaybettiği, 2 bin 194 kişinin de yaralandığı kanlı darbe girişimi sonrası gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan ve kayıplara karışan, cemaatin ve ‘Genelkurmay İmamı’ olduğu belirtilen ilahiyat profesörü Adil Öksüz’ün ismi de Türkkan’ın itiraflarında ortaya çıktı. Hulusi Akar ve Necdet Özel başta olmak üzere genelkurmay başkanlarının birçoğunun düzenli olarak gizlice dinlendiği bilgisi de yine Türkkan’ın ifadesinde yer alıyor.
Kamuoyuna yansıyan sorgulama tutanaklarındaki ifadesinde ‘cemaatçi’ olduğunu itiraf eden Yaver Levent Türkkan, 15 Temmuz’un öncesi ve sonrasındaki planlamaları, darbe gecesinden sabahına tüm yaşananları dakika dakika tüm ayrıntılarıyla anlattı. Emniyet’teki gözaltı sorgusunun ardından darp edildiğini gösteren fotoğrafının ortaya çıkması “işkence ile zorla ifadesi alındı” yorumlarına da yol açan Türkkan, savcılıkta verdiği ifadede “Kendi isteğimle duyduğum pişmanlık üzerine bu belgeyi, itirafları yazdım” diyor. Türkkan, 15 Temmuz’a kadar “Allah rızası için çalıştıklarını düşündüğü” cemaati, artık “cani ruhlu kişilerden oluşan bir yapı olarak gördüğünü” söylüyor.
Darbe girişiminin, “15 Temmuz’dan 1 gün önce kendisine bildirildiğini” söyleyen Türkkan, cuntacıların Hulusi Akar’ı ikna edebileceklerini düşündüklerini ve bu nedenle darbe sonrası görevlendirme listesinde Genelkurmay Başkanı isminin boş bırakılmış olabileceğini belirtiyor:
“Bize söylenene göre Hulusi Akar darbe faaliyetinin başına geçmeyi kabul ederse, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Akın Öztürk olacaktı. Gece yarısı 03.00'te faaliyet başlayacağı için saat 02.30'da Genelkurmay Başkanı’nın konutunda buluşacağımızı kararlaştırdık.”
Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, 15 Temmuz’un merkezi olarak kabul edilen Akıncı Üssü’nün eski adı ‘Mürted’den yola çıkarak Doğan Kitap’ta ‘Kod adı Mürted' adıyla yayımlanan kitabında darbe girişimiyle ilgili bazı tanıklıklar, ifadeler ve belgeleri derledi. Kitapta, itirafçı Yaver Levent Türkkan’ın ifadesinin tam metnine de yer verildi.
Türkkan, ifadesinde, “kamu alımına ilişkin sınav sorularının çalındığı” iddiasını da doğrulayan bazı itiraflarda bulundu. 1989 yılında Işıklar Askeri Lisesi'nin sınavlarına girdiğini söyleyen Türkkan, sınav sorularının nasıl kendisine verildiğini şöyle anlatıyor:
“Sınavı kendi bilgilerimle kazanacağımdan emindim, cemaatteki abilerim de emindi. Fakat yine de bana sınav olmadan önceki gece yarısı getirip soruları verdiler. Soruları Serdar abi getirmişti. Elinde bilgisayar çıktısı şeklinde sorular vardı. Şıkların üzerine cevaplar işaretlenmişti. Zaten bildiğim şeylerdi. Okudum, ezberledim. Bursa merkezde bir cemaat evinde bana bu soruları verdiler. Soruları benden başkalarına da verdiklerini değerlendiriyorum.”
Genelkurmay Başkanı Akar'ın tutuklanan cuntacı yaveri
Yarbay Türkkan'ın ifadesinin tam metni şöyle:
Bana gösterdiğiniz el yazısını kendim yazdım, altını da imzaladım. Bu beleyi yazarken sorguma başlanmamıştı. Kendi isteğimle duyduğum pişmanlık üzerine bu belgeyi, itirafları yazdım. Mümkünse etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istiyorum. İşin hukuki boyutu bu aşamada beni çok da ilgilendirmiyor. Ben bu itirafları kendimi rahatlatmak için yapıyorum.
Ben paralel yapı üyesiyim. Fethullah Gülen’ciyim. Bu cemaate yıllarca gönüllü olarak hizmet ettim. Bugüne kadar cemaatte abilerime itaat ettim. Onlar tarafından verilen emirlere bugüne kadar harfiyen riayet ettim. En son bu tarih itibariyle irtibat halinde olduğum abilerim Murat, Selahattin ve Adil kod adlı şahıslardır. Bunlardan Murat'ın evini biliyorum. Konya yolu civarındadır, gösterebilirim. Diğerlerinin ve tamamının ne iş yaptıklarını ayrıca adres ve açık kimlik bilgilerini bilmiyorum. Bu abilerle Murat'ın evinde ayda bir ya da iki ayda bir rutin görüşmelerimi yapıyordum. Ben bugüne kadar Fetullah Gülen cemaatinin vatan haini olduğuna hiçbir zaman inanmamıştım. Sadece onların Allah rızası için çalıştıklarını düşünüyordum. Ancak darbe teşebbüsü ve sonrasında ne olduklarını anladım. Bu yapı ve bu yapıya mensup olanlar için vatan haini tabiri az gelir. Artık biliyorum ki bu yapı mensupları cani ruhlu kişilerdir. Fetullah Gülen'i bizzat hiç görmedim ancak söylediklerim onun için de geçerlidir.
Hayatımda ilk defa hür irademle konuşuyorum. Gariban, zeki bir çocuktum, bana sahip çıkıldı, o yaşlarda kanıma girildiğinin farkında değildim. Ben vatan hâini değilim. Hiçbir insan evladı kendi askerine, vatandaşına, polisine mermi sıkmaz. IŞİD’den hiçbir farkı yok. IŞİD de terör örgütü, bu da...
Ben fakir bir ailenin çocuğuyum. Bursa-Karacabey Arız köyündenim. Öz be öz Türküm. Köklerimiz ta Osmanlı’ya dayanır. Babam çok fakir bir çiftçiydi. Tarlamız, bağımız bahçemiz yoktu. Babam yevmiye karşılığı çalışırdı. 5 kardeşiz. Tek erkek benim ve en küçük de benim. Fetullah Gülen cemaatiyle ilk defa ortaokul döneminde tanıştım. O tarihlerde Bursa Cumhuriyet Lisesi Ortaokul kısmında okuyordum. İyi ve geleceği parlak bir öğrenciydim. Ortaokulda cemaatin abileriyle tanışmıştım. O tarihte Serdar, Musa kod adlı üniversite öğrencisi abiler vardı. Ben lisenin resmi pansiyonunda kalıyordum. Bu abiler pansiyona gidip geliyorlardı. Ben ve benim gibilere namaz kıldırıyorlardı. Sonra beni kendi cemaat evlerine götürmeye başladılar.
Ben 5 yaşından beri subay olmayı hayal ediyordum. Ailem de beni bu şekilde kanalize ediyordu. Benim bu idealim cemaatin ekmeğine tuz biber oldu. Benim subay olmak istememe çok memnun oldular. 1989 yılında Işıklar Askeri Lisesi'nin sınavlarına girdim. Sınavı kendi bilgilerimle kazanacağımdan emindim, cemaatteki abilerim de emindi. Fakat yine de bana sınav olmadan önceki gece yarısı getirip soruları verdiler. Soruları Serdar abi getirmişti. Elinde bilgisayar çıktısı şeklinde sorular vardı. Şıkların üzerine cevaplar işaretlenmişti. Zaten bildiğim şeylerdi. Okudum, ezberledim. Bursa merkezde bir cemaat evinde bana bu soruları verdiler. Soruları benden başkalarına da verdiklerini değerlendiriyorum. Ancak kime verdiklerini isim isim bilmiyorum. Yıllar sonra Serdar ve Musa abilerle irtibatım kalmadı. Aradan zaman geçtiği için onların kimliklerinin tespitine ilişkin bilgi de veremem. Fakat fotoğraflarını görsem tanıyabilirim. Bu şekilde askeri lise sınavlarını kazandım. Hatırladığım kadarıyla yüz küsuruncu olmuştum. Dereceye giremedim. Çünkü hatırladığım kadarıyla kasıtlı olarak soruların tamamını bana göstermemişlerdi. Yazılıdan sonra mülakata da girdim. Mülakatta cemaatin herhangi bir yardımı olmadı diye biliyorum. Benim gıyabımda bilgim dışında mülakatıma yardım edip etmediklerini de açıkçası bilemiyorum. Gülen’i Mehdi olarak görüyorlardı. Abiler, 'O bizim mehdimiz' diyorlardı. 3-4 ay himmet vermeyince, 'Hz. Ömer malının yarısını bağışladı' diye örnekler veriyorlardı. Personel şubesinde subayından astsubayına, generaline kadar paralelci olmayan yoktur.
Işıklar Askeri Lisesi'ndeyken Serdar ve Musa abilerle görüşmeye devam ettim. Ayda bir kez görüşüyorduk. Genelde hafta sonu geliyorduk, namaz kılıyorduk, sohbet ediyorduk, Fetullah Gülen'in kitaplarını okuyorduk. Abilerim bana deşifre olmamak için askeri lisede tuvalette abdest almayı ve ima ile namaz kılmayı öğretmişlerdi. İma ile namazı istediğimiz yerde kılıyorduk. Namazı zihnen düşünüp dualarını içimden okuyordum.
Herhangi bir siyasi kanala yönlendirilmedim. Şu an itibarıyla da kemikleşmiş herhangi bir siyasi görüşüm bulunmamaktadır. Genelde AKP'ye oy verdim. Sandığın başına gittiğimde oyumu o dönemin koşullarına göre kullandım. Askeri lisedeyken önce iki yıl Serdar abi, sonrasında da Musa abi benimle ilgilenmişti. Askeri lise döneminde cemaatten abilerim bana herhangi bir görev vermediler. Ben de cemaat adına herhangi bir faaliyette bulunmadım. Tek göreviniz ifşa olmamak diye öğretiyorladı.
1993 yılında askeri liseyi bitirince sınavsız doğrudan Kara Harp Okuluna kayıt yaptırdım. Dolayısıyla o tarih itibariyle Ankara’ya gelmiş oldum. Birinci sınıfta cemaatle arasında bir kopukluk oldu. Açıkçası o tarihte bir müddet ben de kendimi sorguladım. O tarihte kız arkadaşlarım vardı. Bu duruma cemaatten abiler kızıyorlardı. Belki de bu yüzden kendi isteğimle bir süre cemaatle görüşmedim. Birinci sınıfta yine Musa Abi benden sorumluydu. İkinci sınıftan itibaren Musa Abi’yle ayda bir görüşmeye başladım. 1997 yılında KHO’dan mezun olup kıtalarda çalıştım. İstanbul Tuzla Piyade Okulu. Trabzon, Diyarbakır, Kıbrıs/Lefkoşa, Kızıltepe, en son 2010 yılında Ankara olmak üzere görev yerlerim buralardır. Kıtalarda bu şekilde görev yaparken yine aylık görüşmelerimi cemaatle yapıyordum. Bulunduğum yere göre sürekli abilerim değişti. Bu değişim nasıl oluyor anlatmak isterim. Görev yaptığım yerdeki abi tayinim çıktığında, 10-15 gün sonra yeni görev yerime gelip beni yeni görev yerimdeki yenileriyle tanıştırıp devir-teslim yapıyordu. Eski abi yeni görev yerine geldiğimde telefon ile yeri veriyordu. Buluşuyorduk. Buluşma yerine yeni abi de geliyordu. Orada yeni abi ile karşılıklı telefonlarımızı alıyorduk.
Benim bağlı olduğum abilerim bildiğim kadarıyla askeri şahıs değildi. Olsaydı bilirdim. Hepsi okumuş üniversite mezunu adamlar, mesleklerini hiçbir zaman sorgulamazdık. Bize “Sormayın, işinize bakın, dersinizi okuyun” diyorlardı. Bunlara şartlandırıyorlardı. Zaten görüşmeler de çok uzun sürmüyor. Lise ve Harp Okulu’ndaki abilerimin isimlerini hatırlamıyorum. Belki de kısa süre yaptığım ve görev yerlerim sürekli değiştiği içindir. Ancak simaen görsem tanırım. Kıtalarda çalışırken Ankara’ya gelip önceden olduğu gibi Fethullah Gülen cemaati adına askeriyede herhangi bir iş, herhangi bir örgütsel faaliyette bulunmadım. Sadece abilerimin bana verdiği dersi, kitaptan okudum.
Benim kod adım Ahmet. İsmi onlar seçiyor. Çocuklarınızın isimlerini bile onlar seçiyor. Bakın, paralelcilerin çocuklarının iki ismi vardır. İsmin biri Pennsilvanya'dan gelir, diğerini kendiniz koyarsınız. 42 yıllık hayatım yalanmış. İnsanlığımdan utanıyorum. Hayatımı bina ettiğim her şey yalanmış.
Darbe girişimi olayına kadar Fethullah Gülen cemaati benim için Allah rızasını gözeten, bu asırda düzgün bir yapı görünümündeydi. Cemaat sonuçta bir abiler silsilesi olduğu için Fethullah Gülen nazarımda en büyük abiydi. Benim nezdimde Fethullah Gülen'in ilahi bir kimliği, kişiliği vardı.
2010 yılında Ankara’ya tayinim çıktı. Genelkurmay Karargâhı Destek Grup Komutanlığı’na yüzbaşı rütbesiyle atandım. Taburu S3 olarak çalıştım. Müteakibinde binbaşı olunca kantin başkanı olarak görev yaptım. Genelkurmay’daki büyük kantinin başkanıydım. 2011 yılına kadar bu görevi yaptığım tarihteki abimi de şu an ismen hatırlayamadım. Yine rutin aylık görüşmelerimi o abimle yapıyordum. Hatırladığım kadarıyla kendisi Türk Telekom’da çalışıyordu. Sonra İstanbul’a gitti. Beni Murat Abi’ye teslim etti.
2011 yılında daha önceden tanıdığım, hazırda emekli olan Şevket Cumaoğlu Albay beni Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in emir subay yardımcılığına önerdi. Kendisi Paşa’nın emir subayıydı. Bildiğim kadarıyla yapıdan değildir. Ancak paralel yapıdan olmamasına rağmen beni neden önerdiğini tahmin edebilirim. O sırada kantin başkanlığı orada önemli ve etkin bir görevdir. Kendisi benim başarılı çalışmalarımı görüp beğenmiş olabilir. Şu an kendisi emekli. Benim tahminim cemaatçi değildir. Nitekim ben onu bu konuda çok sorguladım. Soru sordum. Cemaatçi olmadığını söylediler.
Bu şekilde 2011-2015 yılları arası Genelkurmay Başkanı Necdet Özel Paşa’nın emir subay yardımcısı olarak çalıştım. Şevket Cumaoğlu Albay hep emir subayı olarak çalıştı. Paşa’nın son üç ayı albay Şevket Cumaoğlu emekli olunca emir subayı ben oldum. Ben Genelkurmay’da emir subaylığı görevine başladıktan sonra cemaat yapılanması adına bana verilen örgütsel görevleri de yerine getirmeye başladım.
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel Paşa'yı dinleme cihazıyla sürekli dinliyordum. İki boğum parmak ucu kadar 'radyo' diye tabir edilen dinleme cihazını her gün paşanın odasına herhangi bir yere koyup akşam da çıkarken alıyordum. Kendi hafızası vardı. Pili bir gün dayanıyordu. Haftada bir dolan cihazı cemaat abime götürüp veriyordum, boş olanları alıyordum. Arada sırada Genelkurmay Başkanı'nın odasına dinleme cihazı araması yapılıyordu. Doğal olarak ben bu aramaların ne zaman yapılacağını önceden bildiğim için cihazı koymuyordum. Murat Abi’den önceki ismini hatırlayamadığım Türk Telekom'da çalışan abi cihazı bana verdi. Cihazı evinde vermişti. Evi İncek tarafında Alacaatlı’daydı. Gitsem evini bulabilirim, ancak dediğim gibi tayini çıktığı için İstanbul’a taşındı. Bana dinleme cihazını verip paşanın sesini kaydetmem talimatını verdi. Bana 'Sadece bilgi amaçlı dinleyeceğiz, bir şey olmayacak' dedi. Ben de sorgulamadım, cihazı aldım. Paşanın sesini her gün kaydettim. İki, üç cihaz vardı. Haftada bir dolan cihazı cemaat abime götürüp veriyordum. Boş olanları alıyordum. Ben hiçbir zaman kaydettiğim sesleri dinlemedim. Nitekim benim o cihazları bağlayıp dinleyeceğim teçhizatım da yoktu. Arada sırada Genelkurmay Başkanının odasında dinleme cihazı araması yapılıyordu. Doğal olarak ben bu aramanın ne zaman yapılacağını bildiğim için cihazı koymuyordum. Dinleme cihazıyla ilgili herhangi bir olumsuzluk yaşamadım. Bana verilen görevi harfiyen yaptım.
Necdet Özel Paşa döneminde iki yıl Hulusi Akar Paşa, iki yıl da Yaşar Güler Paşa Genelkurmay 2. Başkanlığı görevini yürütmüşlerdi. Her ikisinin de emir subayı arkadaşım olan Binbaşı Mehmet Akkurt'tu. Mehmet Akkurt da Fetullah Gülen cemaatinin bir mensubudur. Ses kayıtlarını onunla birlikte yaptık. O da isimlerini belirttiğim Genelkurmay 2. Başkanlarının odasına dinleme cihazı yerleştiriyordu. Onun cemaat abisinin kim olduğunu bilmiyordum. Şu anda Mehmet Akkurt'un nerede olduğunu, gözaltında olup olmadığını bilmiyorum. Darbeye teşebbüs günü onun görevi Genelkurmay 2. Başkanını etkisiz hale getirmekti. Tahminen silahlı kuvvetlerde ne olup bittiğini bilmek için cemaat bu paşaları dinliyordu. Bize söylenen Yaşar Paşa cemaatçi değildi, fakat Hulusi Paşa için “Cemaati seven, sempatizan, zarar vermeyen kişi” diyorlardı.
Ben, Genelkurmay Başkanı değiştiğinde, Hulusi Akar'ın emir subayı olduğumda ses kaydı işini bıraktım. Murat abi bana emir subayı olduktan sonra 'Dinleme cihazını sen bırakmayacaksın' dedi. Birkaç ay sonra öğrendim ki aynı işi Serhat ve soyadını bilmediğim Şener isimli başçavuşlara yaptırmışlar. Serhat ve Şener başçavuşların ikisi de Hulusi Akar paşanın emir astsubaylarıydı.
Cemaatte kesin bir şekilde gizlilik ve ketumiyet vardır. Herkes kendi abisini bilir, gider dersini yapar, namazını kılar, sohbetini yapar, kendi işiyle ilgili verilen görevleri yapar, fazlasını bilmez ve sormaz. Benim şahsi kanaatim 1990'lı yıllardan bu yana sınavla okullardan gelen ve orduya alınan subayların yüzde 60-70'i cemaatçidir. Genelde cemaatçi olan subaylar kurmay subaylardır. Bu benim cemaatçi olarak tahminim. Somut bir delilim yoktur. Kesin cemaatçi olduklarını bildiğim Binbaşı Mehmet Akkurt, başçavuşlar Serhat ve Şener, Yüzbaşı Serdar Tekin, konut astsubayı başçavuş Veysel Tokmak, korumalardan Başçavuş Ömer Gürsel Çetin, Abdullah Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Özel Kalem Müdürü Ramazan Gözel, diğer özel kalem Hüseyin Hakan Öcal, Genelkurmay Başkanı Başdanışmanı Kurmay Albay Orhan Yıkılkan, Cumhurbaşkanı başyaveri Albay Ali Yazıcı, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı Muhsin Kutsi Barış, Genelkurmay 2. Başkanı eski koruması yüzbaşı Abdurrahim Aksoy, 2. Başkan Özel Kalem Müdürü Yarbay Bünyamin Tuner, onun yardımcısı binbaşı Recep, Personel Başkanlığında Şube Müdürü Albay Cemil, Korgeneral Mustafa Özsoy, Korgeneral Salih Ulusoy, Albay Muharrem Köse, personel dairesinde görevli Tuğgeneral Mehmet Partigöç adlı kişilerdir. Bunlar benim tahminime göre yüzde 99 cemaatçidir. Askerin içinde birini, diğerine abi olarak görevlendirmiyorlardı. Abilik, bizim gözümüzde cemaate bir üst görev değil, daha bilgili, kitap okuyan, dini bilgileri çok olan kişidir. Aynı zamanda görev verdiğini de gözardı etmemek gerekir. Örneğin ben, abilerin bana verdiği paşaları dinleme görevini yerine getirdim. TSK’da cemaat yapılanması yönünden bir hiyerarşi bulunmamaktadır. Cemaatçiler normal rütbelerine göre, askeri emir komuta zincirine tabidirler. Herkes abisine bağlıdır. Ben askerin içinden abi hiç görmedim, duymadım.
Ben darbe yapılacağını 14 Temmuz 2016 Perşembe günü saat 10.00-11.00 sıralarında öğrendim. Genelkurmay Başkanı Danışmanı Albay Orhan Yıkılkan sigara içmek için beni dışarıya çağırdı. Bana darbe planladıklarını, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve orgenerallerin tek tek alınacağını, sessiz sedasız işin biteceğini, işin 15 Temmuz'u 16 Temmuz'a bağlayan gece saat 03.00'te yapılacağını söyledi.
İkimiz yalnızken bu bilgileri verdi. Ayrıca bana darbenin yapılacağı gün görevimin Hulusi Akar Paşa'yı etkisiz hale getirip işi kolaylaştırmak olduğunu söyledi. Yine söylediğine göre, Hulusi Akar Paşa'yı etkisiz hale getirdikten sonra özel kuvvetler gelip alacaktı. Orhan Yıkılkan'ın bana verdiği görevi sorgulamadan kabul ettim. O gece benden sorumlu olan Murat abimin Konya yolunda Opet'in arka tarafındaki evine gittim. Bu konuyu duyunca biraz da darbe haberini alınca neler olduğunu anlamak için merak üzerine gittim. Rutin görüşmemiz yoktu. Normal zamanda abinin evine haberleşerek gideriz, gitmemiz gerekir, ancak önemli bir durum olduğu için bu defa habersiz gittim. Orada daha önceden tanıdığım Adil ve Selahattin abiler vardı ev Murat abinin olmasına rağmen o yoktu. Selahattin abi Murat abinin bir üst sorumlusu, Adil abi ise Selahattin abinin bir üst birim sorumlusu olan kişilerdir. Bana niye geldiğimi sordular. Darbeyle ilgili herhangi bir bilgi vermediler. Ben onlara 'yarın akşam bir faaliyet olacak bilginiz var mı?' diye sordum. Sorunca bana kızdılar, 'sen nerden biliyorsun, bundan kime bahsettin, sana bunu kim söyledi' dediler. Ben de Albay Orhan Yıkılkan'ın söylediğini onlara bildirdim. Orhan Yıkılkan'ı tanıyorlardı. Nereden tanıdıklarını bilmiyorum. Bana sıkı sıkı tembih ettiler. 'Bu konuyla ilgili hiç kimseye, hiçbir yerde, hiçbir şey söylemeyeceksin, olay çok gizli şekilde devam edecek, deşifre olmayacak' dediler. Bana verilen görevle ilgili herhangi bir şey söylemediler. Bu şekilde oradan ayrıldım. Başka unuttuğum için ifade etmedim, Mehmet Akkurt da benimle Murat abinin evine gelmişti. Evde Adil abi, Selahattin abi ben ve Mehmet Akkurt olmak üzere 4 kişi vardık, başka kimse yoktu. Albay Orhan Yıkılkan beni sigara içmek için çağırdığında bana görevimi söylemişti. Aynı zamanda verilen görev için benim ekibimde Yüzbaşı Serdar Tekin, Başçavuş Serhat Pahsa, Başçavuş Şener, Başçavuş Veysel Tokmak ve Başçavuş Abdullah Erdoğan’ın da olduğunu söylemiştim. Yukarıda belirttiğim gibi bunların hepsi de cemaatçidir. Ben de Albay Orhan Yıkılkan’ın bana tebliğ ettiği görevi ekibimde yer alan kişilere perşembe günü peyderpey ve teker teker aktardım. İtiraz eden olmadı. Albay Orhan Yıkılkan ayrıca Genelkurmay Başkanı’nın korumalarından Başçavuş Ömer Gürsel Çetin’in Binbaşı Mehmet Akkurt’un emrinde olacağını söylemişti.
Telefonlar geliyordu. O esnada anladım, planlayıcı 94 mezunu subaylar. Hepsi kurmaydır. İşin başında Akın Öztürk Paşa olduğunu sanmıyorum, o sadece orada bir kukla. Bu işin bir numarası yok. Bence 94’lerin konseyi. Sabaha kadar 300 cevapsız arama geldi. Orhan Yıkılkan albay abilerle görüşüyordu. Birinden emir, talimat alıyor, koordine ediyordu. Akıncı’da birileriyle görüşüyordu ama Adil Abi (firari Adil Öksüz) mi başkası mı bilmiyorum. Adil çok önemli bir adam. Genelkurmay imamı olabilir."
15 Temmuz Cuma günü öğleden sonra Albay Orhan Yıkılkan beni de aldı. Birlikte Tümgeneral Mehmet Dişli'nin odasına gittik. Yukarıda belirttiğim gibi o da cemaatçidir. Mehmet Dişli Genelkurmay Proje Yönetim Daire Başkanıdır. Odada sadece üçümüz vardık. Girer girmez darbeye ilişkin mevzuyu konuşmaya başladık. Mehmet Dişli darbe teşebbüsü başladığında ilk önce Hulusi Akar Paşa'nın odasına tek başına gideceğini, onun kabul etmesi halinde darbe faaliyetinin başına geçirileceğini bize söyledi. Bunu söylerken bize 'Genelkurmay Başkanına, (Sen Kenan Evren olacak mısın, olmayacak mısın) diye soracağım' şeklinde beyanda bulundu. Genelkurmay Başkanına darbeyi tebliğ ederken, kendisini sevdiğimizi, saydığımızı, kabul etmesi halinde darbeninin başına geçireceklerini söyleyeceğini bize bildirdi. Elinde bir not kağıdı vardı. Oraya Genelkurmay Başkanına söyleyeceklerini tek tek yazmıştı. Söylediğine göre Hulusi Akar darbe faaliyetinin başına geçmeyi kabul ederse, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Akın Öztürk olacaktı. Gece yarısı 03.00'te faaliyet başlayacağı için saat 02.30'da Genelkurmay Başkanının konutunda buluşacağımızı kararlaştırdık. Aramızdaki konuşmalara göre Hulusi Akar Paşa teklifi kabul etmezse ben ve ekibim etkisiz hale getirecektik. Bu konuda eski Özel Kalem Müdürü Ramazan Gözel ve yeni Özel Kalem Müdürü Yarbay Hakan Öcal'ın bana yardım edeceğini söylediler. Özel Kuvvetler'den gelen personel Hulusi Akar Paşa'yı alıp götürecekti. Fakat Albay Orhan Yıkılkan ve Tümgeneral Mehmet Dişli, Akar Paşa'nın teklifi kabul edeceğini düşünüyorlardı.
Anladığım kadarıyla Orhan Yıkılkan, konuya ilişkin Mehmet Dişli'den daha çok bilgi sahibiydi. Hulusi Akar Paşa'ya yapılan teklif, diğer kuvvet komutanları ve orgenerallere yapılmayacaktı. Nitekim Hulusi Akar'ın teklifi kabul edip, kuvvet komutanları ve diğer orgeneralleri darbe faaliyetinin içine çekeceğini düşünüyorlardı. Hulusi Akar, kendisine yapılan teklifi kabul etmedi. O kabul etmeyince kuvvet komutanlarını da ikna edemediler. Bu durumdan hareketle bir noktada Hulusi Akar'ın kendisine yapılan teklifi kabul etmemekle darbe girişiminin başarısızlığının yolunu açtığını söyleyebiliriz.
Genelkurmay Başkanı’nın isminin karşısına darbeden sonra atandığı görev kısmının boş bırakılması muhtemelen söylediğim nedene dayanıyordu. Ona yapacakları teklife vereceği cevap tam belli olmadığı için boş bırakmış olabilirler. Bunun haricinde bildiğim kadarıyla Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı cemaatçi değildir. Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak'ın atandığı görev kısmının neden boş bırakıldığını, Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi'nin atandığı görev kısmına "devam" ibaresinin neden yazıldığını bilemiyorum. Fakat şunu söyleyebilirim; "darbeden sonra görevine devam" diye yazılanların güvendikleri kişiler olabilir. Ancak bu kişilerin kesin bir cemaatçi olup olmadığını şu an söyleyemem. Askeri görevi yanında TRT Genel Müdürlüğü, belediye başkanlığı gibi isminin karşısında sivil görev ataması yazılanlar kesin cemaatçidir. Örneğin İlhan Talu’nun isminin karşısına ne yazıldığını bilmek isterim. Ben bu kişinin cemaatçi olup olmadığı konusunda tereddütlüydüm. Demek ki cemaatçilerin güvendiği kişidir. Listelerde kuvvet komutanlıkları emrine ya da Milli Savunma Bakanlığı emrine alınanlar kesin cemaatçi olmayan kişilerdir. Benim bu listeden dediğim gibi haberim olmadı. Şu anda darbeden sonra bana tebliğ edilecek görevi merak ettim. Bu şekilde Tümgeneral Mehmet Dişli’nin odasından ayrıldık.
15 Temmuz Cuma günü saat 20.00-21.00 arasında Genelkurmay Başkanı makamındaydı. Akar en son MİT Müsteşarı Hakan Fidan'la görüştü. Doğal olarak ben de oradaydım. Olaylar çok hızlı gelişti. Genelkurmay Başkanı Akar, en son MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile 1 saatten fazla görüştü. Hakan bey zaten sürekli bize gelirdi, biz ona giderdik. Komutanla ikisi birbirlerini severlerdi. Bu görüşmede olağanüstü bir buluşma hissetmedim. Hakan Fidan makamdan ayrıldıktan çok kısa süre sonra özel kuvvetlerden 20 civarında tam teçhizatlı asker karargaha girdi. Orhan Yıkılkan da Mehmet Dişli de oradaydı. Mehmet Dişli Komutanın kapısını çalıp içeri girdi. Dişli Paşa içeride 5 dakika civarında kaldı. Aralarında ne konuştuklarını duymadık. Dışarı çıktığında 'ortada, girin' dedi. İçeriye ben, Yüzbaşı Serdar Tekin, Başçavuş Abdullah, Özel Kalem Müdürü Albay Ramazan, Orhan Yıkılkan ile girdik. Dişli Paşa da oradaydı. Hulusi Akar Paşa, Dişli Paşa ve bizlere hitaben 'Yanlış yapıyorsunuz, bu böyle olmaz' dedi. Benim elimde tabanca vardı. Hulusi Paşa makamının yanındaki masada sandalyede oturuyordu. Tabanca elimdeyken Hulusi Paşa'ya 'Komutanım sizi koltuklara alalım' dedim. O da herkes içeri girince panik yaptı ve 'Bana su getirin' dedi. Serdar Yüzbaşı su getirdi. Alıp içti. Ben 'Abdest alıp namaz kılacağım, üzerimi değiştireceğim' dedi. Arka taraftaki dinlenme odasına Serdar Yüzbaşı ve Abdullah Başçavuşla birlikte girdiler. Orada üzerini değiştirdi, namazını kıldı. Kıldığı namaz, vakit namazı mıydı, ne namazıydı açıkcası bilemiyorum. Arada kendisi bizlere hitaben, 'Yanlış yapıyorsunuz' diyordu. Ben Hulusi Paşa'ya 'Komutanım, yıllardır yanınızdayım. Hiç sizi üzdüm mü, size hainlik yaptım mı? Lütfen dediklerimizi yapın. Hiçbir sorun çıkmayacak' dediğimi hatırlıyorum. Karşılığında ne cevap verdiğini hatırlamıyorum. Namazı bittikten sonra montunu giydi. Özel Kuvvetlerden gelen görevliler koluna girip alıp götürdüler. Çıkışa kadar bizden kimse refakat etmedi. Ancak koruma Abdullah Erdoğan refakat etmiş olabilir; hatta bindirildiği helikoptere o da binmiş olabilir. Bana 'sen gelmeyeceksin' dediler. Orada kaldım, makamı emniyete aldım. Komutanın şahsi malzemelerini topladık, çantasına yerleştirdik, çantasını oraya koyduk. Ben o gece hep makamdaydım. Herhangi bir gelen giden olmadı. Yanımda Serdar Yüzbaşı ve başçavuşlar Serhat ve Şener vardı. Birlikte oturduk, olayları televizyondan izledik. Bir şey konuşmadık, öylece bekledik.
Komutanı götürdükten sonra Dişli Paşa beni telefonla aradı. Komutanın eşini aramam konusunda isteği olduğunu söyledi. Bunun üzerine hanımefendiyi askeri hattan aradım. 'Komutanımız iyi, hiç problem yok' gibi rahatlatmak adına bir şeyler söyledim. Konuşurken ağlıyordu.
Ben 'o gece makama kimse gelmedi' dedim ama Albay Yıkılkan özel kalem müdürü odasındaydı, onun yanına girip çıkanın haddi hesabı yoktu. Orada bir noktada darbe faaliyeti kısmen organize ediliyordu, ancak ilerleyen zamanlarda konuşulanlardan televizyondaki haberlerden esas faaliyetin Akıncılar Üssü'nde organize edildiğini anladım. Benim bulunduğum bölümde karargahın içinde herhangi bir arbede, çatışma, yaralanma olmadı. Ancak Genelkurmay Başkanlığı’nın etrafı kıyamet günü gibiydi. Vatandaşlar toplanmıştı. Polisler gelmişti. Zaman zaman silahların ateşleniyor, F-16'lar alçak uçuş yapıyordu. Bombaların patladığını, sivil halkın zarar gördüğünü öğrendikçe pişman olmaya başladım. Yapılanlar katliam gibiydi. Benim Allah rızası için çalıştığını düşündüğüm cemaatin girişimiyle bunlar yapılıyordu.
Sabah saat 09.00 sıralarında karargahtaki koridor, darbeye iştirak edenlerle dolup taştı. Herkes aralarında 'başarısız olduk, teslim oluyoruz' diye konuşuyordu. Tuğgeneral Mehmet Partigöç olayı yönlendiriyordu. Teslim olmak için askeri savcı ve merkez komutanlığından personel istedi. İstenen kişiler gelince personel teslim oldu. Serdar Yüzbaşı ve ben o gruptan 10 dakika sonra teslim olduk. Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı Paşa'yı cep telefonumdan aradım. Makama gelip gittiği için tanıyordum. Komutanım 'gelin makamı size teslim edeyim' dedim. Kabul etmedi, 'Diğerleriyle teslim ol' dedi. Bunun üzerine Serdar Yüzbaşı ile kapının önüne çıktık. Özel Kuvvetlere teslim olduk. Onlar da bizi polislere teslim ettiler. Bizi Başkent Spor Salonu'na götürdüler. Teslim olurken herhangi bir şekilde direnmedim. Samimi olarak pişmanım. Sadece darbeye iştirak etmekten değil, Fetullah Gülen cemaati mensubu olmaktan dolayı da çok pişmanım. Olayların içindeyim, bu yüzden sorumluluğum var, fakat ben vatan haini değilim. Polise, sivil vatandaşa kesinlikle silah sıkmam. Sıkmadım da. Darbe girişimi sırasında sivil vatandaşa, polise silah sıkılmasını, bomba atılmasını, tank sürülmesini kesinlikle tasvip etmem mümkün değil. Anlattıklarım, söylediklerim samimidir.
Tüm bildiklerimi anlattım. Özellikle emniyetteki sorgu sırasında bu şeyleri söylemeye ikna edilmediğimi belirtmek istiyorum. Ben emniyette beklerken kâğıt kalem isteyip kendi ifademi yazdım. Bu şekilde ifade vermem yönünde bir telkinde bulunan olmadı. Bu anlamda yasal olarak mümkünse lehime etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istiyorum.
© Tüm hakları saklıdır.