ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, Münbiç’te ortak anlayışa varıldığını söyledi. Jeffrey, “Münbiç stratejikti çünkü YPG Afrin’e ilerleyebilirdi ama artık imkânsız. Münbiç ABD ve Türkiye için artık o kadar önemli değil, bu nedenle anlaşmaya varılması zor olmaz” dedi.
Habertürk'ten Nalan Koçak'la söyleşen Jeffrey, ABD'nin Münbiç'ten çekilip çekilmeyceğine ilişkin olarak "ABD çok basit bir şekilde o bölgelerden ayrılabilir. Ama ne zaman Türk bir yetkiliye “Ayrılmamızı ister misiniz?” diye sorduysam, hiçbir zaman “Evet” yanıtı almadım" ifadesini kullandı.
Habertürk'te yer alan söyleşi şöyle:
- Afrin operasyonunu sorarak başlayayım...
Kişisel görüşümü ve Washington’un bakış açısını ayırmam gerek. Kişisel görüşüm: Türkiye’de yaşadım, PKK isyanı başladığında oradaydım. Bu nedenle Afrin’in Türkiye için ne kadar büyük bir tehdit olduğunun farkındayım. ABD de zaten Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarını anladığını açıkladı. Afrin operasyonu, Türkiye’nin terörist bir tehlikeyle baş etmek için düzenlediği bir harekâttı.
- Sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başarılı bir operasyondu. Fakat Amerikalılar açısından bir soruna, DEAŞ’a karşı operasyonların azalmasına yol açtı. ABD’nin bu mücadeledeki ortağı olan Suriye Demokratik Güçleri, ki bunun liderliğini PKK’nın Suriye kolu YPG yapıyor- DEAŞ’la mücadeleye ilgilerini kaybetti. Bu Amerikan ordusunda bazı endişelere yol açtı.
- YPG neden Afrin’den çekildi?
Afrin’de kalırlarsa yenileceklerini anladılar. Şehrin zarar görmesini de istemediler.
- Çekilme sürecinde ABD ve Türkiye’nin görüşmeler yaptığı iddia edildi...
Bunun gerçekleştiğine dair Washington’da hiçbir şey duymadım.
- YPG’nin Afrin’deki yenilgisiyle, ABD Suriye’de güç kaybetti mi?
Bu soruyu yanıtlayabilmek için öncelikle “Amerikan askerleri neden Suriye’de?”nin cevabını vermek gerek. Resmi misyon DEAŞ’ı yok etmek. Bu misyon neredeyse tamamlanmak üzere. Bir diğer görevse -Tillerson bunu ocak ayındaki konuşmasında açıklamıştı- Cenevre sürecini zorlamak ve Esad rejiminin ötesine geçebilmek için askeri varlığı sürdürmek. Ve tabii ki İran etkisini azaltmak. Bunlar hem ABD hem Türkiye’nin ortak çıkarları. Fakat Türklere yeterince anlatamadık.
- Bu ne anlama geliyor?
ABD Suriye’de kalmaya devam edecek, özellikle Fırat’ın doğusunda. Ve tabii ki YPG/SDG’yle işbirliğinin de süreceği anlamına geliyor. ABD ve bizzat ben de Türklere bunun geçici ve taktiksel olduğunu söyledik. Dışişleri Bakanı Tillerson, Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster ve Savunma Bakanı Mattis... Hepsi Türk mevkidaşlarıyla bu konuda şubat ayı gibi görüştü. Birkaç gün önce de Münbiç konusunda taslak bir ortak anlayış olduğu açıklandı. Geçen hafta da Washington’da görüşmeler oldu.
- Görüşmeler nasıl geçti?
Benim her iki taraftan da anladığım kadarıyla Tillerson’la varılan ortak anlayışın devam etmesi konusunda ilerleme kaydedildi. Biliyorsunuz Tillerson’la Çavuşoğlu görüşecekti ancak iptal oldu çünkü Tillerson görevden alındı. Ama Dışişleri Müsteşarınız Ümit Yalçın bazı görüşmeler yürütecek. Washington’da büyük bir değişiklik yaşandı ve bu tabii ki süreci yavaşlatıyor. Yeni bakan Pompeo nisandan önce koltuğuna oturmayacak, bu nedenle bir yönetim boşluğu var. Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster da görevden alındı. Türkiye’yle varılan anlayışa hâkim olan isimler Tillerson ve McMaster’dı. Duyduğum kadarıyla Türkiye’ye söylenen şeyler gayet açıktı. Fakat problem şu ki Washington’da şeytan hep ayrıntıda gizlidir. Herkes alınan her kararı destekliyor anlamına gelmez. Bu Türkiye’ye karşı bir komplo değil, sadece ABD’nin dış politika yapış şekli.
- DEAŞ sonrası Suriye’de ABD’nin temel hedefinin İran’ı durdurmak olduğu anlaşılıyor. YPG’yle işbirliğiniz bu çerçevede sürer mi?
YPG, DEAŞ’tan sonra Esad’ın peşine düşecek bir güç olabilir mi? YPG konusunda ABD’de ciddi bir tartışma yürütüldüğünü düşünmüyorum. YPG’nin çekiciliği, üzerinde faaliyet gösterebileceğimiz çok büyük bir alanı kontrol ediyor olmaları. Onların kara gücünü bizim hava gücümüzle birleştiriyoruz. Rusya’nın paralı asker grubu Wagner ve Suriyeli milislerin saldırısında gördüğümüz gibi, bu işbirliğiyle Suriye İran ve Rusya tarafından gelen her şeyi kolayca püskürtebildiğimizi gördük. Fakat bu siyasi-askeri denklemde Türkiye’yle işbirliği yapacabileceğimiz alanlar var. Mesela İdlib’de nasıl Suriyeli milislerle mücadele ediyorsanız biz de Fırat’ta aynı mücadeleyi yürütüyoruz. Asıl mesele Türkiye ve ABD arasındaki YPG endişesini gidermek -ki çok anlaşılır bir endişe. Münbiç’te bir anlaşmaya varmak önemli çünkü dönemin başkan yardımcısı Biden Türkiye’ye bir söz verdi.
- Önceki röportajımızda “Münbiç’i biz aldık, ne yapacağımıza da biz karar veririz” demiştiniz. Sizce Münbiç’te nasıl bir anlaşmaya varılmalı?
Yerel konseyler ve milisler artık aslında stratejik olmayan bu bölgeyi kontrol edebilir. Mesela Afrin, Kobani stratejik yerler. Münbiç stratejikti çünkü YPG o bölgeden Afrin’e ilerleyebilirdi ama artık bu da mümkün değil. Münbiç ABD ve Türkiye için artık o kadar önemli değil bu nedenle bir anlaşmaya varılması zor değil. Türk ve Amerikan askerleri de gözlemcilik yapabilir. YPG’yi anlaşmanın onların da çıkarına olduğuna ikna etmemiz gerek. Çünkü ayrılmayı reddedeceklerdir.
‘Hiçbir Türk yetkili ABD'nin çekilmesini istemiyor’
- Zaten Afrin’de büyük bir kayıp yaşadılar...
Evet. Bakın YPG’yi Münbiç konusunda mutlu etmek ABD’nin önemli bir ulusal çıkarı değil. Fakat YPG’yi 2 bin gücümüzün olduğu Kuzey Doğu Suriye’deki bölgeler (diğer kantonları kastediyor) konusunda mutlu etmek bizim için önemli. ABD çok basit bir şekilde o bölgelerden ayrılabilir. Ama ne zaman Türk bir yetkiliye “Ayrılmamızı ister misiniz?” diye sorduysam, hiçbir zaman “Evet” yanıtı almadım. İkincisi, YPG’ye savaş açabiliriz, on binlerce Amerikan askerini bölgeye yığabiliriz, bölgeyi kendi kontrolümüz altına alabiliriz. Ama bunu yapmayacağımız da açık. Ya da bir yanda Türkiye, diğer yanda YPG’yle bir anlaşma yürütebiliriz ve herkes birbirinin çıkar alanından uzak durur. Bu mümkün müdür bilemiyorum ama Türkiye’yle bu çerçevede pazarlık yürütüyoruz.
- Tillerson görevden alındı, Türkiye Tillerson’la varılan anlayışa güvenmeli mi?
Evet ama müzakereleri yürüten Türk yetkililer de Amerika’yı iyi tanıyorlar. Yeni bir isim geldiğinde ortalığın genelde karıştığını da biliyorlar. İşleri yoluna koymak biraz zaman gerektiriyor. Bakın bu müzakereyi Tillerson icat etmedi, Ankara’ya sadece kendi isteğiyle gitmedi. Bu ziyaret Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster ve Savunma Bakanı Mattis’in de desteğiyle oldu. Tabii ki bu, farklı aktörler durumu farklı yorumlamıyor anlamına gelmez.
- Tillerson’un ılımlı olduğu, Pompeo’nunsa sert fikirlere sahip olduğu biliniyor. Ankara, “Yeni dışişleri bakanı işleri karmaşıklaştırabilir mi?” diye düşünmeli mi?
Tabii ki makamda değişiklikler işleri zorlaştırabilir. Ama size Washington’da hâkim olan görüşü aktarayım: Eğer İran’ı, Irak ve Suriye’de kontrol altına almazsak, birileri kendini büyük bir savaşın içinde bulabilir. Ayrıca bu bölgeyi İran’a bırakırsak, Sünni Araplar bir kez daha ayaklanabilir. Ve El Kaide gibi yeni cihatçı gruplar ortaya çıkabilir. Bu şu demek: ABD sadece siyasi süreç yürütmemeli, sahada da aktif olarak yer almalı. Sadece Esad’a değil, Rusya’ya da baskı uygulamalıyız ve onlara “Zafer gösterinizi yapıp öylece evinize gidemeyeceksiniz” demeliyiz. Rusya tabii ki üslerini bırakmayacaktır, Esad’dan da vazgeçmeyecektir. Ama Rusya’nın İran’ı güçlendirmesini durdurmalıyız. Bunu başarmak için sahada bulunmanın yanı sıra Türkiye’yle de iyi bir ilişki yürütmemiz gerek.
- Bir yanda Rusya var... Geçen hafta Foreign Policy için kaleme aldığınız makalede, “ABD Türkiye’yle ilişkisinden ne olursa olsun vazgeçmemeli” dediniz...
Bakın ABD ve AB Türkiye’yi pek çok alanda -askeri, ekonomi, mülteci meselesi gibi- ortak olarak görüyor. Ve biz bölgeyi değiştirip egemenliğimiz altına almak istemiyoruz. Bizim kolektif bir güvenlik sistemimiz var. İran ve Rusya’ysa bölgeyi domine etmek istiyor.
- Peki Rusya bunu yapmakta ne kadar başarılı oldu? Mesela Afrin’de Türkiye’ye destek vererek, bir NATO ülkesiyle yakın ilişki kurarak...
Rusya ABD ve Türkiye arasında bir çatlak yaratmak için Afrin operasyonuna destek verdi. Fakat ABD bu yemi yutmadı. Afrin konusunda fazla ses çıkarmadık. ABD’nin orada kilit bir çıkarı yok, Putin yanlış hesap yaptı. Türkiye’nin Afrin’de olmasını da istemiyor, aslında Türkiye’nin Suriye’nin hiçbir yerinde olmasını istemiyor. Bir yandan da Suriye ordusunu İdlib’de Türkiye’yle karşı karşıya bırakıyor. Putin çoğu zaman Türkiye’den memnun değil, sadece birlikte çalışıyorlar.
- Pompeo’nun darbe grişiminin ertesi günü attığı bir tweet var, Türkiye’yi İslami diktatörlük olarak nitelediği. Türkiye, yeni dışişleri bakanından ne beklemeli?
Bu konuda yorum yapmak istemiyorum. Sadece şunu söyleyebilirim: CIA Direktörü olduğunda ilk yurtdışı ziyaretini Türkiye’ye yapmayı tercih etti. Bir tweet’ten çok buna bakarım. Dediğim gibi Tillerson’un Ankara ziyareti de kişisel bir tercih değildi, Amerikan politikasının sonucuydu. O politika da hâlâ yerinde duruyor.
- Washington karışık, Türkiye karşısında güvenilebilir bir yönetim olmadığını düşünüyor. Bize Washington’da gerçekten ne olduğunu anlatabilir misiniz?
Aramızdaki ilişki çok korkunçmuş gibi görünüyor. Ama son 2 senede hem ABD hem Türkiye çok tehlikeli Suriye sahnesinde önemli askeri başarılara imza attı. Basın sözcüleri toplantılarda birbirlerini suçlasa da bu başarıları eşgüdüm sayesinde sağladık. Ben sahada ne olduğuna odaklanırım. Türkiye’nin sınırlarının ötesine geçip, başka bir ülkeye gidip, PKK’nın kontrol ettiği, silah yığılmış bir alanda konvansiyonel savaş yürütme kapasitesine sahip olduğunu gördük. Bu çok önemli. Aynı şekilde ABD de DEAŞ’a karşı önemli operasyonlar düzenledi aynı anda Suriye ordusu ve İran’la mücadele etti.