DW: Her sene 14 Şubat’ta Bosna Hersek de dahil, dünyanın farklı yerlerinde “One Billion Rising” (Bir milyar ayağa kalkıyor) isimli protesto gösterileri düzenleniyor. Bu yolla kadınlar kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddet sorununa dikkat çekmek istiyor. Bosna Hersek’te kadına yönelik şiddet ne durumda?
Gabriele Müller: Kadına yönelik şiddet çok büyük bir problem. Özellikle ataerkil toplum yapısının yoğun biçimde korunduğu kırsal kesimde. Kırsal kesimlerde geleneksel ataerkil roller ve davranış biçimleri oldukça baskın. Bu yüzden köyde yaşayan çoğu kadın için şiddet “normal” bir şey. Çoğunlukla şiddetin ne olduğu konusunda bilinçli değiller. Kendilerini korumaya çalışıyorlar ancak şiddetin farklı biçimleri de yaygın. Kadınlar şiddetin psikolojik formlarını şiddet olduğunu düşünmüyorlar. Kendilerini kötü hissediyorlar, üzülüyorlar ama sorunun ne olduğunu anlayamıyorlar ya da kendilerini suçluyorlar.
Birleşmiş Milletler’in rakamlarına göre her üç kadından biri şiddet mağduru. Bu oran Bosna Hersek'te her iki kadından birine karşılık geliyor. Bosna’da kadına yönelik şiddete ilişkin kanunlar göreceli olarak iyi durumda ancak gündelik hayatta şiddet çok korkutucu boyutlarda. Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?
Bosna Hersek kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik ve şiddet kurbanlarına yardım etmek konusunda yükümlülük altına girdiği farklı uluslararası anlaşmalar altına imza attı. Kağıt üstünde her şey kurallara bağlandı. Ama gerçek hayatta durum çok farklı. Birçok kadın uğramış olduğu şiddeti şikayet etmiyor çünkü bunun bir şey getirmeyeceğini biliyor. Mesela Bosna'da yeteri kadar sığınma evi yok. Bunun anlamı şiddet durumunda kadınlara sunulan bir alternatifin olmaması demek. Aynı şekilde Almanya'da olduğu gibi sosyal ev hakkı ya da sosyal yardım hakkı da yok.
Almanya ile bir karşılaştırma yapacak olursanız, Bosna'daki kadına yönelik şiddet Almanya ile karşılaştırılınca ne durumda?
Şiddet problemi çok büyük. Bu aynı zamanda savaşın da bir sonucu. Her ne kadar savaş 20 yıl önce sona ermiş de olsa Bosna'nın savaş yaşamış bir ülke olarak halen problemleri var. Politik aktörler 20 yıldır politik var olma mücadelesinin eşlik ettiği bir bölünme, politik nefret, yozlaşma ve sosyal eşitsizlikleri durumdan sorumlu tutuyor. Bu durum ayrıca demokratik toplum için gerekli olan dönüşümleri yapmayı hedefleyen her girişimi engelleyen bir şey. Bu sebeple yapılanlar sadece kağıtta kalıyor.
Beni asıl öfkelendiren şey, gerçek bir çözümle kimsenin ilgilenmemesi. Şiddete uğramış kadınları faili şikayet etmeye cesaretlendirdiğimde bile yapılmış uluslar arası anlaşmalara rağmen kadınların onlara şiddet uygulayan kişinin yanında kalmaya devam etmekten başka şansları yok. Bu durum absürd. Bu yüzden sanki hala 19. yüzyıldaymışım gibi hissediyorum.
"Bir milyar direniyor” adlı dünya çapında düzenlenen eylemle kadınlar birbirleri arasındaki dayanışmayı gösteriyorlar. Bosna'da durum nasıl? Kadınlar arasındaki dayanışma özellikle farklı etnik grupları göz önüne alırsak yeterli mi?
Benim deneyimim şiddete uğramış kadınlar ya da hala şiddete maruz kalan kadınlarla bir eylem düzenlediğinizde kadınlar bu yolla cesaret kazanıyor ve desteklendiklerini hissediyor. Ama Bosna halen ataerkil bir toplum. Ve böyle toplumlarda kadınlar sadece itaatkar ve kendilerinden beklenen rollere uygun davrandıklarında saygı kazanabiliyorlar. Ataerkil toplumlarda kadınlar bu rolleri reddeden kadınlara yönelik de müdahaleci davranıyor. Ya da bazen kadınlar şiddete uğramış bir kadını uğramış olduğu şiddet sebebiyle suçluyorlar. Ama tabi kadınlar arasında karşılıklı desteğe dayanan bir kadın dayanışması var. Yapmış olduğumuz çalışma buna bir örnek.
Bosna Hersek'in savaşın bir sonucu olarak yaşadığı başka büyük bir problemi daha var. Özellikle kadınlar savaşın en büyük kurbanıydılar. Savaş boyunca tecavüze uğramış kadınların sayısına ilişkin resmi bir rakam yok ama Uluslararası Af Örgütü bunun yaklaşık olarak 20 bin kadın olduğunu tahmin ediyor. Tecavüzü yaşamış olan kadınlar bugün nasıl yaşıyor? Devletten ya da toplumdan yeterli psikolojik desteği görüyorlar mı?
Kadınların savaş sırasında uğramış olduğu kötü muamele tedavileri sürecinde de devam etti. Bu sürece dahil olan her birimin, bunlar polisler, mahkemeler, savcılık olabilir ya da uluslararası mağdur organizasyonları da olabilir, hepsinin bu olaylardan bir şekilde kendi çıkarı vardı. Yani savcılık kadınların en kısa sürede ifadelerini almak istiyordu mesela. Bu yüzden de savcılar kadınların nasıl hissedeceğini düşünmeden onları korkunç koşullarda sorguladılar. Bunun haricinde eylemlere ya da söyleşilere katılmaya zorlandılar. Kadınlar bu şekilde yaşadıkları travmayı her seferinde tekrar tekrar yeniden yaşadılar.
Bosna Hersek'te edinmiş olduğunuz bu deneyim aynı şekilde Almanya'da bulunan mülteciler için de güncellik taşıyor. Savaştan kaçan bu mülteciler çoğunlukla yoğun travma mağduru. Bunun Alman toplumu açısından anlamı ne?
Bu daha çok toplumun bu duruma nasıl karşılık verdiği ile alakalı. Çok sayıda mülteci Almanya gibi zengin ve organize olmuş toplumlar için bile aşılması gereken bazı zorlukları beraberinde getirir. Almanya'daki eyaletler ve bir bütün olarak devlet yeteri kadar çaba gösterdi ancak esas çaba özel girişimlerden geldi. Ve bu olağanüstüydü. Şimdi travma yaşamış bu kadın, çocuk ve erkeklere ihtiyaç duydukları yardımı yapma zamanı. Ben Alman toplumunun isterse bunu başarabileceğine inanıyorum.
"Çoğu kişi açık kalplilikle mülteciler konusunda çalışıyor”
Bu durum bazı açılardan alman toplumu için bazı tehlikeleri barındırıyor mu?
Ben bu bir kısmını içimizde taşıdığımız ve insanların korkularını manipüle etmek için kötüye kullanılan faşist nefretin daha büyük bir tehlike olduğunu düşünüyorum. Göçmen sayısının Almanya'nın kaldıramayacağı seviyede olduğunu düşünmüyorum. Hatta bizim için neyin önemli olduğuna karar verme konusunda bu durumun bize tekrar düşünme şansı sunduğuna inanıyorum. Bunu da gördük. Şimdiye kadar hiç gönüllü çalışmamış insanlar göçmenler ya da benzer temalara ilişkin şu düşünceyi geliştirdiler: "Bizi bir araya çağırıyorlar, bu durum için bir şey yapmak istiyoruz.” Hepsi çok büyük bir çabayla çalıştılar ve halen de çalışıyorlar. Bunu oldukça cesaretlendirici buluyorum.
Gabriele Müller, Psikodrama terapisti. Hırvatistan'da ve Bosna Hersek'te savaş esnasında travmaya uğramış çocuklar ve kadınlarla alakalı çalışmalar yürüttü. Hamburg'da bulunan SEKA (Boşnakça Kız kardeş) Derneği'nin ve Bosna Hersek'te yürütülmekte olan SEKA projesinin kurucu üyelerinden.
© Deutsche Welle Türkçe
Söyleşi: Zorica Ilic