Zaman yazarı Ali Bulaç, "Eski çamlar bardak oldu, eski İslamcılar da bir yere kaybolmadı, devleti yücelten muhafazakâr-milliyetçiler oldu" dedi.
"Bu devletin tarihi köklerini, kodlarını bilmeyen eski İslamcılar din-u devletle karşı karşıya kaldıklarında 'devlet'i tercih ettiler" diyen Bulaç, "Çünkü zanlarına göre devlet gücünü korursa din korunacak" ifadesini kullandı.
Bulaç'ın Zaman'da "Din-u devlet arasında İslamcılar" başlığıyla yayımlanan (2 Temmuz 2015) yazısı şöyle:
Fatih, Türk-Arap/İslam karışımı yönetim tarzından kesin kopuşla Bizans saray siyaseti, Arapların kılıç hakkı, Hind-Moğol devlet geleneği ve Cengiz yasası karışımı bir imparatorluk dizayn etti. Tanzimat'a kadar bu gelenek üzere devlet varlığını sürdürdü. Avrupa ve Balkanlar'da uğranılan yenilgiler devlete ilişkin bir kopuşa yol açtı. Yeni durumda Müslümanların vatanı daru'l-İslam'dan toprak kaybının önüne geçilecek, bunun için de devlet yeniden organize olacaktı.
Üç nesil İslamcıların mücadelelerinde “siyasetin ve devlet”in merkezde olmasının sebebi ıslahat hareketlerinin devletle ilişkilendirilmesidir. İlk nesil devleti kurtarmak, ikinci nesil yeni bir devlet kurmak istiyordu.
Her üç neslin devlete ilişkin hataları, zalim Roma'ya karşı bedenlerini vahşi aslanlara parçalattırma pahasına direnen Hıristiyanların, 300 yıllık mücadele sırasında farkında olmaksızın Roma'yı zihinlerinde büyütüp Hıristiyanlaştırmalarıydı. 476'da Roma yıkılınca yerine kurulan Vatikan hakikatte Hıristiyanlaştırılmış Roma idi. 1789 Fransız İhtilali ile tarih sahnesine çıkan modern ulus devlet de sekülerleştirilmiş “dini Roma”dır. Gelelim Mümtaz'er Türköne'nin sorusuna:
1) Başta Cemaleddin Efgani vd. olmak üzere ilk nesil İslamcılar modern ulus devleti İslam'a tercüme ettiler, ona “beklenen mehdi”nin misyonunu yüklediler. İslamcılar bu zihni arkaplanla hiçbir zaman devleti sorgulamadılar, sadece Müslüman'ın/dindarın eline geçerse her şey düzelecek diye düşündüler. “Şeriat gelecek, vahşet bitecek(ti).” Oysa şeriat bu devletin meşruiyeti değildir. “Dini diyanete indirgeyen” Müslümanlar modern devleti işleterek şeriat adına vahşet işlediler.
2) Bu adaletsiz iktidarın katarına atlayanlar, 1994 mahallî, 2002 milletvekili genel seçimlerini kazanınca, ne zihnen ne manen donanımlı olmadıklarından “Bizim İslamcılığımız bir idealdi, dünyanın gerçekleri çok farklı” deyip kendilerini Leviathan'ın kollarına bıraktılar. Onlar kadar donanımsız olan cemaat ve tarikatlar da onlara iştahla eşlik ettiler. O gün kaç kişi “Durun dindar kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” diyebildi?
3) Merkez sağ ve merkez sol partilerde siyaset yapma şansı olmayanlar, İslamcı güzergaha girip iktidar mücadelesine katıldılar, sonunda yerel ve merkezi iktidar elde edilince, zaten niyetleri ve himmetleri iktidar olanlar böylelikle amaçlarına ulaştılar. Bunlar İslamcıların münafıklarıydı. Demirel ve Ecevit'in kapıdan içeri alamayacağı kifayetsiz muhterisler önce “İslamcı”, sonra “muhafazakâr dindar” kisveye bürünerek devletin tepe noktalarına geldiler.
4) Bazı iyi niyetli İslamcılar, bu iktidarın İslami iktidar olmadığını teslim etmekle beraber, ideal olana ulaşmak üzere reel/verili iktidara gelmenin gerekli olduğunu, bu iktidar döneminde güç ve kuvvet toplayıp şartlar olgunlaşınca ideal iktidara ulaşılacağına hükmettiler. Havuz sistemi, rüşvet ve yolsuzluklara cevaz bu mülahazalarla verildi. Fakat ava giden avlandı.
5) Tarihsel mirasımızın derin etkisinde siyaset kodlarımız kolayca değişmiyor. “Din-u devlet” telakkisine göre, devletin kurucu ideolojisi “din”dir, devlet meşruiyetini dini yüceltme faaliyetinden alır. Ancak din varlığını devletle kaim tutabilir, devlet olmasa din de olmaz. Sivil din, devletin toplumdaki uzantısı, ajanı, zımni partneri olduğu sürece mümkündür. Hatırlayın Bülent Arınç, benliğini istila eden o tevazu dağının zirvesinde cemaatlere ne demişti: “Sizin varlığınız bize bağlıdır. Biz yoksak siz de olmazsınız.” Türkan Saylan da laikçesini dile getirmişti: “Biz asiliz. Bu ülkede bizim istemediğimiz şey olmaz.”
Devlet zaafa uğradığında, uzun süre dışarıda kalmış enerjiyi harekete geçirir, ona devletin sahibi olduğu vehmini aşılar, o da kendini devletin sahibi zanneder. Oysa devlet işi bitince Saylan'ın da kapısına dayanır. Bu devletin tarihi köklerini, kodlarını bilmeyen eski İslamcılar din-u devletle karşı karşıya kaldıklarında “devlet”i tercih ettiler, çünkü zanlarına göre devlet gücünü korursa din korunacak. Okullara Kur'an ve Siyer dersinin konulması, “dindar nesil” projesiyle imam hatiplerin yaygınlaştırılması hikmet-i hükümet yapan devletin yeni zabitine verdiği rüşvettir. Eski çamlar bardak oldu, eski İslamcılar da bir yere kaybolmadı, devleti yücelten muhafazakar-milliyetçiler oldu.