Ahmet Altan*
Aaaaaaaaaaa
Tayyip Erdoğan’ın skandallarla dolu son Amerika seyahatinde gazetecilere saldıran korumalarının, Brookings Institution’ın önünde protestocuların seslerini bastırmak için “aaaaaa…..aaaaa…aaaaa” diye bağırmaları sanırım AKP iktidarının ve medyasının son beş yılının tam bir özetiydi.
İlkel, çaresiz, zekâsız ve zorbaydı.
Hangi ülke kendi polisini böyle bir zavallı görüntüye sokar?
Hangi ülke böyle ilkelleşir?
Bir ülke nasıl rezil edilir sorusunun neredeyse bütün cevaplarını Erdoğan’ın bu gezisinde gördük.
Muhalif gazetecilere saldırdılar, hırpaladılar, küfür ettiler, salondan çıkartmak için çabaladılar.
Türkiye’yi nasıl bir anlayışın yönettiğini Amerika’nın başkentinde bütün dünya izledi.
Binlerce yazının, bildirinin, beyanatın anlatamayacağını yarım saat içinde herkese anlatmayı becerdiler.
Şimdi Türkiye’yi kimlerin yönettiğini artık herkes biliyor.
Bunlarla da yetinmediler.
Bir de üstünde “we love Erdoğan”, “gerçek+barış=Erdoğan” yazıları bulunan, Türk bayrakları taşıyan kamyonları Washington sokaklarında dolaştırdılar.
“Biz Erdoğan’ı seviyoruz” yazılı kamyonlara Türkiye Cumhuriyeti’nin bayraklarını koyma hakkına kim sahip?
“Siz” Erdoğan’ı sevebilirsiniz, “biz” Erdoğan’ı sevmiyoruz.
Nasıl oluyor da bütün bu ülkeyi temsil eden bayrağı, böylesine zekâsız ve seviyesiz bir propagandanın aracı haline getirebilirsiniz?
Nasıl İdi Amin’i hatırlatan böylesine zavallı bir propagandaya bütün Türkiye’yi âlet edebilirsiniz?
AKP iktidarı böyle bir propagandanın gülünçlüğünü görmüyor, izansızlıklarından yaptıklarının sadece kendilerini değil Türkiye’yi de rezil ettiğini kavrayamıyor.
Ama bu gülünçlüklerine Türkiye’yi âlet etme hakları yok, bu lafların yanına bayrak resimleri koyamazlar, koysunlar kendi “ampullerini” kamyonların üstüne dolaşsınlar.
Bu gülünçlüklerin ve gazetecilere yapılan saldırıların cevabı tabii çok sert bir şekilde geldi.
Obama, örneğine pek rastlanılmayacak bir sertlikte Erdoğan’ı ve onun gazetecilere uyguladığı baskıları eleştirdi.
“Bu politikaların Türkiye’yi sorunlu bir yola soktuğunu” söyledi.
Böylesine sert bir açıklamanın nedenlerinden birinin de Türk polislerinin Amerikan başkentinin göbeğinde muhalif gazetecileri dövmesi olduğu iddialar arasında.
Erdoğan’ın her gittiği yerde birilerini dövüyor korumaları ve ev sahibi ülkeler “kendinize gelin” türünden açıklamalar yapmak zorunda kalıyor.
“Anayasaya uymayacağını” açıklayan bir cumhurbaşkanının yönetimde olduğu bir ülkenin zorbalıktan ve rezil olmaktan kurtulma olanağı pek yok.
Ülkenin içinde bu zorbalığı artırarak sürdürecekler.
Ama “biz Anayasa’ya da uymayız, hiçbir sınırı da tanımayız” diyen AKP iktidarına hayat sınırlarını göstermeye başladı.
Rus uçağını vurduktan sonra ilk sınıra çarptılar, Obama’nın açıklamaları onlara ikinci sınırı gösterdi.
Dış dünyada neleri yaparlarsa başlarına ne geleceğini yaşayarak öğrendiler.
Can Dündar’la Erdem Gül’ü “Anayasa’yı çiğneme” pahasına hapse attırma isteğine karşı çıkan direnç, AKP’ye “içerdeki” sınırları da anlattı.
“Uzun adamı seviyorum” diye Facebook mesajı atan adamları yargıç kılığına sokarak bütün Türkiye’yi teslim alırım anlayışının o kadar da kolay olmadığını bu son olayda yaşadılar.
“Anayasa’ya uymayacağım” diyen bir adamın anayasa dışı “fiili başkanlık” arzusunun yarattığı gayrımeşru yönetim sınırlarına dayanıyor.
Eğer bir parça zekâları varsa, bir nebze akılları kaldıysa bütün bu mesajların kendilerine “Anayasa’ya ve akla geri dönün” dediğini kavrarlar.
Ama doğrusunu isterseniz, akademisyenleri tutuklatan, gazetecileri hapse attırabilmek için Anayasa’yı çiğneyen, Kürt şehirlerini “ölüm tarlalarına” çeviren bir iktidarın akılla ve zekâyla ilişkisi kaldığını pek sanmıyorum.
Hem “Ey Obama” diye bağırıp hem “beş dakika görüşelim nolur” diye yalvaran, hem “barış için her fedakârlığı yaparım” deyip hem de “binlerce öldürdük inşallah daha da öldüreceğiz” diyen çelişki ve şaşkınlık dolu bir yönetim biçiminin çizdiği zigzaglar sonunda onları dar bir sokağa soktu.
Ne durabiliyorlar, ne dönebiliyorlar.
O yüzden de susturmak, hapsetmek, dövmek, öldürmek istiyorlar.
Bunu öylesine abarttılar ki Obama uyarıyor, AB “yapmayın” diyor, Der Spiegel Erdoğan’ın resmini canavar biçiminde kapağına koyuyor, Alman televizyonları Erdoğan’la alay eden programlar yayınlıyor.
İçerde “Anayasa’yı tanımayan”, dışarda her gün biraz daha fazla alay konusu olan bir adam da “ben fiili başkanım” diye ortalıkta dolaşıp herkese emirler vermeye çalışıyor.
Bunların artık bir vaadi, önerisi, fikri, projesi yok.
Sadece zorbalık yapıyorlar ve eleştirileri susturabilmek için medyadaki adamlarını “aaaa…. aaaaa…aaaa” diye bağırtıyorlar.
Gazetelerine bakın, kendini Tarzan sanan zavallı bir şempanzenin çıkardığı anlamsız sesleri göreceksiniz.
Bu zavallılık ve çaresizlik yüzünden zaten Washington sokaklarında “we love Erdoğan” diye kamyon dolaştırıyorlar.
Bunlara cevabımız net bizim.
“We don’t love Erdoğan, we love democracy.”
*Bu yazı P24 Bağımsız Gazetecilik Platformu'nda yayımlanmıştır.