"Tayyip Erdoğan'ın Gezi’deki tavrı beni AKP’nin dışına itti" açıklaması ile gündem olan Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, iktidar çevrelerinden gelen sert eleştirilere ilişkin olarak, “Fikri çerçeveden uzak, iktidarı koruma amacı üstlenmiş kişiler iktidara yakın bazı gazete ve televizyonlar AK Parti'nin bülteni, hatta liderlerin şahsi gündem gazetesi görüntüsünü taşıyor” dedi. Bayramoğlu, “Bu, hem ülke hem AK Parti için görülmesi ve giderilmesi gereken devasa bir sorundur…” ifadesini kullandı.
Bayramoğlu’nun Yeni Şafak’ta “Fırtına koparan söyleşi…” başlığıyla yayımlanan (8 Temmuz 2015) yazısı şöyle:
Seçimlerin toplumda biriken gerginliği bir ölçüde azalttığı önemli bir varsayım. Son 13 yıldaki diğer sonuçlardan radikal bir fark taşıyan seçim tablosu siyasi aktörlerin şapkayı masaya koyması, toplum ve siyaset ilişkilerinin geleceğini değerlendirmesi bakımından bir kilometre taşı oluşturdu. Buna doğal bir törpülenme evresi de diyebiliriz.
Ancak gerginliğin izleri ve keskin inançlılar arasındaki mücadele hala sürüyor. Bunu, “kestirme algı”, “kişilik katli” ve “araçsallaştırma” gibi mücadele araçları üzerinden anlayabiliyoruz.
Örneği kendimden vereyim. AK Parti iktidarının ilk gününden bu yana bu iktidarın dönüşüm projesini, politikalarının anlamlı ve önemli bulduğum her noktasını savundum. Buna karşın yanlış gördüğüm her noktasını da eleştirdim. Destek ve eleştirinin iç içe geçtiği olduğu anlar oldu. 17-25 Aralık darbesi yolsuzluk hadisesini, yolsuzluk meselesi darbe fiilini benim gözümde ortadan kaldırmadı, örneğin.
Bunları bu köşede, televizyon programlarında, söyleşilerde yaptım.
2013 sonrası Gezi olayları, iktidardaki şahsileşme eğilimi, cemaate yönelik tedbirlerle gelen otoriter dalga, iktidar çevrelerinin tek faktörlü üst akıl mantığı karşısında eleştiri dozum arttı, zaman zaman sert bir dil kullandım. Ancak bugün hala, AK Parti'nin en önemli taşıyıcı olduğunu, kimi sivriliklerini törpülerse ülkeye fayda sağlacak asli siyasi aktör olduğunu düşünüyor ve söylüyorum.
Ne ilginçtir, keskin inançlılar dünyasında ana ekseni, “destek” değil “eleştiriler” oluşturur. Ya mutlak eleştiri, hatta sövgü ya “hiç” eleştiri, hatta övgü beklentisinin kriter haline gelmesi zihniyet otoriterleşmesinin bir göstergesidir.
Nitekim AK Parti'ye yönelik her eleştirim (pek çok başka kişiye yapıldığı gibi) bunları sanki ilk kez ifade ediyormuşum, arzulanan ya da korkulan bir kopuş yaşıyormuşum muamelesi görerek araçsallaştırıldı, siyasi kavgalarda kullanıldı. Bu yapılırken (yine başka pek çok kişinin başına geldiği gibi) sosyal medyadaki “cımbızla-abart-kopyala-yapıştır” yönteminin de katkısıyla, tek cümleye sıkıştırılan kestirme bir algı üzerinden, tek fikirlik keyfi spotlarla yazı ve analizlerin melodisi bozuldu, armonisi tahrif edildi ve indirgemeci bir okumaya tabi kılındı.
Buna dün bir kez daha tanık oldum.
Marketing Türkiye dergisine verdiğim bir söyleşiden, önce bizzat bu derginin sitesi, sonra diğer siteler tarafından seçilen ifadeler, öne çıkarılan fikir ve uslüp bana dair bir melodiyi yansıtmıyordu.
Muhalifler, cemaatçiler, fanatik taraftarlar bu melodiden hareketle sosyal medyada kestirme algı üzerinden kopuş, dönüş, ihanet gibi tabirlerle bir rüzgar estirdiler.
Bu söyleşinin büyük bir kısmında AK Parti'ye ilişkin yukarıda özetlediğim, bu köşede sayısız kere ifade ettiğim tavrımı tekrarlamıştım oysa. MİT manşetiyle ilgili söylediklerimin benzerini, hatta fazlasını bir çok televizyon programında ifade etmek yanında, Yeni Şafak'taki “Suç Duyurusu” başlıklı yazıda dile getirmiştim.
Marketing Türkiye'deki söyleşide kabul etmeliyim ki yeni bir husus var. Basın üzerine, doğrusu siyasi iktidara yakın duran bir basın alanı üzerine, bu alanın basın sektörüne yaptığı etkiler üzerine bir husus bu.
Ülkedeki son bir kaç yılın iç savaş ruh halinin en somut yansıması basın üzerine oldu. İktidar kavgaları, darbe endişeleri, komplocu açıklama eğilimleri özellikle AK Parti'ye yakın gazete ve televizyonların pek çoğunu keskin muhalefetinki gibi tektipleştirdi. Dışa dönük savunma ve mücadele öne çıkarılırken içe dönük eleştiriler yok denecek kadar sınırlandı.
Bu, basında kalite, özgürlük fikri, için doğru ve demokratik olmayan bir modeldir.
Ayrıca onu üreten yapıya da zarar verir. Nitekim bugün basında iktidara yönelik bir uyarı sisteminin olmaması, siyasetçinin istemediği soruların sorulmadığı bir yapının egemenliği AK Parti'ye de zarar veriyor. AK Parti'ye eleştiride sınırlama ve merkezi bir kontrol sistemi bu siyasi partinin bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Uyarı sistemini yok eden bir siyasi parti kendi sonunu da hazırlar. Sadece organik aydınlar ve yazarlar ise faydadan çok zarar getirir. Nitekim bugün hedefe atış yapan, fikri çerçeveden uzak, iktidarı koruma amacı üstlenmiş kişiler iktidara yakın bazı gazete ve televizyonlarda öne çıkıyor. Böyle olunca bu yayınlar AK Parti'nin bülteni, hatta liderlerin şahsi gündem gazetesi görüntüsünü taşıyor.
Bu, hem ülke hem AK Parti için görülmesi ve giderilmesi gereken devasa bir sorundur…
Fırtına koparan söyleşinin serancamı budur…