Eskiden otizm kelimesi nadiren duyulurdu, nedeni vaka sayısının az olmasıydı. Ancak dünya toplumları artık bu sorunla sık sık yüzleşiyor çünkü otizm giderek artıyor. Şu anda ABD’de her 150 çocuktan biri otizmle doğuyor. Sorun Türkiye’de de çığ gibi büyüyor.
Otizmi tanıyanların sayısı da, hastalığın görülme sıklığı da günden güne artıyor. Türkiye de bu artıştan nasibini alan ülkeler arasında.
Prof. Dr. Ahmet Aydın ve Uzm. Dr. Cem Kınacı’nın birlikte hazırladıkları, ‘Otizme çözüm var!’ adlı kitap bu soruna parmak basıyor. “Otizm tedavi edilebilir” diyen yazarlar, otizmi ailesinde yaşayanlara yardımcı olmayı hedefliyor. Kitap, otizmin biyomedikal tedavisini detaylarıyla anlatıyor, konuyla ilgilenen hekimlere ışık tutuyor ve dünya literatürünü gösteriyor.
Kitabın asıl hedefi ise henüz doğmamış çocukları kurtarmak… Prof. Aydın ve Uzm. Dr. Kınacı’ya göre, alacağınız önlemlerle, yiyip içtiğinize, kullanacağınız kozmetiğe, duvar boyasına göstereceğiniz özenle bu salgının önüne geçmek mümkün. Kitapta yer alan; “Bir anne, sadece yoğurt mayalamakla bile çocuklarının hayatını değiştirebilir…” cümlesi bu amacı özetler nitelikte.
Aydın ve Kınacı kitapta, otizmin nasıl geliştiği ve mücadele için neler yapılabileceği konusuna dikkat çekiyor. Kitapta vurgu yapılan noktalar ve otizm dünyasına yolculuğun satırbaşları şöyle:
Otizm ile yaşamak…
“Kız mı olsun, oğlan mı?” diye sorarlar hamilelere. Cevap bellidir: “Eli ayağı düzgün olsun da, ister kız, ister oğlan olsun…” Bebeğin sağlıklı olması bütün anne babaların ortak rüyasıdır.
Günümüzde öyle aileler var ki, sağlıklı doğan, 1-2 yaşına kadar sağlıklı gelişen, onlara agucuk yapan, gülen bebekleri yüzlerine bakmaz, onlarla iletişim kurmaz oluyor. Diğer çocuklarla oynamıyor, diğer çocuklar gibi davranmıyor. Otizm teşhisi konuyor. Aile kahroluyor.
Çağımızın vebası diyorlar otizme. Salgın bir hastalık gibi yayılıyor. Suçlu hepimiziz... Dünyayı kirletenler… Analarının korunaklı rahminde bile kendilerini bulan zehirlerden kurtulamıyor bazı bebekler. Hastalanmasınlar diye vuruldukları aşıdan, antibiyotikten, başlarına sürülen şampuandan zehirleniyorlar. Kimi zaman renkli gazozun boyası, kimi zaman da elma kurtlanmasın diye kullanılan tarım ilacı vuruyor yavruları. Hamile annenin saç boyası, ruju; uyudukları odanın PVC pencere çerçevesi, duvar boyası da masum değil. Zehir vücutlarında geziniyor, en çok da beyin ve sinir hücrelerinde… Zehir onu ne kadar erken yakalamışsa, hastalığın şiddeti de o kadar ağır oluyor. Anne karnında yakalamışsa çok daha ağır…
Mide-bağırsak sorunları, bunlara bağlı olarak gelişen vitamin, mineral ve amino asit eksiklikleri, başta süt ve buğday olmak üzere çeşitli gıda proteinlerine karşı gelişen besin tahammülsüzlükleri, yeteri kadar güneşlenmeme ve maruz kalınan çeşitli toksinler bir araya geldiğinde otizm tablosu oluşuyor.
Herkesin gördüğü gibi göremiyor, işittiği gibi işitemiyor, kafalarının içinde bir ışık ve ses bombardımanıyla yaşıyor otizmli çocuklar… O küçücük vücutlarında binbir türlü sorunla uğraşıyor; beyin kan akımında azalma, sinir sistemi iltihabı (nöroenflamasyon), bağışıklık yetersizliği, oksidatif stres, mitokondri fonksiyon bozukluğu, sinir-ileticisi (nörotransmitter) bozukluğu, toksin temizleme sorunları ve bağırsak florası bozukluğu ile mücadele etmeye çalışıyorlar... “