Akit yazarı Kenan Alpay, "Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Mustafa Kemal Atatürk’ü siyasi ve ideolojik olarak istismar eden grupların tekelinden çıkarma çabası, Atatürk’ü CHP’ye bırakmayacağını göstermesi ve 10 Kasım törenlerinde bunun altını kalın harflerle çizmesi, en fazla İslami kisveye bürünerek mahallede dolaşan münafıkları rahatsız etti" diyen Akşam yazarı Kurtuluş Tayiz'in yazısı için, "İğrenç, iftiralarla dolu, kara propaganda yazısı" ifadesini kullandı. "Salih Tuna da bu çirkefliklerde onu yalnız bırakmıyor" diyen Alpay, Tuna'ın "deist/nihilist kafalı İslamcılar" sözlerine tepki göstererek, "İslami kimliğin gereği olarak koyulan tepkileri karalayıp itibarsızlaştırmaya girişiyor" dedi.
Alpay'ın "Mesih Atatürk’ü Pavlus İnönü’den Kurtarma Planı" başlığıyla (17 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Medyada konuşulup yazılanlara bakacak olursak ülkede şöyle bir tablo oluşmuş: “CHP’de muazzam bir öfke patlaması yaşanıyor. Kılıçdaroğlu ve kurmay kadrosu önü alınamaz bir şekilde panik havasına savruldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan milletin gönlündeki Atatürk’e vurgu yaptıkça CHP’nin alanı daralıyor ve hazımsızlık yaşıyor.” Söz konusu analistler öfke patlaması ve panik havasını hangi özel yöntemlerle tespit ettiler bilemiyorum.
Ancak geniş toplum kesimlerinin bu çıkışı ve izahları makul bir zemine oturtamadığını söyleyebiliriz. Aksine olan bitenleri şaşkınlık ve ironi karışımı bir öfkeyle karşıladığını da ifade etmemiz gerekir. Bu durum sadece klasik CHP tabanı ve Atatürkçü toplum kesimleri açısından değil AK Parti tabanı ve geniş muhafazakâr-dindar halk kesimleri için de böyle.
Mesela siyasal analizleriyle hem iç hem de bölgesel-küresel gelişmelere dair Hükümetin politikalarını derinlikli bir biçimde tasvir eden Sabah Gazetesi yazarı Prof. Dr. Burhanettin Duran’a göre hem İslami-muhafazakâr çevreler hem de laikçileriler rahat olmalıydı çünkü yeni bir Atatürkçülük gelmiyordu. Amaç Atatürkçü oyları avlamak gibi bir şey de değil dese de Duran bir önceki cümlesinde “ortak İslami değerlerle Kurtuluş savaşının lideri olarak Atatürk’ü bir araya getirme” formülünün işletildiğini söylüyordu.
Kemalist Muhafazakârlık Tutar mı?
Stratejik mi yoksa taktik bir hamle mi olduğunu tam olarak bilemeyeceğimiz bir şekilde Atatürk ile İnönü ve CHP’nin ilişiğini tamamen kesmek hatta İnönü ve CHP çizgisini toplum nezdinde Atatürk’e ihanetle eşitlemek gibi bir süreç yönetilmek isteniyor. İsmet İnönü ve CHP tarihsel gerçeklerle çok da alakası olmayan bir biçimde keskin bir “Atatürk istismarcısı” olarak kodlanıp lanse ediliyor.
Devlet ve toplum arasında yaşanan sıkıntıların 10 Kasım 1938’den itibaren başladığına ilişkin tezler Türk liralarının üzerine basılan İnönü resimlerinden başka örnek göstermeye hacet duymadan tekrarlanıyor. Mesele Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında şöyle öne çıkıyor: “10 Kasım 1938’de Atatürk’ün irtihalinden sonraki CHP, önce İsmet İnönü’nün, daha sonra da başına geçen diğer genel başkanların CHP’si olmuştur. Bugünkü CHP de malum şimdiki başında bulunan zatın CHP’sidir. Böyle bir parti ile Atatürk arasında ilişki kurmak Gazi’ye yönelik en büyük bühtandır.” (10 Kasım, Milliyet)
Ancak yeni durumu veya açılımı tarihsel veriler ve akademik gerekçelerle besleme hususunda ortaya ciddi bir zaaf, derin bir çelişki çıkıyor. AK Parti’nin siyasal tarihe ve resmi ideolojiye ilişkin yaklaşımına dair örneği yine Burhanettin Duran’ın satırlarından aktaralım: “Tek Parti döneminin radikal laikleşme uygulamalarını CHP ve İsmet İnönü üzerinden eleştirmeyi ihmal etmedi. Ne Takrir-i Sükûn, İstiklal Mahkemeleri ve Terakkiperver Fırka’nın kapatılması gibi uygulamaları meşru gördü. Ne de Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi ideolojik arayışları tecviz etti.” Mustafa Kemal bu ve benzeri daha birçok cürmün tasarlayıcısı ve asli failiyken onu temize çıkarmak üzere bütün faturayı İsmet İnönü ve diğer isimlere çıkarmak son derece yanlış ve bir o kadar da zararlıdır.
İsmet İnönü 10 Kasım 1938’e kadar, evet, hemen bütün işlerinde Mustafa Kemal’in sağ kolu mesabesindedir. Ancak Mustafa Kemal tarafından zaman zaman kalabalık ortamlarda dahi alay konusu yapıldığını, küçük düşürüldüğünü, azarlandığını ve nihayet merkezden uzaklaştırıldığını nasıl unutacağız. Zaman gelip İstiklal Mahkemesi’nin baş cellatlarından Kel Ali’yi (Çetinkaya) İnönü’nün üzerine salan bir başka zaman da Çankaya’da bir resepsiyonda karşıdan gördüğü Kel Ali’yi el işaretiyle çağırıp yanında esas duruşa geçirmiş ve “Ali, yarından itibaren senin mahkemeyi kapattım!” diyen de Mustafa Kemal’dir.
İnönü Kemalizmi Saptırmadı, Sağlamlaştırdı
Verilecek örnek o kadar çok ama bütün bunlara rağmen Atatürk’ü Türkiye için, Cumhuriyet için, bağımsızlık ve hatta Müslüman bir toplum olarak kalabilmemiz için adeta İsa Mesih mesabesinde dokunulamaz bir mucize olarak yansıtan sapkın ve barbarca söylemlerin paydaşı olmak kökten sorunlu bir perspektiftir. Çünkü ona yerli ve milli İsa Mesih muamelesi yapmak için İnönü’yü Atatürkçülüğü tahrif eden Pavlus olarak öncelikli düşman şeklinde damgalayıp toplumun bütün hırsını ondan çıkarması gerekecek.
Siyasetin bu açılımları maalesef yanlış dahi olsa belli bir seviyede karşılık bulmuyor. Mesela Atatürkçü olmaya rıza göstermediği, Kemalizmin asla ortak payda olamayacağını vurgulayan Müslümanlara son derece ahlaksız, iffetsiz ve haysiyetsiz saldırılar tertiplenebiliyor. Örneğin Kurtuluş Tayiz’in Akşam Gazetesi’ndeki “mahallenin siyasal İslamcı münafıkları” diye iğrenç iftiralarla dolu kara propaganda yazısını atlamak olmaz. PKK’ya üyelikten 13 sene hapis yat, çıkınca Özgür Gündem’de PKK propagandalarına devam et, ardından Fetullahçı Cunta’nın Taraf’ında senelerce operasyonel haber-yorumlara imza at sonra bir fırsat bulup Pelikan şebekesi saflarına katıl ve kara propaganda faaliyetlerine tam gaz devam et.
Kurtuluş Tayiz’i bu çirkefliklerinde hiç yalnız bırakmayan kişilerden biri de elbette Salih Tuna’dır. Fetullah Gülen’in konuşmalarını dinledikçe gözyaşı döktüğünü anlatan, 17 Aralık gecesi dahi Fetullah Gülen’e ve hizmet hareketine olan güvenini ikrar eden İran muhibbi Salih Tuna belli bir zamandan bu yana ulusalcılarla ittifak kurulmasını öneren hatta kendi çapında örgütleyen anahtar kişidir. Kemalist söylem ve marşlarla sergilenen rezilliklere karşı İslami kimliğin gereği olarak koyulan tepkileri Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde “deist/nihilist kafalı İslamcılar” gibi ifadelerle karalayıp itibarsızlaştırmaya girişiyor. Bu Salih Tuna ki daha birkaç gün önce “İsmet Paşa’nız, Gazi Paşa’nın yokluğunu fırsat bilmiş olacak ki, vefatının ardından tam 18 sene bu ülkenin minarelerinden ezan okunmadı” yalanını yazmış ve halen de düzeltmemiştir. Türkçe ibadet ve Türkçe ezan, hemen her zaman “Gazi Paşa Hazretleri” diyerek övgülerle andığı Atatürk’ün zorbalıkla başlattığı bir devlet politikasıydı oysa.
Kemalist resmi ideolojinin mağduru olmuş muhafazakâr ve dindar bir topluma Atatürk sevgisi aşılamak, Kemalist hayat tarzını benimsetmek üzere ahmak ve ahlaksız trollere, muhbirlere, kara propaganda uzmanlarına yaslanan siyaset henüz işe başlama aşamasında daha fazlasını kaybetmeye mahkûm olur.