26 Aralık 2024 21:20
Güncelleme: 26 Aralık 2024 21:23
Afşin Yurdakul
2024 tarihe seçimler yılı olarak geçecek.
Dünya siyasetinin önümüzdeki dönemini belirleyecek 60'tan fazla seçimde sağ ve sol popülizmin yükselişine şahit olduk, yer yer de demokratik ve otoriter trendler arasında gidip gelen yönetimler ön plana çıktı.
Seçmenler dünya genelinde görevdeki hükümetlere fatura çıkardı.
Kasım'daki ABD başkanlık yarışı, bunun en çok ses getiren örneklerdendi.
Cumhuriyetçi Donald Trump'ı göçten ekonomiye, kültür savaşlarından ideolojik bölünmeye kadar geniş bir huzursuzluklar yelpazesi ikinci kez iktidara taşıdı.
Cumhuriyetçilerin Beyaz Saray'la birlikte Kongre ve Temsilciler Meclisini de kazanmasıyla ABD sağa kaydı.
Pew Araştırma Merkezi'nin 24 ülkede gerçekleştirdiği anket, seçmenlerin huzursuzluğuna ışık tutuyor.
Katılımcıların ortalama yüzde 59'u demokrasilerin işleyiş biçiminden memnun olmadıklarını dile getirirken, hiçbir parti tarafından temsil edilmediğini düşünenlerin oranı da yüzde 42 olarak ifade ediliyor.
"Duyulmadığını" düşünen seçmenlerin sayısı da hiç az değil. "Kendileriyle aynı zihniyetteki kişilerin ne düşündüğünün seçilmiş yetkililer tarafından önemsenmediği" kanısında olanlar yüzde 74 oranında.
Başka ülkelerde benzer tıkanıklıklar yaşayan seçmenlerin tercihleri ise farklı siyasi senaryolar doğurabiliyor.
Örneğin İngiltere Temmuz seçimlerinde Muhafazakarlar'a kayıp yaşatarak sol aday Keir Starmer'ı başbakan seçti.
Fransa ve Almanya'da ise krizli siyasi ortamın aşırı sağa zemin genişlettiği ifade ediliyor.
Bilgi Üniversitesinden Prof. Dr. Emre Erdoğan, seçmen tepkisini doğru analiz etmenin elzem olduğunu vurguluyor.
"Demokrasinin işleme biçimi içinde esas memnuniyetsizliğin sebebi, vatandaşların yönetimden yabancılaşmış olması" diyor Erdoğan. "Yoksa kimsenin demokrasiyi geri götürüp, yerine krallık ya da şeriat koymak gibi talebi yok."
Birçok ülkede hükümetteki yönetimlerin seçimleri kaybetmesi ya da desteklerinin erimesi, toplumların gidişata tepkisi olarak algılandı.
ABD'de Demokrat Parti'nin akıbeti bu halet-i ruhiyeyi anlamak için iyi bir örnek.
2024'te Amerikan seçmeninin zihnindeki en önemli sorular arasında ekonomik gidişat, hayat pahalılığı ve göç-güvenlik konuları vardı.
Bir milyonu aşkın kişinin hayatını kaybettiği Covid salgını sonrası Biden dönemindeki ekonomi politikaları, pandeminin yaktığı alevi kontrol altına aldı denebilir.
Ülkede Haziran 2022'de 9.1'i gören enflasyon, Ekim 2024'te 2.6'ya geriledi. Fakat enflasyonun düşmesi, direkt olarak hanelerin alım gücüne yansımadı.
ABD merkezli Bankrate adlı şirketin çalışmasına göre, Biden'ın görevde olduğu Ocak 2021'den Haziran 2024'e kadarki süreçte fiyatlar yüzde 20 oranında artış gösterirken, işçi ücretleri yüzde 17.4 arttı.
Yani, işçi ücretleri fiyatların gerisinde kaldı; alışveriş sepetleri daha az dolabildi.
Alım gücünün zayıflaması ve Harris'in ekonomik gündeme dair tatmin edici olamaması, Trump için avantaja dönüştü.
Sıkça zayıflayan ekonomik refahı gündeme alan Trump, geleneksel olarak Demokrat Parti'ye yakın işçi sınıfını safına çekmiş oldu.
American National Election Studies ve Edison Research bulgularına dayanan bir çalışmaya göre, yarım yüzyıldır ilk defa düşük gelirli seçmenler gözle görülür biçimde Demokrat Partiden uzaklaşarak, Cumhuriyetçilere destek verdi.
2024 seçimlerinde iz bırakan sosyoekonomik faktörler, aslında uzun zamandır mercek altında.
Harvard Üniversitesi'nden Prof. Dani Rodrik'in, Biden'ın az farkla kazandığı 2020 seçimlerden günler sonra kaleme aldığı bir yazı, Demokrat Parti'ye 2024 için uyarı niteliği taşıyordu.
Trump'ın hakkındaki hukuki süreçlere ve pandemi yönetimindeki noksanlıklara rağmen oylarını artırmış olmasına dikkat çeken Rodrik, bunun sebeplerine eğilinmemesi durumunda "Demokrat Parti'yi 2024'te sert bir ikaz bekliyor" demişti.
Kaynakların dağılımı ve popülizm ilişkisini değerlendiren Prof. Emre Erdoğan da Trump'ın sistemden memnuniyetsizliği iyi bir kampanya söylemine dönüştürebildiğini belirtiyor.
ABD tarihinde ilk kez kurulan, teknoloji devi Elon Musk ve Cumhuriyetçi Vivek Ramaswamy'nin başında olacağı Hükümet Verimliliği Bakanlığı "DOGE" bunun en çarpıcı örneklerden biri.
Erdoğan, deregülasyonun ABD'de "sihirli bir kelime haline geldiğini" söylüyor: "Trump'a göre hükümet aygıtından şikayet var. Çok büyük, çok masraf yapıyor ve sadece kendi çıkarlarını düşünüyor."
Erdoğan'a göre, "halkın parasının ziyan edildiği ve vergilerin boşa gittiği" argümanı sadece ABD'de karşılık bulduğu için değil, başka ülkelere de ilham olabilmesi sebebiyle önemli.
Arjantin lideri Javier Milei bunun kayda değer örneklerinden biri.
2023'te gereksiz harcamaları keseceği mesajını pekiştirmek için testere ile kampanya yapan Milei ülkesinde bakanlık sayısını 18'den dokuza indirip binlerce bürokratı işten çıkarmıştı.
Erdoğan'a göre, ABD'de DOGE modeli ve Arjantin'de Milei gibi isimler ikna edici sonuçlar elde ederse, "bu örnekleri başka demokrasilerde de görebiliriz".
2024'te gerçekleşen seçimlerde kadın adayların nasıl bir performans gösterdiği de demokrasilerin durumuna dair önemli bir gösterge oldu.
İsveç merkezli Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü'nün derlediği verilere göre, Meksika, Namibya ve Kuzey Makedonya tarihlerinde ilk kez bir kadın başkan seçti; İzlanda ve Moldova'daki seçimlerde de kadınlar başkanlık görevini üstlendi.
Ancak enstitüye göre Kasım ayı sonuna kadar yapılan 30 başkanlık seçiminin yalnızca 13'ünde kadın adaylar yarıştı.
Bunlardan en yüksek profillisi ABD'de Demokrat aday Kamala Harris oldu.
Kürtaj ve üreme hakları başlıklarıyla, Trump hakkında geçmişten gelen cinsel taciz suçlamalarının olması Harris için avantaj olarak değerlendirildi.
Seçim öncesi birçok ankette kadınlar Harris'e, erkekler Trump'a meyleder görünüyordu.
ABC sandık çıkış anketlerine göre, 5 Kasım seçimlerinde erkeklerin yüzde 55'i, kadınların ise yüzde 45'i Trump'a oy verdi.
Fakat Rutgers Üniversitesi'ndeki Amerikan Kadın ve Siyaset Merkezi'ne göre kadın-erkek seçmenler arasındaki oy farkı, geçmiş seçimlere kıyasla istisna göstermedi.
South Dakota Üniversitesinden Prof. Evren Çelik Wiltse'ye göre, eğitimli/kariyer sahibi Cumhuriyetçi kadınların da sandıkta Harris'i tercih edeceğine dair spekülasyonlar, Harris'in Biden'dan da düşük oy almasını getiren faktörlerin doğru tahlil edilememesine yol açtı:
"Seçimdeki cinsiyet dinamikleri gözetildiğinde kadın seçmenlerin tek tip bir davranış sergileyeceği beklentisi hataydı ve nüansın kaçırılmasına sebep oldu."
ABD'deki cinsiyet dinamiğine dair tahliller, hem burada toplumun dönüşümüne, hem de başka ülkelere olası etkilerine ışık tutuyor.
Özyeğin Üniversitesi/Harvard Weatherhead Center'dan Prof. Evren Balta, bu seçimlerde adeta "kadın-erkek çatışması" gibi şekillenen dinamiğin, ekonomik boyutu olduğunu da hatırlatıyor.
Kadınların iş gücüne katılımıyla bakım maliyetlerinin arttığını vurgulayan Balta, "Parasız bir bakım emeğinden, devletin bakması gereken ya da sağlaması gereken bir bakım emeğine geçtik. Cinsiyet meselesi 'kültür çatışması' gibi görünse de aslında pastadan pay almak üzere önemli bir ekonomik kavga var," diyor.
Amerikan sağının ve Elon Musk gibi figürlerin bu mesajı vurguladığını söyleyen Balta'ya göre, kadınların kamusal hayata katılımlarının sosyoekonomik sonuçları başka demokrasileri de etkiliyor.
Balta, "Avrupa sağı da doğurganlık oranlarının düşmesini demografik tehlike olarak niteliyor, bu söylemi kullanıyor" diyor.
ABD'deki sağa kayış trendinin Avrupa'ya etkileri sadece toplumsal cinsiyet eşitliği tartışması üzerinden ulaşmıyor.
Trump'ın seçim zaferi İtalya'dan Macaristan'a, Hollanda'dan Almanya'ya popülistleri sevindirse de kıtanın akıbetini kendi yapısal meseleleri belirleyecek.
Viyana merkezli The Institute for Human Sciences-IWM'den siyaset bilimci Soli Özel'e göre, Avrupa'nın siyasi, askeri ve ekonomik anlamdaki yapısal sorunlarının devamı, burada popülist siyasete daha geniş alan açabilir.
Özel, Almanya ve Fransa gibi güçlü ekonomileri bünyesinde bulundursa da Avrupa'nın dünya ekonomisindeki payının küçüldüğüne işaret ediyor. Zira 1990'da yüzde 28'lerde izleyen bu oran 2023'te 14'lere gerilemiş.
İkinci Trump döneminde Washington'dan gelmesi beklenen baskılar sebebiyle savunma alanında da kıtada nasıl bir görünüm olacağı belirsiz.
"Avrupalıların gerçekten kendi güvenlikleri ile ilgili olarak çok daha önemli adımlar atmaları gerekecek" diyen Özel, ABD'nin NATO'dan çıkacağını düşünmüyor ama Trump'ın AB ülkelerinin "daha çok para harcamaları konusunda ısrarlı olacağını" öngörüyor.
Öte yandan, AB genelinde de demokrasi sınavı zorlu geçebilir.
Örneğin Romanya'da, Rusya'nın müdahale ettiği gerekçesiyle ilk turu iptal edilen cumhurbaşkanlığı seçimlerine Brüksel'in nasıl tepki vereceği izlenecek.
"(Kendi stres testleriyle) yüzleşmeyen bir Avrupa'nın dünyanın geleceğinde söz sahibi olması mümkün değil" diyen Özel, yapısal meselelerin "ileriye yönelik olarak sağ popülizmin yükselişine zemin hazırlayabileceğini" ifade ediyor.
Özel'e göre, farklı ülkelerde seçim zaferleri elde eden sağ popülist liderlerin de yönetim sorumluluğuyla sınanmaları önem taşıyor.
"Bu eşik bir an önce geçilirse, yeni bir merkez inşası da bihakkın başlayabilir."
Bugün birçok ülkede statükodan şikayet popülizmi güçlendirmiş olsa da kalıcı ve kapsayıcı çözümler konusunda popülistlerin karnesinin ne olacağını zaman gösterecek.
Prof. Evren Çelik Wiltse, popülist iklimi besleyen toplumsal bölünmelere değiniyor ve fikri tartışmalara yön vermesi beklenen akademinin de bazen geride kalabildiğini söylüyor:
"Birebir bu konuları çalışan az sayıda kişi dışında entelektüel camia da bu kadar büyük bir ulusal popülizmi anlamayabiliyor, örneğin dinin insanlar için önemini ve nasıl bir fonksiyon yerine getirdiğini göremeyebiliyor."
ABD seçimleri öncesinde çok tartışılan metropoller ve kırsal bölgeler arasındaki siyasi farklara da değinen Wiltse, "Kırmızı Amerika ve mavi Amerika"nın birbirinden kopuk olduğunu ifade ediyor.
Farklı ideolojik yönelimlerin temelinde "hayat alanlarının ve hayat tarzlarının" sadece ayrışmaya değil karşıtlaşmaya da başlaması olduğunu vurgulayarak "Bu kutuplaşma çok tehlikeli" diyor.
Prof. Emre Erdoğan'a göre de 2024 seçimleriyle dünya genelinde daha görülür olan bu çalkalanmadan çıkış kolay değil.
Küresel ısınmadan göçlere, savaşlardan kaynak kısıtlarına kadar sınamaların yakın gelecekte de süreceğini belirten Erdoğan, AB ya da Birlemiş Milletler gibi kuruluşların meşruiyetlerinin de sorgulandığı bir dönemde olduğumuzu hatırlatıyor.
"1945'te Bretton Woods sistemini kuran aktörlerin" bugün olmadığını ifade ederek, liderlik edebilecek kişi ya da vizyonun eksik olduğu yorumunu yapıyor.
Prof. Erdoğan, Trump ve Musk'ın neoliberal politikaları başarılı olursa, buna başka ülkelerin de öykünebileceğini öngörüyor.
Kimilerine göre de, bu belirsizlik döneminde demokrasiler için fırsatlar doğabilir.
Gidişata dair endişeli olsa da Prof. Evren Balta, ABD'nin Trump döneminde "demokrasi ihraç eden ülke olmaktan çıkabileceğini" öngörüyor ve diğer ülkelerle "demokratik koşullar üzerinden ilişkiye girilmemesinin" bir potansiyel yaratabileceğine işaret ediyor.
"Soğuk Savaş'ta olduğu gibi oradan çıkan yerel demokrasiyi gidip bastıran, diktatör bir Amerika yok. Dolayısıyla bir otonomi var aslında artık ulusal düzeyde" yorumunu yapıyor.
Bunun özellikle Türkiye gibi orta büyüklükteki ülkelere etkisinden bahseden Balta, "Demokrasinin artık illa Batı'dan, ya da Batı korumasıyla gelmeyeceği fikri, yerelde kendine has, özgün bir demokratik ortam da oluşturabilir" diyor.
Gelecek dönemin siyasi iklimini belirleyen 2024'ü uğurlamaya günler kalmışken, demokrasi bardağının yarısı dolu mu, yoksa boş mu, her toplum kendisi karar verecek.
© Tüm hakları saklıdır.