Gazeteci Ahmet Altan, gazeteci Prof. Dr. Mehmet Altan ve gazeteci Nazlı Ilıcak'ın haklarında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının Yargıtay tarafından bozulmasının ardından yeniden görülen davada savcı esas hakkında mütalaasını açıkladı. Savcı Ahmet Altan’ın “terör örgütüne üye olmadan yardım” suçundan alt sınırdan uzaklaşılarak cezalandırılmasını talep etti.
Geçen günlerde yürürlüğe giren yargı reform paketini de hatırlatan Altan'ların avukatı Figen Çalıkuşu, “Hiçbir kanıt ve yasal dayanağı olamayan, zorlama suçlamalarla insan hayatlarını yok etmeye kalkan böyle bir savcı mütalaası olabilir mi?" diye sordu. Çalıkuşu karara, "Yargı reformu düşünceyi böyle mi koruyor? İfadeye özgürlük bu kandırmaca kıskacında mı geliyor? Düşünce bu mütalaa ile bir kez daha kelepçeye vurulmuştur” diye tepki gösterdi.
Ahmet Altan ve davanın diğer sanıkları gazeteci Nazlı Ilıcak, kapatılan Zaman gazetesi eski görsel yönetmeni Fevzi Yazıcı, marka pazarlama direktörü Yakup Şimşek ve Polis Akademisi eski öğretim görevlisi Şükrü Tuğrul Özşengül üç yılı aşkın süredir tutuklu bulunurken, Mehmet Altan, hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca Haziran 2018’de serbest bırakılmıştı. Yargıtay’ın bozma kararı gereği yeniden görülen davanın ikinci duruşması 4 Kasım’da görülecek. Duruşma öncesi UYAP’a yüklenen esas hakkında mütalaayı Twitter’da değerlendiren Çalıkuşu, bunun “yargı reformunu sıfırlayan bir skandal” olduğunu belirtmişti.
Çalıkuşu, bugünkü açıklamasında mütalaa ile bir kez daha düşüncenin cezalandırılmaya çalışıldığını, savcının “düşüncesini ifade ettiği için suçlu ilan ettiği Ahmet Altan’ın 1135 gündür tutuklu olmasını görmezden gelip, bir de tutulmaya devam edilmesini ve asgari hadden uzaklaşılarak cezalandırılmasını” istediğini söyledi.
Avukat Çalıkuşu’nun yaptığı açıklamanın tam metni şöyle:
İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi Savcısı MUHAMMED ENSAR BULUTOĞLU, 04 Kasım 2019 tarihinde yapılacak duruşma öncesinde, 31 Ekim 2019’da mütalaasını açıkladı.
Mütalaaya göre müvekkilim Ahmet Altan yönünden suç sayılan eylem “gazetecilik faaliyeti.”
Gazetecilik faaliyeti, iddia makamına göre nasıl suç oluyor? Açıklayayım;
“Devletin silahlı kuvvetlerine sızan mensuplarınca silahlı bir kalkışma/darbe gerçekleştirme ihtimalinin kuvvetle muhtemel olarak görüldüğü bir dönemde
Örgütün anayasal düzene karşı icra edeceği kalkışma öncesindeki sürece mutat siyasi muhalefet görüntüsü vermeye çalışmak
Ve örgütün sempatizan sınıfını oluşturan geniş halk kitleleri nazarında sözde meşruiyetini korumak amacına hizmet eder mahiyetteki gazetecilik faaliyeti kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayan eylemler
Örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte,
Silahlı terör örgütüne yardım etmek suçunu oluşturduğu” görüşüne göre…
Hiçbir kanıt ve yasal dayanağı olamayan, zorlama suçlamalarla insan hayatlarını yok etmeye kalkan böyle bir savcı mütalaası olabilir mi?
Savcıya göre, Ahmet Altan siyasi analiz ve eleştiri amacıyla kalem aldığı üç yazısında ve katıldığı TV programında açıkladığı görüşlerinde ifade ettiği düşüncesi ile terör örgütü olduğunu bilmediği, nihai amacını bilmediği bir silahlı terör örgütünün üstelik hiyerarşik yapısına da dahil değil iken yardım etmiş oluyor.
İddia makamı bu sonuca nasıl ulaşıyor; Ahmet Altan’ın açıkladığı “hoşa gitmeyen düşünceyi” suç sayarak.
Suç düşünce, delili ifade …
Anlıyoruz ki ülkede “darbe olacağının kuvvetle muhtemel olduğunun görüldüğü bir dönem” varmış. Devletin savcısı bunu söylüyor.
Bu dönemde darbe olması engellenemiyor ama düşüncesini ifade eden bir gazeteci-yazar darbeyi yapacak örgüt ve bu örgütün nihai amacından bihaber örgütün hiyerarşik yapısına dahil de değil iken silahlı terör örgütü bu amacını geçekleştirsin diye yardım ediyor…
Düşünce bu mütalaa ile bir kez daha kelepçeye vurulmuştur.
Aynı savcı, düşüncesini ifade ettiği için suçlu ilan ettiği Ahmet Altan’ın 1135 gündür tutuklu olmasını görmezden geliyor, bir de tutulmaya devam edilmesini ve asgari hadden uzaklaşılarak cezalandırılmasını istiyor.
Halbuki, Anayasa Mahkemesi Başkanı, yardımcısı ve diğer iki üyesi Ahmet Altan için verilen AYM kararına karşı oy gerekçesinde yazı ve konuşmasından ötürü tutuklanmasını açıkça anayasal haklarına müdahale ve hak ihlali kabul ediyor.
İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’a aynı suçtan, örgüte yardım etmek suçundan en alt seviyeden ceza veriliyor ve derhal tahliye ediliyor.
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya daha ağır olan örgüte yardım etmek suçundan en alt seviyeden ceza veriliyor ve derhal tahliye ediliyor.
Ama dünyaca ünlü bir romancıya, bir gazeteciye, bir yazara düşünceleri hoşa gitmediği için zulüm öngörülüyor.
Buradan soruyorum;
İddia makamı, mütalaasında “Devletin silahlı kuvvetlerine sızan mensuplarınca silahlı bir kalkışma/darbe gerçekleştirme ihtimalinin kuvvetle muhtemel olarak görüldüğü bir dönemde” derken, devleti gazeteci-yazar ile mi özdeş saymaktadır?
Bir daha sormak isterim;
Yargı reform kapsamında özel yasa olan Terörle Mücadele Yasası'na neden ekleme yaptınız?
Neden?
Çünkü ihtiyaç vardı. Çünkü bu dönemde terörle düşünce arasındaki mesafe sıfırlandı.
Yargı reformu kapsamında yapılan değişiklik sonucu, aynı eylemden, örgüte yardım etmek eyleminden 489 gündür cezaevinde tutulan Eren Erdem tahliye ediliyor. Gerekçe; “tutuklukta geçirdiği sürenin ve olası temyiz yasa yolunda geçecek sürenin” dikkate alınması…
Ama 1135 gündür tutuklu Ahmet Altan’ın silahlı terör örgütüne yardım etmek eyleminden asgari hadden uzaklaşarak ve tutulmaya devam edilerek cezalandırılmasını isteniyor.
Böyle bir adalet, böyle bir hukuk, böyle bir vicdan olabilir mi?
Devletin Savcısı “Devletin silahlı kuvvetlerine sızan mensuplarınca silahlı bir kalkışma/darbe gerçekleştirme ihtimalinin kuvvetle muhtemel olarak görüldüğü bir dönemde” bir gazeteci-yazarı düşüncesini açıkladığı için silahlı terör örgütüne yardım ettiğini düşünüyor.
Güvence altında olduğunu sandığı Anayasal hakları kapsamında;
Düşündüğü için … Düşüncesini ifade ettiği için.
Yargı reformu düşünceyi böyle mi koruyor?
İfadeye özgürlük bu kandırmaca kıskacında mı geliyor?…
Hoşa gitmeyen düşünce; tüm evrensel hukuk kurallarına, T.C. Anayasası’na, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, AYM ve AİHM kararlarına rağmen kelepçelenmeye, düşüncenin sahibi de zulüm görmeye devam ediyor.