Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, "Türkiye maalesef eskiye döndü. Bir hukuk devleti olma yolunda atılan adımlardan geri dönüldü. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ı yapan güçler tekrar inisiyatifi ele geçirdi" dedi.
"Darbe teşebbüslerinin bütün çıplaklığıyla açığa çıktığı zamanlarda bile Ergenekon’un yüzde 80’i suyun altında idi" diyen Bulaç, "AKP, şimdi yeni çatışmacı, intikamcı ve cezalandırıcı üslubuyla Selefiler gibi seçmenini giderek lümpenleştiriyor" ifadesini kullandı.
Ali Bulaç'ın Zaman gazetesinde "Çıkış yolu" başlığıyla yayımlanan (10 Temmuz 2014) yazısı şöyle:
Ortadoğu’da İslami akımlar, köklü dini hareketler İslam dünyasının her bölgesinde baskı altında.
Söz konusu ağır baskı ve yılgınlığı 19. yüzyıl pozitivizmini dini metinlerin okuma biçimine tercüme eden modern Selefilik, öfke yanardağlarını patlatarak aşmaya çalışıyor. Bundan politik ve askeri yeni çatışmalar, umutları yok eden bir nihilizm ve kitlesel lümpenlik türüyor. Nefret lavları saçan modern Harici örgütler; İslam’ın meşru ve kabul görmüş bilgi ve düşünce mirasını bir kenara bırakıp pozitivist kesinlikte elde ettikleri hükümleri hakim oldukları bölgelerde hayata geçiriyor; politik ve askeri liderleri dahiyane stratejiler çizse bile harekete geçirdikleri kitleleri giderek lümpenleştiriyorlar. Bundan ¾ sene öncesine kadar Türkiye bir umuttu. Yazık ki Türkiye diğer Ortadoğu ülkeleriyle aynı çizgiye gelmiş bulunuyor; içeride otoriter, dışarıda emperyal milliyetçiliğe evriliyor. Mısır askeri darbesine karşı Türkiye’de düzenlenen Rabia gösterilerinin, bir anda “Tek devlet, tek millet, tek dil ve tek vatan” rabiasına dönüşmesi bu geç kalmış kemalizden mülhem üzerine yeşil boya sürülmüş muhafazakâr milliyetçiliğin nasıl tehdit olabileceğinin hüzün verici işaretlerini veriyor.
Dindar-mazbut kitleler, orta sınıf katmanları, yoksullar ve mağdur Kürtlerin tabanına, kısaca toplumsal merkeze dayanan AK Parti, şimdi yeni çatışmacı, intikamcı ve cezalandırıcı üslubuyla Selefiler gibi seçmenini giderek lümpenleştiriyor. Saldırgan, anlayışsız, her an kavgaya hazır, ağzı bozuk, edep ve terbiyeden yoksun bir saldırganlar ordusu sözde tehlikelere karşı kefen giyen fedailer oluyor. Köşe başlarını tutmuş tetikçiler, iliştirilmiş gazeteciler bunu körüklüyor. Teenniyi, sabrı, şefkati, sadeliği ve hakkı üslub ve hayat tarzı seçen fedakâr insanlar geri plana itiliyor. Ön safta savaş pozisyonu alan bu lümpen zümre AK Parti’nin asıl seçmeni değil.
Türkiye maalesef eskiye döndü. Yüz sene önce temelleri İttihatçılar tarafından atılmış bulunan siyaset bütün korkunçluğuyla sahnede. Bir hukuk devleti olma yolunda atılan adımlardan geri dönüldü. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ı yapan güçler tekrar inisiyatifi ele geçirdi. Ergenekon ve Balyoz davalarında belki usul hataları yapıldı, bazı mağduriyetler yaşandı ama bu usul hataları darbelere teşebbüs edilmediği, darbe planlarının yapılmadığı anlamına gelmez. Bu ülkede darbeler yapıldı, faili meçhuller işlendi, suikastların ardı arkası kesilmedi.
Yüz yıllık tarihimizde ilk defa 2007-2011 arası vesayeti tümüyle geriletme fırsatı doğmuştu, büyük mesafe alındı ama kritik eşik aşılamadı. Darbe teşebbüslerinin bütün çıplaklığıyla açığa çıktığı zamanlarda bile Ergenekon’un yüzde 80’i suyun altında idi, “dindar-muhafazakâr” ve “Kürt ayağı” açığa çıkmadı. Ulusalcı Ergenekon’a ağır hasar verildi, böylelikle vesayetin bittiği zannedildi. Bu büyük bir yanılgıydı. Kısa süre sonra Ergenekon’un dindar-muhafazakâr ve Kürt ayağı harekete geçerek ulusalcı yandaşlarını kurtardı. Şimdi ise AK Parti’nin tepe noktalarını ele geçirenlerin gerçekleştirdikleri “Ergenekon-AK Parti ittifakı”na şahit oluyoruz. AK Parti, temiz siyasete devam edip rüşvet ve yolsuzluklarla suçlanmasaydı bu ittifaka zorlanmazdı. İhale kesintileri, havuz, İran petrol ambargosu dolayısıyla dolaşıma giren kara para, kirli altın ve Neo Osmanlıcılık hayali ile Suriye iç savaşının finansmanında kullanılan kaynaklar ve izlenen yanlış bölge politikaları tümüyle bir şantaj olan söz konusu ittifakı mümkün kıldı.
Ergenekon bir sembol. Özü itibarıyla derinlerde örgütlenmiş bir yapının vesayet sistemini devam ettirmesi ve bunun için her türlü hukuk dışı yol ve yönteme başvurma becerisine sahip olmasıdır. Hukuk ağır yara aldı, kamu otoritesi suç üstüne suç işliyor, kurumları fonksiyonsuz hale getiriyor. Ortadoğu ve Batı dünyasıyla ilişkiler kesilme noktasına geldi. Toplumun yarısı nefret içinde. Demokratik rejimin asgari standartları askıya alınmış durumda. İfade özgürlüğü ağır baskı altında; hukuksuz olarak sahte suç belgeleri üretiliyor. Bu olup bitenler İslamcılıkla, Siyasal İslam’la uzaktan yakından ilgili değil.
Bölgenin içine girdiği anafor Türkiye’yi de içine çekiyor. Ye’se kapılmadan bundan kurtulmanın ve bölgeyle beraber ayağa kalkmanın yollarını aramalıyız. Bu yol meşru ve katılımcı siyasetten, siyaset de sosyolojiden geçer.