Yaşam

Akademisyen baba Özkırımlı: Istırap çekmesin diye evladınızın celladı da oluyorsunuz

Lucca adına bir fon oluşturup, belgesel çekip kitap yazacak

07 Ekim 2018 11:27

İsveç’te akademisyen olan Doçent Umut Özkırımlı'nın nöroblastom kanseri beş yaşındaki oğlu Lucca, geçen temmuz ayında yaşamını yitirdi. Tedavisi için 250 bin dolar toplanan küçük Lucca, yeni tedavilerin denenmesine ve 36 kez kemoterapi almasına rağmen kurtarılamadı.

Akademisyen, Umut Özkırımlı ve eşi Erica oldukça zor bir karar vererek Lucca için yasal olan palyatif uyku (bir nevi ötanazi) hakkını kullandı. Oğullarının hayata döndürülmemesi kararını imzaladıklarını söyleyen Akademisyen,"O daha fazla ıstırap çekmesin diye evladınızın celladı da oluyorsunuz" diyor.  Özkırımlı Türkiye’deki ‘nöroblastom çocuklar’ın tedavilerine yardımcı olabilmek için, Lucca adına bir fon oluşturup, belgesel çekip kitap yazacak. 

Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Özkırım'lı zorlu süreçte yaşadıklarını  şöyle anlattı: 

* Peki ya ölüm? Ölümünü nasıl yaşadınız?

- O kadar tarifsiz bir acı ki... O daha fazla ıstırap çekmesin diye evladınızın celladı da oluyorsunuz. Son günlere gelindi. Artık kendini kaybetmeye başladı. Her tarafı tümörler içerisinde. Dizindeki tümörler yüzünden dizleri inceldi, omzundaki tümör acıyor, çenesi büyüdü, büyüdü, kanıyor, ağzını kapatamıyor. Sürekli bir şeyler yemek istiyordu. Annesi her gün sıfırdan çikolatalı kek yapıyordu üzerinde krema ve çilek olan. Onu yemek istiyordu. Son gün verdim, yemeye çalıştı. “Baba, ağzımı kapatamıyorum tümör yüzünden!” dedi. Artık o noktada aradık doktorları ve palyatif olarak uykuya sokuldu. Doktorlar size yasal olan çerçeve içerisinde öyle bir morfin veriyorlar ki, o acı çekmesin diye izin verildiği ölçüde pompaya basıyorsunuz. O zaman çocuğunuza morfin vermiş oluyorsunuz ve vere vere bir ölçüde kalbi duruyor. Bir nevi ötanazi aslında.

* Ne kadar sürdü bu süreç?

- Sabah 9-10 gibi uyutuldu, aynı anda da o morfinli pompaya bağlandı. Belli saatlerde pompaya basıyordu annesi.  Ben yapamadım. Altı saat boyunca beş kişi başında oturduk. Çıt çıkmıyordu, sadece Lucca’nın giderek seyrekleşen nefes alıp vermelerini dinliyoruz. Çok derinden nefes veriyordu. Acı çekmiyorlarmış, o sırada bunu da öğrendik. O altı saat boyunca Erica, onun başında oturdu ve 15 dakikada bir o pompaya bastı. Ben hayatımda böyle bir dirayet, böyle bir cesaret görmedim. Biz hepimiz, Lucca’nın bize öğrettiği bir oyun vardı, onu oynuyorduk telefonlarımızla. Kaçıncı seviyedesin? 40. Sen kaçtasın? 60. Ve... Pompaya basılıyordu. 23.43’te kalbi durdu. Bir anda kalktık ayağa, ben gittim yanına, nabzına, nefesine baktım... Oğlum artık gitmişti. Ondan sonra sarıldım, sarıldım sıcakken bedenine. Annesi de sarıldı. Ağla ağla... İnsana, ölü yavrusunu kollarında tutması kadar acı veren bir şey yok. Üçe kadar sarıldık. Yıkadık, sevdiği kıyafetlerini giydirdik. Buz gibi oldu sonunda, katılaştı. Götürdüler işte. Öyle yani...
 

Oğlumun belgeselini yapmak istiyorum

* Şu anda neler yapmak istiyorsunuz?
- Elimizde, bağışlardan kalan bir miktar para var. Biraz daha toplayıp Lucca adına bir fon oluşturmak istiyorum. Amacım; gelirin, Türkiye’deki ‘nöroblastom çocukları’nın tedavisi için kullanılması. Bu yolla çocukları kurtaralım. Yaptığımız şey, bir şeye yarasın ve Lucca’nın adı yaşasın. Bunlar ayakta tutuyor beni. Bir de Lucca’nın hikâyesini yazacağım. Kampanya sırasında bağış verenlerden muhteşem mesajlar aldım. Onların da hikâyesini ekleyeceğim. Aynı şekilde Lucca’nın belgeselini çekmek istiyorum.

Ben toprağın altında değil seninle buradayım baba!

*“Allah onu yanına aldı. Melek oldu...”

- Çok isterdim böyle diyebilmeyi. Ama diyemiyorum. “Kader” de diyemiyorum ben çünkü kadere de inanmıyorum. “O hep yanımızda aslında. Şu anda bizi yukarıdan gözlüyor“ da diyemiyorum.

*Bazen öyle hissediyorlar ama...

- Ben de hissediyorum. Ne semboller yakalıyorum bir bilseniz ama bence her şey kafamızda... Mesela Lucca’yı her gece çan sesiyle uyuturdum. Evim, büyük bir kiliseye yakındı çünkü. Lucca da çan sesini çok severdi. Dokuzda çalacak ve o saatte uyuyacak. Başka bir yerdeysek uyku saati geldiğinde YouTube’dan ‘app’ filan indiriyordum. Ama çeşit çeşit çan sesi var; bir tane yok yani, bin tane var. Lucca ise ille de kendi sevdiği çan sesini isterdi. Ben cenazelerin gereksiz bir şey olduğunu düşünürüm. Çocukların cenazesi hiç olmamalı bence. Erica istediği için yaptık. Neyse ki dini olmayan bir tören yapıldı. Tabii o kadar sarsıcıydı ki, ağladık, ağladık... Tam bitimine yakın, kilisenin çanları çalmaya başlamasın mı? Ama Lucca’nın nefret ettiği çan sesiydi! Sanki, “Ben burada değilim!” demeye çalışıyordu. Sonra ben perişan bir şekilde İsveç’ten ayrıldım, arkadaşlarım Barselona’nın kıyı tarafında bir kasabaya götürdüler beni. Sabah gözümü açtım, yine kilise çanları çalıyor! Bu sefer Lucca’nın bayıldığı çan sesi! Sanki “Ben orada toprağın altında değil, burada seninleyim baba. Hayata devam etmek zorundasın!” diyordu."


Röportajın tamamına linkten ulaşabilirsiniz