* Ahmet Tulgar
İki hayatım oldu benim. İki hayat oldu benim için. Birinin şefkati olmasa diğerine katlanamazdım. Birinde yaptığım hataları diğerinde anlayışla karşıladım ben. Diğeri bana herkesi, öncelikle de kendimi affetmeyi öğretti.
Bir bayram öğlesini hatırlıyorum şimdi. Çerkesköy 3. Zırhlı Tugay’da. Nasıl özlemişim annemi. Ne zaman gelecek? Bıyıkları yeni terlemiş bir yeniyetme, bir astsubay çavuş sıcağın altında yatırmış hepimizi yere, şınav çektiriyor ceza niyetine. Montumun altında her fırsatta gizlice devam ettiğim bir kitabı Albert Camus’nün, Veba Şınav tekrarlandıkça montumun ucu çıkıyor pantolonumdan ve kitap yerde. Pat. Çat. “Komutanım” diye cılız bir isyan, faşist muvazzafın tokadı şakladığımda suratımda. “Bunu mu okulorsun ulan!” Albert Camus tuttu beni o an sendelememem için. Minnet duyuyorum ona beni düşürmediği için. Beni düşürmedi zaten bir hayatım diğer hayatıma toptan. Düşsem iflahım kesilir, ölürdüm.
İki hayatım oldu benim. İki hayat oldu benim için. Birinin zulmüne hayatta dayanamazdım, diğerinde zalimleri bile sevmesem. Kendimden saymasam. Kabullenmesem.
Sağıma yatardım bir yıl, soluma yatardım bir yıl. Kitaplarımda kırmızı damgası idarenin. Almanca bilirlermiş gibi. Habermas anlarlarmış gibi. Mann’a nüfuz edebilirlermiş gibi. Orada anladım bi hayatın olursa eğer, diğerini de kimse alamaz elinden. Hayat, zihin ve zamandır aslında. Zamanı zihinde üretebilmek. Mekan değildir aslolan. Mekan bahane. Sabahları sayım biter bitmez, eli sopalı gardiyanlar gider gitmez diğer hayatıma giderdim ben de. Beni orada Cortazar beklerdi, kahvesi yarım; Benjamin beklerdi, gözlükleri buğulanmış; Enzensberger beklerdi, bir dizenin sevinciyle aydınlanmış yüzü. Böyle geçti cezaevi seneleri, anlaya anlaya. Neden? Bir hayatım olmasa, diğerinde asmıştım kendimi bir kalorifer borusuna.
İki hayatım oldu benim. İki hayat oldu benim için. Birinin kahramanları olmasa bir aşk kahramanı olmazdım ben de. Böyle birlermiş gibi yaparak, böyle korkusuz dalamazdım bir muammaya. Aşkı birinden öğrendiğimden, diğerine böyle usta yazıldım ben. Taşıyamazdım hasretin ağırlığını, el vermese Werther, Eduard, Aschenbach. Bir savaşsa aşk, yalnız değildim bu savaşta. Anlayış, saygı, biraz da kaygıyla anlatırlardı bana hikayelerini. Otobüste, vapurda, trende, tercih edilmiş akrabalarımla, tercihan akrabalarımla katlandım gördüklerime, duyduklarıma, orta zekanın trafiğine. Kabalığa. Elimdeki kelimeleri sökmeye çalışan mütecessislere içimden güldüm geçtim. Böylece geçtim bir hayattan, diğerinin yardımıyla.
Plazalarda yalan ve manipülasyon üretilirken, onlar Genelkurmay’la, hükümetle, devletle, bilumum güç odaklarıyla halvet olurken, ben Buddenbrook’ların arasındaydım. Hanno’nun yasını tutuyordum. Lübeck’teki hayatım olmasa, İstanbul’da da bir hayatım olmazdı. Böylesi olmazdı yani. Bir medya mağlubu ya da sizce bir medya kahramanı olmazdım ben.
Mesela Bernhard olmasa ben de olmazdım. Çoktan giderdim. Gitmiştim.
O, Gmunden’de olmasa, ben de İstanbul’da olmazdım yani. Bu kadar.
Lotte Weimar’a bir daha gelmese, ben de bu kentte kalmazdım. Bu kadar.
Bir hayatımda insanın ihtişamını görmesem, diğerindeki alçalmaya tahammül edemezdim. Bu kadar.
* Ahmet Tulgar'ın "Henüz / Zaman Var" kitabına yazdığı önsöz
TIKLAYIN | Gazeteci Ahmet Tulgar hayatını kaybetti!