25 Ekim 2022 09:16
Kadınların toplumdaki statüsü antropolojide uzun zamandır ilgi çeken bir konu. Yaygın inanışın aksine, araştırmalar ataerkilliğin her zaman hakim olmuş "doğal düzen" olmadığını gösteriyor.
Ataerkillik (patriyarki), soyda babayı temel alan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden, toplumda ve yönetimde erkeklerin güç sahibi olduğu, kadınların çoğunlukla dışta tutulduğu düzeni ifade ediyor.
Ancak kadın liderler ve anaerkil toplumlar da her zaman var olmuştur.
Avcı-toplayıcı topluluklar, en azından daha sonraki diğer toplumsal düzenlere kıyasla nispeten eşitlikçi olarak değerlendiriliyor.
Peki, ataerkillik nasıl ortaya çıktı ve hangi koşullarda son bulabilir?
Üreme, evrimin temelini oluşturur. Ancak evrime uğrayan sadece bedenlerimiz ve beyinlerimiz değildir; davranışlar ve kültürler de doğal seçilimin ürünleridir. Örneğin, erkekler kendi üreme kapasitelerini en üst düzeye çıkarmak için genellikle kadınları ve onların cinselliğini kontrol etmeye çalışmıştır.
Çoğu avcı-toplayıcıda olduğu gibi, maddi zenginliğin çok az olduğu ya da hiç olmadığı göçebe toplumlarda, kadınlar bir beraberliği sürdürmeye zorlanamaz. Kadın ve partneri, kendi akrabaları, erkeğin akrabaları ya da diğer insanlarla birlikte yaşayabilir. Durumundan memnun değilse o birliktelikten ayrılabilir.
Ama çocukları varsa bu adımı atmayabilir, zira babanın bakımı da çocukların gelişimine ve hatta hayatta kalmalarına yardımcı olur. Yine de kadın başka bir yere gidip akrabalarıyla yaşayabilir ya da yeni bir eş bulabilir.
Bazı bölgelerde 12.000 yıl kadar önce tarımın ortaya çıkması bu durumu değiştirdi. Nispeten basit bir ekim-dikim bile, ürünü korumak için yerleşik kalmayı gerektiriyordu. Yerleşim, grup içi ve gruplar arası çatışmaların artmasına neden oldu. Örneğin, Venezuela'daki yarı göçebe hayat süren Yanomamo yerlileri, korunaklı gruplar halinde yaşıyordu; komşu gruplara baskınlar ve "eş kaçırma" yaşamlarının bir parçasıydı.
Hayvancılığın geliştiği yerlerde yerel halk hayvan sürülerini baskınlardan korumak zorunda kalmış ve bu da savaşlara yol açmıştı. Kadınlar daha zayıf fiziksel yapıları nedeniyle savaşta erkekler kadar başarılı olmadıklarından, bu rol giderek erkeklere düştü. Bu durum onların güç kazanmasını sağladı ve korudukları kaynakların yetki ve sorumluluğu onlara kaldı.
Nüfus artıp yerleşik düzen yaygınlaştıkça koordinasyon sorunları ortaya çıktı. Liderlerin (genellikle erkek) savaşta ya da başka şekilde topluluk yararına eylemde bulunmaları bazı durumlarda sosyal eşitsizliğin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu nedenle hem erkek hem de kadınlardan oluşan topluluk, sahip oldukları şeyleri korumalarına yardımcı olmaları karşılığında bu seçkinlere genellikle tolerans göstermek durumunda kaldı.
Çiftçilik ve hayvancılık yaygınlaştıkça, artık esas olarak erkekler tarafından kontrol edilen maddi zenginlik daha da önemli hale geldi. Aile içinde servet çatışmasını önlemek için akrabalık kuralları ve soy sistemleri daha resmi bir hal aldı ve evlilikler sözleşmeli hale geldi. Toprağın ve çiftlik hayvanlarının nesilden nesile aktarılması bazı ailelerin önemli bir servet edinmesini sağladı.
Çiftçilik ve hayvancılıktan elde edilen zenginlik, erkeklerin birden fazla eşe sahip olmasını, çok eşliliği (poligami) mümkün kıldı. Buna karşılık, kadınların birden fazla eşe sahip olması (poliandri) nadir görülen bir durumdu. Çoğu düzende, çocuk doğurma konusunda daha üretken olmaları ve daha fazla ebeveyn bakımı yapmaları nedeniyle genç kadınlara talep fazlaydı.
Erkekler zenginliklerini genç kadınları çekmek için kullandılar. Erkekler, eşlerinin ailesine "başlık parası" ödeyerek rekabet ediyorlardı; bunun sonucunda zengin erkekler çok sayıda eşe sahip olurken bazı yoksul erkekler bekâr kalabiliyordu.
Dolayısıyla, partnerleri için rekabet etmek üzere bu zenginliğe ihtiyaç duyanlar erkeklerdi (kadınlarsa üremek için gereken kaynakları kocaları aracılığıyla sağlıyorlardı). Ebeveynler torun sayılarını en üst düzeye çıkarmak istiyorlarsa, servetlerini kızlarından ziyade oğullarına bırakmaları daha mantıklıydı.
Bu da servet ve mülkün resmi olarak erkek soyundan geçmesine yol açtı. Bu aynı zamanda kadınların evlendikten sonra kocalarının ailesiyle birlikte evden uzakta yaşamaya başlamaları anlamına geliyordu.
Kadınlar güç kaybetmeye başlamıştı. Toprak, çiftlik hayvanları ve çocukların erkeklere bağlı olmasıyla, kadınlar için boşanma neredeyse imkânsız hale geldi. Evlenmiş kızın anne ve babasına dönmesi, başlık parasının iadesini gerektireceğinden hoş karşılanmazdı. Ataerkillik artık iyice yerleşmeye başlamıştı.
Kadınlar doğdukları evden ayrılıp eşlerinin ailesiyle yaşamaya başladıklarında, yeni hanelerinde fazla pazarlık gücüne sahip değillerdi. Bazı matematiksel modellere göre, kadınların bu şekilde dağılması ve diğer gruplarla savaşmanın yarattığı ihtiyaçlar erkeklerin kadınlardan daha iyi muamele görmesine yol açtı.
Erkekler savaş yoluyla akraba olmayan erkeklerle kaynaklar için rekabet etme fırsatına sahipken, kadınlar yalnızca hanedeki diğer kadınlarla rekabet etmişti. Bu iki nedenden ötürü, hem erkekler hem de kadınlar, kadınlara kıyasla erkeklere karşı daha fedakâr davranarak evrimsel açıdan daha büyük faydalar elde etmiş ve bu da erkeklerin ayrıcalık sahibi olmasına yol açmıştı. Kadınlar esasen kendilerine karşı olan toplumsal cinsiyet önyargılarına uygun şekilde hareket ediyorlardı.
Bazı tarım sistemlerinde kadınlar daha fazla özerkliğe sahip olabiliyordu. Tarım arazilerinin sınırlı olduğu yerlerde, erkekler birden fazla aileyi kaldıramayacağı için bu durum çok eşliliği frenlemiş olabilir. Çiftçilik zor ve verimlilik arazi büyüklüğünden ziyade harcanan emeğe bağlı olduğundan, kadın emeği temel bir gereksinim haline gelmiş ve çiftler tek eşli birlikteliklerde birlikte çalışmaya başlamışlardı.
Tek eşlilik düzeninde, bir kadın zengin bir erkekle evlenirse, adamın tüm serveti kadının çocuğuna kalır. Dolayısıyla kadınlar en iyi kocaları bulmak için diğer kadınlarla rekabet halindedir. Bu durum, aile servetinin çok sayıda kadının çocukları arasında paylaşıldığı çok eşlilik için geçerli değildir, dolayısıyla zengin bir erkekle evlenmenin kadınlara sağladığı avantajlar sınırlıdır.
Bu nedenle tek eşlilikte evlilik ödemesi çok eşliliktekinin tersi yönde gerçekleşir ve "çeyiz" şeklini alır. Gelinin ebeveynleri damadın ebeveynlerine ya da çiftin kendilerine para verir.
Bugün Asya'nın büyük kısmında hala önemli olan çeyiz, ebeveynlerin kızlarının evlilik piyasasında diğer kadınlarla rekabet etmesine yardımcı olma yoludur. Çeyiz bazen kadınlara daha fazla yetki ve aile servetinin en azından bir kısmı üzerinde kontrol sahibi olmasını sağlayabilir.
Ancak bunun dezavantajlı yanı da var; çeyiz enflasyonu kız çocuklarını ebeveynler için maliyetli hale getirebilir; bazen de zaten kız çocuğu olan ailelerin kız bebeklerini öldürmesi ya da ihmal etmesi (ya da seçici kürtaj) gibi korkunç sonuçlar doğurabilir.
Tek eşliliğin başka sonuçları da oldu. Zenginlik hala erkek soyundan tek eşin çocuklarına geçtiğinden, erkekler bu çocukların kendilerine ait olmasını sağlamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Servetlerini farkında olmadan başka bir erkeğin çocuğuna yatırmak istemiyorlardı. Sonuç olarak kadınların cinselliği güçlü bir şekilde denetlenmeye başlandı.
Kadınları erkeklerden uzak tutmak ya da Hindistan'da olduğu gibi manastırlara yerleştirmek ya da Çin'de kadınların ayaklarını küçük tutmak için 2.000 yıldır devam eden bir gelenekle bağlamak bunun sonuçları olabilir. Kürtajın yasaklanması, cinsel ilişkileri potansiyel olarak maliyetli hale getirmekte, insanları evliliklere hapsetmekte ve kadınların kariyer beklentilerini engellemektedir.
Servetin kadın soyundan geçmesi nispeten nadir olsa da bu tür toplumlar mevcuttur. Bu kadın merkezli sistemlere, fiziksel olarak rekabet edecek çok az zenginliğin olduğu marjinal ortamlarda rastlanır.
Örneğin, Afrika'da çeçe sineğinin sığır beslemeyi imkânsız kıldığı "anasoylu kuşak" olarak bilinen bölgeler vardır. Afrika'daki bu anasoylu sistemlerin bazılarında, erkekler hanelerde önemli bir güç olmaya devam ediyor, ancak kadınları kocaları ya da babaları yerine ağabeyleri ve dayı/amcaları kontrol etmeye çalışıyor. Ancak genel olarak kadınlar daha fazla güce sahiptir.
Uzun seyahatler ya da Polinezya'daki tehlikeli okyanus balıkçılığı veya bazı Amerikan yerli topluluklarındaki savaşlar gibi yüksek ölüm riski nedeniyle erkeklerin çoğu zaman olmadığı toplumlarda da anaerkilliğe rastlanır.
Anaerkil sistemdeki kadınlar çocuk yetiştirmek için genellikle kocalarından ziyade annelerinin ve kardeşlerinin desteğini alırlar. Örneğin Çin'deki bazı anasoylu gruplarda görüldüğü gibi, kadınlar tarafından yapılan bu tür "ortak yetiştirme", erkeklerin haneye daha az yatırım yapmasına (evrimsel anlamda) neden olur; zira haneler sadece eşlerinin çocuklarını değil, akraba olmadıkları birçok kadının çocuklarını da içeriyordur.
Bu durum evlilik bağlarını zayıflatır ve servetin kadın akrabalar arasında aktarılmasını kolaylaştırır. Ayrıca bu tür toplumlarda kadınlar cinsel açıdan daha az kontrol altındadır, zira serveti kontrol edip kızlarına aktaran kadınlar olduğu için babalık kesinliği daha az endişe konusudur.
Anasoylu toplumlarda hem erkekler hem de kadınlar çok eşli olarak cinselliği yaşayabilir. Güney Afrika'nın anasoylu Himba'ları bu şekilde meydana gelen bebeklerin en yüksek oranlarından birine sahiptir.
Bugün kentlerde bile, yüksek erkek işsizliği genellikle daha kadın merkezli yaşam düzenlemelerine yol açıyor; anneler çocuklarını ve torunlarını yetiştirmek için kızlarına yardım ediyor, ama genellikle göreli yoksulluk içinde yaşıyor.
Ancak erkekler tarafından kontrol edilebilen maddi zenginliklerin oluşmasıyla, anasoylu sistemlerin genellikle babasoylu sistemlere dönüşmesi söz konusu olmuştur.
Burada özetlenen ataerkillik fikri dinin rolünü azımsıyor görünebilir. Dinler seks ve aile konusunda kuralcıdır. Örneğin, çok eşli evlilik İslam'da kabul edilirken Hıristiyanlıkta kabul görmez. Ancak dünya genelindeki farklı kültürel sistemlerin kökenleri sadece din ile açıklanamaz.
İslam MS 610 yılında, o zamanlar çok eşliliğin yaygın olduğu hayvancılık yapan göçebe grupların yaşadığı bölgede (Arap yarımadası) ortaya çıkarken, Hıristiyanlık tek eşli evliliğin zaten norm olduğu Roma imparatorluğu içinde ortaya çıktı. Dolayısıyla dini kurumlar bu tür kuralların uygulanmasına kesinlikle yardımcı olsa da, asıl nedenin dinler olduğunu iddia etmek zor.
Nihayetinde, dini normların ya da herhangi bir normun kültürel mirası, asıl nedenleri ortadan kalktıktan çok sonra bile sert toplumsal önyargıları sürdürebilir.
Normlar, tutumlar ve kültürün davranışlar üzerinde büyük bir etkisi olduğu bir gerçek. Zaman içinde, özellikle de çevre veya ekonomi gibi maddi koşullar değişirse, bunlar da değişebilir. Ancak bazı normlar zamanla yerleşik hale geldiğinden değişimleri yavaş olur.
Daha 1970'lerde İngiltere'de evli olmayan annelerin çocukları ellerinden alınarak Avustralya'ya gönderiliyordu (orada dini kurumlara yerleştiriliyor ya da evlatlık veriliyorlardı). Son zamanlarda yapılan araştırmalar da, toplumsal cinsiyet eşitliğiyle övünen Avrupa ve Amerika toplumlarında kadınların otoritesine saygısızlığın hala ne kadar yaygın olduğunu gösteriyor.
Bununla birlikte, toplumsal cinsiyet normlarının çok daha esnek hale geldiği ve ataerkilliğin dünyanın pek çok yerinde pek çok erkek ve kadın tarafından hoş karşılanmadığı açık. Pek çok kişi evlilik kurumunu sorguluyor.
Kadınlar için doğum kontrolü ve üreme hakları, kadınlara ve aynı zamanda erkeklere daha fazla özgürlük sağlıyor. Çok eşli evlilik artık nadir olsa da, cinsellikte çok eşlilik oldukça yaygın ve muhafazakârlarca tehdit olarak algılanıyor.
Ayrıca, erkekler giderek daha fazla çocuklarının hayatlarının bir parçası olmak istiyor ve ailelerinin geçimini tek başına üstlenmek zorunda kalmamaktan memnunlar. Bu nedenle birçoğu çocuk yetiştirme ve ev işlerinin yükünü paylaşıyor, hatta üstleniyor. Eş zamanlı olarak daha fazla kadının iş dünyasında kendinden emin bir şekilde önemli pozisyonlara geldiğini görüyoruz.
Hem erkekler hem de kadınlar giderek daha fazla kendi servetlerini ürettikçe, eski ataerkillik kadınları kontrol etmekte zorlanıyor. Kız çocuklarının örgün eğitimden eşit şekilde yararlanması ve iş fırsatlarının herkese açık olması halinde, ebeveynlerin erkek yanlı yatırım mantığı ciddi şekilde sarsılacaktır.
Geleceği tahmin etmek zor. Antropoloji ve tarih öngörülebilir ve doğrusal bir şekilde ilerlemez. Savaşlar, kıtlıklar, salgın hastalıklar veya yenilikler her zaman söz konusu olabilir ve hayatlarımız için öngörülebilir ve öngörülemez sonuçlar doğurur.
Ataerkillik kaçınılmaz değil. Dünyanın sorunlarını çözmemize yardımcı olacak kurumlara ihtiyacımız var. Ancak yanlış insanlar iktidara gelirse, ataerkillik yeniden gelişebilir.
© Tüm hakları saklıdır.