Akşam yazarı Gülay Göktürk, resmi politika olarak Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunma politikasını değiştirmesi gerektiğini savunarak “Türkiye artık 1916’da çizilen eski haritanın savunuculuğuna devam etmek yerine, yeni haritanın şekillenmesinde etkili bir güç olmaya çalışmalıdır” dedi. Sykes-Picot anlaşmasıyla dört farklı ülkenin sınırları içinde kalan Kürtlerin farklılaştığını ve farklı talepleri bulunduğunu dile getiren Göktürk, “Türkiye’nin Suriye Kürdistaln’ına bakışını değiştirmesi, bizim Kürtlerimizdeki bu eğilimi zayıflatmayacak daha da güçlendirecektir” görüşünü savundu.
Gülay Göktürk’ün akşam gazetesinde “Eski haritayı savunmaya devam mı?” başlığıyla yayımlanan (12 Aralık 2015) yazısı şöyle:
Şimdiye kadar yapılan bütün anketler Türkiye Kürtlerinin çok büyük çoğunluğunun eşit vatandaşlık temelinde ve daha ademi merkeziyetçi bir idari yapı içinde birlikte yaşamaktan yana olduğunu ortaya koydu. Benim kanımca, Türkiye’nin Suriye Kürdistaln’ına bakışını değiştirmesi, bizim Kürtlerimizdeki bu eğilimi zayıflatmayacak daha da güçlendirecektir.
Geçen yazımda Ortadoğu’da Suriye iç savaşı etrafında şekillenen ve Rusya’nın fiili müdahalesiyle daha da belirgin olarak ortaya çıkan yeni saflaşmada, PYD’nin pozisyonunu ele almış; hem ABD’nin hem de Rusya’nın bu örgütle ilgili hesaplarını ve tasavvurlarını irdelemeye çalışmıştım. Ama o yazıda Türkiye yoktu. ABD’nin ve Rusya’nın Kürtlere neler vaat edebilecekleri vardı; ama Türkiye’nin ne vaat edebileceği yer almıyordu.
Çünkü bu konuyu ayrı bir yazıda ele almak istedim.
Arap Baharı’ndan bu yana boyuna Ortadoğu’da Sykes-Picot’la dayatılan siyasi sistemin çökmekte olduğunu, yeni sınırlar ve yeni devletlerin doğuşunun yakın olduğunu söyleyip duruyoruz. Ama bunu söylerken, görmek istemediğimiz bir gerçeği ısrarla es geçiyoruz.
O da şu:
Sykes-Picot anlaşmasının en ağır biçimde cezalandırdığı halk Kürtlerdi. Sykes-Picot Arapları da böldü ama onları devletsiz, kimliksiz bırakmadı. Oysa Kürtler bu anlaşmayla yüzyıl boyunca devletsiz kaldılar ve yönetimi altında yaşadıkları devletlerin baskı ve zulmü hatta katliamları altında yaşadılar.
Dolayısıyla bugün resmi politika olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünde ısrar etmek, “Sykes-Picot çöksün ama Kürtler için çökmesin” demektir ve bu ne adil ne de gerçekçidir. Kürtlerin Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilişini yüz yıllık mağduriyetlerini gidermek için tarihi bir fırsat olarak görmelerini anlamak ve hak vermek durumundayız.
Kaldı ki Irak ve Suriye’nin bu kaostan toprak bütünlüğünü koruyarak çıkmasını savunmanın artık pratik bir karşılığı da yok. Bu iki ülke daha şimdiden parçalandı bile. Nitekim, yakın gelecekte oluşacak yeni devletler ve yeni sınırlar üzerinde fikir egzersizleri de çoktan başladı.
Mesela Ortadoğu ve Kürtler üzerinde çalışmalarıyla bilinen Doç. Dr. Abdullah Kıran, Ortadoğu’da yakın gelecekte yaşanması beklenen sınır değişikliklerini şöyle analiz ediyor:
“Ortadoğu’da harita yeniden çizilecek. Belli ki Suriye ve Irak Sünnileri bir devlet çatısı altında birleşecek. Benzer şekilde, Suriye’deki Nusayri Araplar da ayrı bir devlet olacak. Irak ve Suriye Kürtlerinin de birleşik bir devlet kurması uzak bir ihtimal değil.
Suriye ve Irak arasında kurulacak devletin hamisi ve sahipleri, Irak ve diğer Arap devletleri olacak. Suriye’deki Nusayri devletinin hamisi ve sahibinin İran olacağı çoktan beri aşikâr. Peki, komşu ülkeler arasında Kürt devletine kim hamilik ve sahiplik yapabilir? Türkiye kolları sıvayıp Kürdistan’a ebelik edemez mi? (Abdullah Kıran, Büyük Düşünmenin Zamanı, 9 Aralık, Serbestiyet)
Böyle bir politika değişikliğinin bugünden yarına, hele hele PYD Esad ordusunun bir parçası olarak rejimin bekası için cansiperane savaşırken hayata geçirilmesi mümkün değil elbette. Ama Türkiye’nin bu perspektifini berrak bir biçimde ortaya koyması bile birçok şeyi değiştirebilir.
Türkiye artık 1916’da çizilen eski haritanın savunuculuğuna devam etmek yerine, yeni haritanın şekillenmesinde etkili bir güç olmaya çalışmalıdır. Bölgede güçlü bir oyuncu olması da ancak böyle mümkün olabilir.
Tabii buradan, 1925’ten bu yana devlete hakim olan o büyük fobiye geliyoruz: Eğer Irak’tan sonra Suriyeli Kürtler de ayrılıp kendi devletlerini kurarsa ve bu iki devlet de birleşirse, Türkiyeli Kürtlerin de onlara katılmayacağını nasıl garanti edeceğiz?
Cevap kısa: Hiçbir zaman garanti edemeyeceğiz.
Eğer garanti denilebilirse, bunun tek garantisi Türkiye’de yaşayan Kürt çoğunluğun bu ülkenin bir parçası olmaktan mutlu olması ve ayrılıkçı formüllerin çoğunluk talebi haline gelmemesidir.
Aradan geçen yüz yılda Kürtler yaşadıkları dört ülkede de farklı ekonomik, sosyolojik, siyasi şartlarda yaşadılar ve farklı kimliksel konumlar elde ettiler. Kimi yerde ağır diktatörlük şartları, kimi yerde nispeten demokratik bir ortam buldular. Kimi ülkede coğrafi olarak homojen bir bölge oluşturdular, kimi ülkede çok daha fazla entegre oldular. Dört farklı tarih yaşayarak bugünlere geldiler. Dolayısıyla bugün dört ülkedeki Kürtlerin de Ortadoğu’da doğan bir Kürt devleti karşısında aynı duyguları besleyeceğini ve aynı talebi ortaya koyacağını söyleyemeyiz.
Şimdiye kadar yapılan bütün anketler Türkiye Kürtlerinin çok büyük çoğunluğunun eşit vatandaşlık temelinde ve daha ademi merkeziyetçi bir idari yapı içinde birlikte yaşamaktan yana olduğunu ortaya koydu. Benim kanımca, Türkiye’nin Suriye Kürdistaln’ına bakışını değiştirmesi, bizim Kürtlerimizdeki bu eğilimi zayıflatmayacak daha da güçlendirecektir.
Hayat ne gösterir bilinmez ama kesin olan şu ki, Türklerin ve Kürtlerin birliği sürecekse ancak gönüllü bir beraberlik olarak sürebilir.