Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde danışmanlığını da yapan Hürriyet gazetesi yazarı Akif Beki, CHP ile AKP'nin genel başkanlarının 'popülizm yarışı'nda olduğunu belirterek "Yıldırım'la Kılıçdaroğlu Hollanda'ya Allah ne verdiyse dümdüz gidiyorlar. Neyse ki Erdoğan anti-popülist" dedi. Beki heri iki genel başkanın da "ABD ve Rusya’yla ilişkilerimize de el atacaklar"ını savunarak "Seçim meydanları, Avrupa’ya attığımız Osmanlı tokatlarıyla çınlıyor." diye yazdı.
Akif Beki'nin Hürriyet'teki yazısı şöyle:
Seçim meydanları, Avrupa’ya attığımız Osmanlı tokatlarıyla çınlıyor
Osmanlıyı Haçlı’ya nasıl aşk ettiğimizi, bizzat Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu anlata anlata bitiremiyor.
“Dersinizi verdik, gelir yönetiriz de sizi” diyor.
Okkalı tokat arsızı yaptık Batı’yı. Tepemizin tasını attırırlarsa gidip kafalarına vura vura onları nasıl yöneteceğimizi de çarpıyoruz yüzlerine.
Düşman tepelemecede, ‘tepesine binme’ safhasına geçmiş bulunuyoruz yani.
Bizimle oyun olmayacağını gördüler. Lafımız ağır, şakamız yok.
Bir de filme almayı becerdik mi şu baldan tatlı öfkemizi, tadından yenmez...
YİNE ERDOĞAN FARKINDA
Başbakan Yıldırım, Avrupa’yı ‘Evet’lerle... CHP lideri Kılıçdaroğlu, ‘Hayır’larla inletmeye çağırıyor meydanları.
İkisi de milleti doldura doldura, kendi sandıklarını Avrupa’ya tepki oylarıyla patlatma gayretinde.
En dikkatlileri yine Cumhurbaşkanı Erdoğan...
Hollanda Başbakanı Rutte’ye ne diyor: “Seçimi kazanmış olabilirsin ama Türkiye gibi bir dostunu kaybettin...”
Dış politika popülizmiyle oy toplamanın ülkelere maliyeti işte bu.
Öfke kabartıp üstünde sörf yapan popülist siyasetçinin kendi kazansa bile kaybeden ülkesi oluyor.
CHP ile AK Parti genel başkanları popülizm yarışında kapışadursunlar, Cumhurbaşkanı tehlikenin farkında.
Dış politika polemiklerinin sokak ağzı kaldırmayacağını, ateşle oynamaktan farksız olduğunu biliyor...
ABD ve Rusya’ya ilişmiyor o yüzden, gayet temkinli ve soğukkanlı tepkiler veriyor.
İtidali elden bırakır da ipin ucu kaçarsa... Başka devletlere bedel ödettirme siyasetinin, millete ne ağır bedeller ödettirebileceğini görüyor.
‘KESKİN SİRKE KÜPÜNE ZARAR’ DEMEMİŞ MİYDİ ECDAT!
Başbakan Yıldırım’la Kılıçdaroğlu’na kalsa... Gözleri, neye mal olacağını hiç görmeyecek.
Allah ne verdiyse dümdüz gidiyorlar.
Korkarım bu hızla, ABD ve Rusya’yla ilişkilerimize de el atacaklar.
O kadar yükselttiler ki eli... PYD’yi bize tercih eden sözde dost ve müttefiklerimizi, terörist ve haydut ilan etmeleri an meselesi.
Vereceğimiz tek karşılık kaldı. O da Rakka’ya PYD’yle girerlerse ABD’ye yaptırım, Rusya’ya ambargo uygalamak olacak.
‘Dediğimizi dedik, bundan sonrasını onlar düşünsün’ noktasına ramak var.
Neyse ki yine Erdoğan anti-popülist. Aşırı popülizmle mücadele sorumluluğunu üstüne alarak uçup kaçanları dengeliyor.
‘YER MİSİN YEMEZ MİSİN’ MİSALİ
Zayıf yerlerinden yakaladık ya Avrupalıları... Seviyemize çıkamıyor, aynı dilde bize karşılık veremiyorlar ya...
Sorsanız; resti çektik, zoru görünce tırstılar tabii, akıllarını aldık, yana yakıla nasıl çark edeceklerini şaşırıyorlar şimdi.
Ama çark da ettirmiyoruz, ucuz yırtmalarına da izin vermiyoruz. Daha işimiz bitmedi onlarla, referanduma bir ay var.
Günlerini gösterdik, kime bulaştıklarını anladılar anlamasına velakin...
Şunun bir sinemasını çekseydik de nasıl madara ettiğimizi izlettirseydik be arkadaş cümle âleme.
Nefesleri nasıl kesildi, nutukları neden tutuldu...
Bozuk para gibi harcayıp ne şekilde iki paralık ettik itibarlarını... Hangi peçeteye çevirdik, ayaklar altına aldık da ne biçim paspasa döndüler...
Darmaduman oldular da çil yavrusu gibi nereye kaçışıyorlar öyle...
SÖZ UÇAR, FİLM KALIR YADİGÂR
Çanakkale Zaferi’mizin 102. yıldönümünü kutluyoruz... 100. yıldönümünde burada ne yazdıysam bak hâlâ aynı yerdeyiz.
“Asker milletin asker kaçağı sineması” demiştim.
En çok savaş filmini 1950-55 arası çekmişiz.
“Kore savaşına asker gönderdiğimiz dönem. Milli duyguları şahlandırma furyası
başlamış, bir rüzgâr esmiş sinemalarda...
Kore Harbi’ni Mehmetçiğin gözünden anlatan filmimiz yok fakat hâlâ.
İlk savaş filmimiz, 1923 tarihli Ateşten Gömlek. Halide Edip ve Muhsin Ertuğrul imzalı...
Ondan, Russell Crowe’un 2014’teki Son Umut’una kadar... Kahramanlık destanlarımız hep cephe gerisinde dolanıyor.
Savaş yerine aşk ve fedakârlık hikâyelerine dayanan romantik, hamasi filmler...
Tayyaresiz hava taarruzu, firkateynsiz deniz harbi, topsuz ve cenksiz kara çarpışması, muharebesiz meydan savaşı hikâyeleri...
Neyse ki jön süvarilerimiz, civan piyadelerimiz var, candan canandan geçerek kurtarıyorlar süngü harbi sahnelerini...”
Bir tek, Özhan Eren’in 2015’teki Son Mektup filmi, umut vericiydi. 94 yılda, savaş kaçkını sinemacılığımızın geldiği nokta gelecek vaat ediyordu. Ama hâlâ vaat...
Var mı arkadaş bu çağda film gibi icraat!