Gündem

Ali Nesin: Eğitimde ortak müfredat felakete yol açıyor

Matematik Köyü'nün kurucusu Nesin: Devlet profesörüne güvenmiyor ki ilkokul öğretmenine güvensin!

01 Nisan 2015 12:48

Geçtiğimiz hafta Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın ziyaret ettiği Nesin Matematik Köyü’nün kurucusu Prof. Dr. Ali Nesin, "Eskiden Türkiye’de az sayıda insan eğitim gördüğü için aynı müfredatın uygulanması büyük bir sorun olmuyordu. Farklı beklentileri ve becerileri olan milyonlarca kişiye aynı anlayışı sunmak ancak bir felakete yol açabilir, nitekim olan da bu" dedi.

Hürriyet'te yer alan habere göre, "Üniversitelerde bile rektörlük seçim sıralamaları değiştiriliyor. Bu üniversiteleri aşağılayıcı bir durum" diyen Nesin, "Üniversiteler bir toplumun en bilgili, en olgun insanlarının olduğu kurumlardır. Devlet profesörüne bile güvenmiyor ki, ilkokul öğretmenine güvensin" ifadesini kullandı.

19. Milli Eğitim Şûrası’na da katılan Ali Nesin'in açıklamalarından satır başları şöyle:

Türkiye’de her hükümet eğitimi beyin yıkama aracı olarak algıladı. Çok da haklılar aslında. Eğitim özünde bir beyin yıkama aracıdır, davranışları değiştirme ve şekillendirme, düşünme biçimini değiştirmektir. Böylesine muhteşem bir beyin yıkama gücünün hükümetin elinde olması büyük bir tehlikedir, demokrasilerde bunun böyle olmaması gerekir.

Bugün İslamcı ve tutucu bir parti var hükümette, yarın başkaları olur, nitekim dün başkaları vardı. En önemlisi ise eğitimin hükümetin tekelinde olmasının insan haklarıyla çelişmesidir. İnsanlar çocuklarını hükümetler beyinlerini yıkasın diye dünyaya getirmiyor. O çocuk devletin değil, o çocuk benim çocuğum. Kim ne hakla benim çocuğumun nasıl bir eğitim alacağına karışabilir ki? Mesela çocuğun dini yönden nasıl bir eğitim alacağına aileler karar vermeli. Çocuğun sahibi anne ve babadır, devlet değil. Halka, kendi bildiğin yolu empoze etmek ancak faşizme yol açabilir.

 

'Yegâne sorun merkezi eğitim'

 

 

Türkiye’de, eğitimde, sistem sorunu yok. Yegâne sorun eğitimin merkezi olması. Milyonlarca öğrenci için aynı müfredat uygulanıyor. Ancak müfredat belirlenirken öğrencilerin aynı koşullarda, aynı zekâda ve yapıda olmadığı göz ardı ediliyor. İhtiyaçlar, alışkanlıklar, ekonomik düzey aynı değil ama binalar aynı, öğretmenler aynı, anlayış aynı, müfredat aynı. Eskiden Türkiye’de az sayıda insan eğitim gördüğü için aynı müfredatın uygulanması büyük bir sorun olmuyordu. Farklı beklentileri ve becerileri olan milyonlarca kişiye aynı anlayışı sunmak ancak bir felakete yol açabilir, nitekim olan da bu.

 

'Bölgesel özerk akademiler kurulmalı'

 

Eğitim merkeziyetçilikten ve hükümetin etkisinden kurtulmalı, eğitim birliğinden vazgeçilmeli. Bunun yerine her bölgede akademiler kurulabilir ve bu akademilere özerklik verilebilir, en azından belli çerçevede. İlkokullardan üniversitelere kadar tüm eğitime bu akademiler hükmetmeli. Yani YÖK de bu bölgesel sisteme dahil edilmeli. Her akademi de üniversitelere özerklik tanımalı. Aslında işin özünde özgürlük istiyorum. Bürokrasi ve merkeziyetçilik sorun yaratır, çaresizlik yaratır. Oysa özgürlükte sorunlar çözülür. Halk çok iyi bilir sorunları nasıl çözeceğini. Halka güvenilmeli. Ayrıca bu bölgesel akademiler arasında rekabet olur, rekabetten de hep güzel şeyler çıkar, özellikle bilim, sanat ve eğitim alanlarında. Avrupa’da bilim akademileri ve üniversiteler rekabetten dolayı palazlanmışlardır. öğretme ne güvenmeli Hükümet müfredatı en küçük ayrıntısına kadar belirliyor. Hangi gün, hangi konuların işleneceği okullara gönderiliyor. Oysa hükümetin sunduğu izlence sadece bir tavsiye olabilir. MEB, öğrencinin yıl sonunda edinmesi gereken kazanımları, bilgi ve becerileri sunabilir ve tavsiye niteliğinde bir izlence sunabilir. Neden her öğretmen dersleri aynı sırayla ve aynı biçimde öğretsin ki? Eğer özgür bırakılırlarsa, öğretmenler öğrencilere en iyi bildikleri biçimde anlatırlar. Kendimizin öğretmen olduğunu düşünelim. Nasıl en verimli oluruz? Emir kulu olarak mı, yoksa özgür bireyler olarak mı? Üstelik öğrenciler bir sınıftan bir diğerine farklılık gösterir. Kimi yavaş anlar, kimi hızlı, kimi oyunla anlar, kimi uygulamayla, kimi de masa başında teorik çalışmak ister. Kimi öğretmen bazı konuları farklı anlatmak ya da konuların yerlerini değiştirmek isteyebilir. Devlet vatandaşına ve öğretmenine güvenmeli. Ankara’daki bürokratlar, çocukları ve kapasitelerini öğretmenler kadar iyi tanımıyorlar. Öğretmenlere özgürlük tanınmalı. Özgür öğretmen öğrenciye de kendisine de daha faydalı olur. Her öğretmen en iyi bildiği konuyu, en iyi şekilde anlatır. Bunu hayata geçirmek için sistemi değiştirmeye bile gerek yok. Öğretmene güvenmek yeterli. Ama tabii her şey anlayış meselesi, vatandaşına güveniyor musun, güvenmiyor musun? Vatandaşa güvenmek zorundayız, güvenmiyorsan da denetim mekanizmasını çalıştırırsın. Ama en baştan “vatandaş yanlış yapar, aman yanlış yapmasın” düşüncesiyle yola çıkmak çok yanlış.

 

'Devlet profesörüne bile güvenmiyor'

 

Üniversitelerde bile rektörlük seçim sıralamaları değiştiriliyor. Bu üniversiteleri aşağılayıcı bir durum. Üniversiteler bir toplumun en bilgili, en olgun insanlarının olduğu kurumlardır. Devlet profesörüne bile güvenmiyor ki, ilkokul öğretmenine güvensin. Sıralamaları değiştirmek saygısızlıktır. Vesayete, bizim yerimize başkasının karar almasına alışmışız. 90 yıldır böyle yaşamışız. Çok başlılık olur diyerek özgürlük kısıtlanamaz, kısıtlandığında da günümüzde yaşanan sorunlar ortaya çıkar. Demokrasi tehlikeli bir rejimdir, ama daha iyisini insanlık henüz bulamadı. Demokraside çoksesliliğe, farklı ihtiyaçlara, farklı düşüncelere izin verilir, demokrasilerde kimse en iyisini, en doğrusunu, en güzelini ben biliyorum diye düşüncelerini fiiliyata geçiremez.

 

'Zor olan elinde güç varken demokrat olmaktır'

 

Elinde güç yokken demokrat olmak kolay. Zor olan elinde güç varken demokrat olmaktır. Elinde güç var, herkes gibi sen de her şeyin en doğrusunu bildiğini sanıyorsun ama buna rağmen başkalarına özgürlük veriyorsun. Bu çok zor bir davranış biçimi ve kendiliğinden gelmez. Ancak eğitimle kazanılır. Örneğin baba güçlüdür. Gerektiğinde dövebilir bile. Çocuklarına özgürlük tanımak kolay mı? Doğruyu biliyorsun ya da öyle sanıyorsun, ama çocuğun, en değerli hazinen göz göre göre yanlış yapıyor. “Onun hayatı, yanlış yapma özgürlüğü var” diyebiliyor muyuz? Bunu diyebiliyorsak demokrasiyi özümsemişiz demektir. Aksi halde faşistin biriyiz. Hükümetin elinde güç var ve bu güçle TRT, YÖK, TÜBİTAK, TÜBA gibi birçok kurumu kendine bağladı. Eğitim zaten kendi kontrolündeydi. Marifet, güçlüyken gücü ve yetkiyi başkalarına, hatta hemfikir olmadıklarına dağıtabilmekte.