02 Ocak 2021 18:58
Almanya, 2020’de çoğu kez göz önündeydi. Son altı aydır, AB dönem başkanlığını, son iki yıldır da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeliğini sürdürüyordu. Elinde yapılması gerekenlerden oluşan uzun bir liste vardı. Bir kısmını Koronavirüs salgınına rağmen halletti ama bir kısmını da kendinden sonraki ülkelere devretti. Başbakan Angela Merkel de bunu aralık ayındaki AB zirvesinden sonra yaptığı konuşmada teslim etti. Kısa bir bilanço çıkarırsak, başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Almanya sadece ekonomide değil, uluslararası politikada da ağırlığını giderek artıyor.
Almanya’nın AB dönem başkanlığındaki en büyük başarısı tam 1,8 trilyon Euro’luk AB bütçesini onaylatmak oldu. Bu AB tarihindeki en yüksek bütçenin 750 milyarlık bölümü Korona yardımlarından oluşuyor. Her ne kadar Fransızların desteği olsa da trilyonluk bütçe ve Korona yardımlarının asıl mimarı Almanya oldu. Korona yardımlarının 500 milyarlık kısmının hibe olmasına karşı çıkan 'cimri dörtlüler', Avusturya, Hollanda, Danimarka ve İsveç’i rakamlarda oynayarak ikna etmek çok zor olmadı. Kaynak bulmak için AB Komisyonu’nun sermaye piyasasından borçlanması kararının kabulü ise Almanya, 2009 krizindeki sert tavrından vazgeçtiği için kolay oldu, sadece birkaç ülke muhalefet etti ama onların da sesi pek gür çıkmadı. Asıl bardağı taşıran aralık ayındaki çetin pazarlıklar sırasında, Polonya ve Macaristan’ın bütçeye verdiği veto oldu. Bu iki ülke de hukuk devleti ilkesine uymayan ülkelerin mali yardım ile cezalandırılması uygulamasına şiddetle karşı çıktılar. Uygulama ile ilgili, uygulamayı erteleyen ek bir açıklama yapılarak, Polonya ve Macaristan’ı ikna etmek mümkün oldu. Bu stratejide Merkel’in imzasını görmemek mümkün değil, çünkü görevindeki son yılına giren şansölye Almanya’yı da işte tam böyle yönetiyor. Eğer bütçe onaylanmasaydı, AB’ni ağır bir mali kriz bekliyordu. Ve Merkel tarihe mülteci politikasına benzer bir yenilgiyle geçecekti.
Yine yılın son günlerinde İngiltere ile varılan Brexit sonrası ticari ilişkileri belirleyecek anlaşma da Almanya’nın başarı hanesine yazıldı. 1 Ocak’tan itibaren geçici olarak uygulanmaya başlanan anlaşma ile taraflar arasında gümrük vergisi ve kota olmadan ticaret devam edecek. Eğer uzlaşmaya varılamasaydı, bu başta Almanya olmak üzere pek çok AB ülkesi için hem ekonomik hem de siyasi bir felaket olacaktı. 4,5 yıl süren müzakereleri asıl yürüten AB Konseyi Başkanı Charles Michel ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen idi. Ancak eski Alman Savunma Bakanı von der Leyen ile Merkel’in hemen her gün haberleştiği, Merkel’in bu konuda ısrarcı bir tutum izlediği sır değil. İngiltere’den zamanında kurtulmak, Almanya’nın dönem başkanı olarak Çin ile AB arasında yapılacak yatırım anlaşmasını da kolaylaştırdı. 2021’e bir kala Çin ve AB liderleri anlaşmanın koşulları hakkında uzlaşmaya vardıklarını açıkladılar. AB'nin dünyanın 2. en büyük ekonomisi Çin ile ticari ilişkileri modernize etme yönünde attığı bu büyük adım, Avrupalı şirketlerin Çin pazarına erişimini artıracak ve AB'nin aleyhine olacak ticari dengesizliğe düzen verecek. Anlaşmayla ilgili en olumlu değerlendirme Alman otomotiv sanayiinden geldi. Otomobil Endüstrisi Derneği, anlaşma için "Almanya’nın, uluslararası ticaret ve rekabetin güçlendirilmesi anlamına geliyor" dedi. Anlaşmadan fayda sağlayabilecek şirketlerin başını, hepsi de Çin ile iş yapan Daimler, BMW, Peugeot, Allianz ve Siemens çekiyor. Fransız Peugeot hariç diğerlerinin hepsinin Alman şirketleri olması derneğin açıklamasını haklı kılıyor.
Almanya’nın AB dönem başkanlığı sırasındaki bir başka büyük başarısı da son dakika da olsa yeni iklim koruma hedeflerinde uzlaşılmış olunması. Bu uzlaşmaya göre, 2030 yılı sonuna kadar AB ülkeleri iklime zarar veren emisyonları yüzde 55 oranında azaltacak. Daha önce uzlaşılan oran yüzde 40 idi. Bu konuda da en büyük muhalefeti fosil enerjiye en fazla bağımlı olan ülkeler Polonya ve Macaristan yaptı. Ancak uzun süren pazarlıklar sonunda iki ülke de yeni hibe sözleri ile bir biçimde satın alındı. Korona salgınının başında ülkeler arası dayanışmayı unutmuşa benzeyen AB, en sonunda birlikte hareket etmenin bilincine vardı. 27 Aralık'ta nüfusa göre üye ülkelere dağıtılan aşılar eş zamanlı olarak uygulanmaya başlandı. Aşı kampanyasından da eğer bir şeyler ters gitmezse ekonomik olarak Almanya kârlı çıkacak. Çünkü AB’de yaygın olarak kullanılan aşı merkezi Mainz’da bulunan BioNTech’in Amerikan ilaç devi Pfizer ile ürettiği yeni bir yöntem kullanılarak bulunan mRNA aşısı. BioNTech bu günlerde üretim kapasitesini artırmakla uğraşırken, Alman hükümeti, Başbakan Angela Merkel’in salgının en başında altını çizdiği bilimsel çalışmanın daha nasıl desteklenebileceği konusuna kafa yoruyor. Türkiye kökenli iki araştırmacı Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in kullandığı mRNA yönteminin özellikle kanser tedavisinde geleceği parlak görünüyor. Almanya’nın başarı hanesine yazılacak bir başka gelişme de “Küresel İnsan Hakları Yaptırım Rejimi,” nin AB üye ülkeleri tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiş olması. “Avrupa’nın Magnitsky Yasası” olarak adlandırılan yaptırım mekanizması, AB-Türkiye hattında da sıklıkla gündeme geleceğine kesin gözüyle bakılıyor.
İki göçmen kökenli bilim insanının başarısı ile sık sık övünen Merkel’in en büyük başarısızlığı ise Türkiye ile AB’nin arasını yapamaması oldu. Türkiye artık AB’nin üyelik müzakerelerini sürdüren bir aday ülkesi değil, güvenlik ve dış politikasının sorunlu bir parçası. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Irak, Suriye ve Libya’da güttüğü emperyalist politikanın dışında, mültecilere kapıları açarak ve Akdeniz’deki sondaj çalışmalarını sürdürerek, çoğu kez onun dümen suyuna gidiyormuş gibi yapan ama kendi siyasetini dayatan Merkel’in sabrını taşırdı. Merkel’den önceki yıllarda sık sık kullandığı “ahde vefa” kelimesini neredeyse hiç duymadık. Volkswagen’ın Manisa’da fabrika açmaktan, bu amaçla kurduğu şirketi fes edecek kadar kesin bir biçimde vaz geçmesi, sadece Türkiye AB değil, Türkiye Almanya ilişkilerinde de yeni bir dönemin başladığının işareti. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala gibi daha pek çok aydının hapiste tutulması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının hiçe sayılması, Almanya’da yaşayan Can Dündar’a verilen yüksek hapis cezaları da buna eklenince Merkel’in sabrının, pragmatizmini unutturacak kadar zorlandığını söylemek mümkün. Fransa ile Almanya’nın Türkiye’ye karşı oynadığı iyi polis, kötü polis oyununun sonucunu, AB Konseyi’nin mart ayında tamamlayacağı rapor ve ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’ın güdeceği Türkiye politikası gösterecek.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in en büyük başarısızlıklarından biri de AB’nin bir türlü ortak bir mülteci politikası bulamamış olması. Yunanistan İtalya gibi ülkelerin yükünü azaltmak için daha önce belirlenen kota sistemine göre mültecileri paylaşma politikası neredeyse hiç işe yaramadı. Sadece Polonya ve Macaristan gibi Doğu Avrupa ülkeleri değil, Batı Avrupalılar da kurallara uymadı. Türkiye Yunanistan sınırındaki manzaralara, Midilli adasında yanan Moria kampındaki mültecilerin dramı da eklendi. Akdeniz’de batan tekneler AB’nin acizliğini her gün hatırlatsa da kalıcı bir çözüm bulunamadı.
AB Komisyonu’nun en son hazırlayıp kabul ettiği yeni plan ise insan hakları savunucuları tarafından anlaşılmaz bulundu. Plana göre, AB üye ülkelerine mültecilerin sorumluluğunu almak için iki seçenek sunuluyor; ya topraklarında barındırmak ya da barındıranlara para ödemek. Ve planın asıl en çok eleştiri alan kısmı, daha çok geçiş yollarının kapatılmasına yarayacak yeni güvenlik önlemleri. Buna göre, sınır ve sahil güvenlik teşkilatı güçlendirilecek. Frontex’e destek verilecek. Sınır muhafızlarının bilgilendirilmesi için profesyonelleşmiş istihbarat mekanizması kurulacak. Göçmen kaçakçılarına karşı operasyonel harekat kapasitesi artırılacak. Özetle AB, bir yandan mültecilere karşı sınırlarına yeni duvarlar örmeye devam ederken, bir yandan da var olan mültecilerin sınır dışı edilmesi için yeni yollar arıyor. Almanya’nın dönem başkanlığı sırasında planladığı ama yerine geçiremediği diğer konular arasında, Bulgaristan’ın vetosuna takılan Kuzey Makedonya ve Arnavutluk ile üyelik müzakerelerinin başlaması, Çin ve Afrika Birliği ile AB arasında ayrı iki zirve düzenleyememek, AB’nin geleceğine yönelik konferans hazırlayıp olası reform adımlarını belirleyememeyi sayabiliriz. Salgın sürecinde karantina sürelerinden, sınırların açık tutulmasına kadar pek çok konuda ortak kararlar almanın mümkün olmadığını da hatırlatmakta yarar var. AB dönem başkanlığını Portekiz’e devreden Almanya bir daha 2034 yılında dönem başkanı olacak.
Almanya’nın BM Güvenlik Konseyi üyeliğinin bu yıl bitmiş olmasına en çok sevinen ülke Çin oldu. Çinli diplomat Yao Shaojun’ın Almanya veda ederken sarf ettiği “İyi ki kurtulduk” şeklindeki sözleri Alman siyaseti ve basınında gurur kaynağı olarak gösterildi. İklim koruma, silahsızlanma, savaşlarda cinsel şiddet ile mücadele gibi konularda kendini ağırlığını koyan Almanya’nın sık sık Çin ve Rusya gibi ülkeleri sinirlendirdiği belirtiliyor. Donald Trump yönetimindeki ABD de Almanya için BM çatısı altında çok kolay bir partner olmadı. Konsey Almanya’nın üye olduğu iki yıl içerisinde maalesef daimi üyelerin pek çok kez ulusal çıkarlarını gözetmesi ve yalnız hareket etmesi yüzünden çok az sayıda krize çare oldu. Libya zirvesinin Berlin’de düzenlenmiş olması ve varılan ateşkes anlaşması Alman dış politikasının başarı hanesine yazılan ender gelişmelerden biri sadece. Her ne kadar ABD’nin başına diplomasiye önem veren Biden geçecek olsa da Konsey içinde Çin ile rekabetin biteceğine kimse inanmıyor. Almanya’nın en kıymet verdiği konu 75 yıl önce kurulan BM Güvenlik Konseyi’nin reformuydu. Ancak veto hakkına sahip olan daimi üyelerin hiç biri bu ayrıcalıktan vaz geçmeye niyetli olmadığı için, ne dünyadaki güçler dengesinin çoktandır bozulduğu ne de reforma duyulan ihtiyaç gerektiği gibi dillendirilebildi. AB’nin Çin ile vardığı ticaret uzlaşması, Avrupa’nın hem Konsey içerisinde hem de dış politikada uzlaştırıcı bir role soyunduğunun işareti olarak okunabilir.
Korona salgını 2020’de Avrupa’nın dünya politikasındaki ağırlığının konuşulmasını engelledi, ancak 2021’de bu kaçınılmaz gibi görünüyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Avrupa’nın özerkliğinden Fransız mevkidaşı Emmanuel Macron kadar net bir biçimde söz etmiyor. Ancak Alman Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Amerika’daki hükümet değişikliğinden sonra AB’nin daha fazla küresel sorumluluk alması gerektiğini söyledi. Afganistan’da hükümet ile Taliban arasındaki görüşmelerin başlaması, İsrail ile bazı Arap ülkelerinin yeniden ilişkiye geçmesini örnek gösteren Maas, Orta Doğu barışının yeniden ele alınması gerektiğini vurguladı. Maas’ın, “Avrupa dünya siyasetinde çok daha fazla liderlik göstermek zorunda” sözleri açık. Eğer Avrupa dünyada daha fazla liderliğe soyunacaksa, bu asıl liderin Almanya olacağına delalettir. Her ne kadar Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı’nın dönem başkanlığını İsveç üstlense de genel sekreterliğine Alman diplomat Helga Schmid’in getirilmesi de tesadüf değil. Söylemde nazik, eylemde çetin bir kişilik olarak tanımlanan Schmid, belli ki, AB Komisyonu Başkanı von der Leyen ve Merkel’in hamurundan... 2021’de uluslararası siyasette hem Alman hem de güçlü kadınların söz sahibi olacağı, Almanya’nın dünya liderliği yönünde adım attığı kesin. Yeter ki Merkel’e 'o'na layık bir halef seçilsin...
© Tüm hakları saklıdır.