20 Mart 2024 13:14
T24 Çeviri
Jon Lee Anderson
2010 yılında Haiti'yi vuran büyük deprem iki yüz binden fazla insanın ölümüne ve başkent Port-au-Prince'in harap olmasına neden olmuştu. Olaydan iki gün sonra Dominik Cumhuriyeti'nden Haiti'ye vardığımda, şehir merkezindeki molozlarla kaplı bir caddeden aşağı doğru araba kullanıyordum ve az ileride kalabalık bir grubun hızla bana doğru geldiğini gördüm. Yaklaştıkça, ellerinde bıçak ve diğer silahlarla birkaç düzine adam olduklarını fark ettim. Arabamı hemen geri çevirdim ve güvenli bir yere doğru hızla uzaklaştım.
Daha sonra, adamların büyük olasılıkla depremde yıkılan şehrin ana hapishanesinden kaçan mahkumlar olduğunu, afet sonrasında yağmacılık ve benzeri olaylara karıştıklarını öğrendim. Kanunsuz misillemeler ve polis tarafından yargısız infaz iddiaları (hükümet bunu reddetti) olduğu yönünde haberler ortalıkta dolaşıyordu. Potansiyel şüphelilerin cesetleri şehrin etrafında görülmeye başlamıştı. Bir gün şehrin ana mezarlığının hemen yanında kanlar içinde ama hala hayatta olan bir adam bulmuştum. Başka üç kurbanın cesediyle birlikte oraya atılmıştı.
Geçtiğimiz hafta, Haiti'nin iki ana hapishanesindeki mahkumların- neredeyse dört binden fazla erkek- bir çete lideri olan ve ‘Barbekü’ olarak bilinen Jimmy Chérizier'in liderliğindeki saldırılarda serbest bırakıldığı haberini duyunca direkt bu sahneler aklıma geldi. Barbekü'nün militanları ve müttefik çeteler, otomatik silahlarla Port-au-Prince'in iki havaalanına saldırarak uçaklara, polis ve güvenlik görevlilerine ateş açmışlardı. Sonrasında düzenlenen bir dizi basın toplantısında, beresiyle çıkan Barbecue, Başbakan Ariel Henry'nin istifa etmemesi halinde ülkeyi iç savaşa sürükleyeceğine yemin etti.
Ne var ki, yetmişli yaşlarında, yumuşak huylu bir beyin cerrahı olan merkez sağ politikacı Henry o esnada ülkede değildi. Birkaç gün önce Kenya Devlet Başkanı William Ruto ile el sıkışmak üzere Nairobi'ye uçmuş ve kendisinin Ekim 2022'de talep ettiği Birleşmiş Milletler onaylı çok uluslu misyonun bir parçası olarak Haiti'ye bin Kenyalı polis gönderilmesine ilişkin ABD destekli anlaşmayı imzalamıştı. (El sıkışmaya rağmen misyon askıya alınmıştı. Biden Yönetimi başlangıçta iki yüz milyon dolar fon sağlama sözü vermesine rağmen Kongre bu miktarın sadece küçük bir kısmını serbest bırakmıştı; bunun ötesinde Kenya mahkemelerinde bekleyen yasal engeller de vardı).
Pazartesi gecesi, kısa bir süreliğine ortadan kaybolduğu ve Porto Riko'da yeniden ortaya çıktığı bir haftalık dramın ardından Henry, bir geçiş konseyi kurulduktan sonra Başbakanlıktan istifa edeceğini açıkladı. Barbekü daha önce Henry'nin Haiti'ye dönmesi halinde "soykırım" tehdidinde bulunmuş ve Biden Yönetimi ile bazı bölgesel hükümetlerin Henry'ye istifa etmesi ve kabul edilebilir bir geçiş dönemi liderinin bulunmasına yardımcı olması için baskı yaptığı yönünde haberler çıkmıştı. Pazartesi günü erken saatlerde ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Karayipler'deki Caricom ülkelerinin liderleriyle durumun nasıl istikrara kavuşturulabileceği konusunda görüşmelerde bulunmak üzere Jamaika'ya gitmiş, Henry ise herhangi bir iktidar devrinin ne zaman gerçekleşebileceğine dair bir tarih vermemişti. Ardından gelen salı gününde Kenya hükümeti, Henry'nin açıklamasını ve Haiti'de kısa süre önce patlak veren şiddet olaylarını gerekçe göstererek polis güçlerinin konuşlandırılmasının rafa kaldırılacağını duyurdu.
Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca Barbekü ve rakip çete liderleri polise karşı silahlı üstünlük sağlayarak -bazı durumlarda da polisle iş birliği yaparak- bazı dış bölgeler de dahil olmak üzere, başkent Port-au-Prince'in büyük bir bölümünü kontrolleri altına almıştı. Aralarında sık sık çatışmalara giren çeteler çok sayıda katliam ve yüzlerce adam kaçırma olayına imza atıyordu. 2023 yılında çoğu sivil olmak üzere yaklaşık beş bin kişi çete şiddeti nedeniyle hayatını kaybetmişti ki bu sayı 2022 yılında kaydedilen miktarın iki katıydı. Geçtiğimiz günlerde ise çeteler başkentteki birçok polis karakolunu yakarak ülkenin gıda ihtiyacının büyük bir kısmının ithal edildiği limanlara kadar ilerledi. Bu gelişmelerin ciddiyetine dikkat çekmemiz şart. Dünya Gıda Programı'nın Haiti'deki ülke direktörü Jean-Martin Bauer bana "2020'den bu yana Haiti nüfusunun yarısına yakınını uzun süreli bir kitlesel açlık döneminin sardığını" belirterek "bir milyondan fazla Haitilinin kıtlıktan sadece bir adım uzakta olduğunu" söylemişti.
Ama buraya nasıl geldik? İşler nasıl bu kadar kötü gitti? Bu soruları yanıtlamak için ülkenin yakın zamandaki siyasi bağlamını anlamamız gerekiyor. Her şeyden önce seçilmemiş bir Başbakan olan Henry var. Başkan Jovenel Moïse tarafından, Moïse'nin suikasta kurban gitmesinden kısa bir süre önce göreve getirildi (bu olay Temmuz 2021'de, bir yandan Kolombiyalı paralı askerler öbür yandan ise tutuklandıktan sonra olaya karıştıklarını itiraf eden Haitili güvenlik görevlileri tarafından organize edilen bir gece komplosuyla gerçekleşti. Kolombiyalılar bu hafta hapishanelerin kapıları açıldığında kaçmayan nadir mahkumlar arasındaydı, görünüşe göre Barbekü'nün adamları tarafından sokaklarda bulunmaktan korkuyorlardı). Henry o zamandan beri bu görevi talihsiz bir şekilde sürdürüyor ve son zamanlarda -biraz da haklı olarak- başkentteki yaygın istikrarsızlığı yeni bir ulusal seçim yapılmasının önünde duran temel engel olarak işaret ediyordu.
Zaman geçtikçe Haiti sivil toplumunun geniş bir kesimi Henry'nin istifasını istemiş ve onun ülkeye uluslararası bir müdahale yapılmasına dair çağrısına karşı çıkmaya başlamıştı. (Barbekü de Haiti'ye gelen herhangi bir yabancı güce karşı savaşma sözü verdi.) Muhalifler, önceki müdahalelerin kötü sicilinin, Haiti'ye güç kullanarak düzen getirme girişimlerini geçersiz kıldığını savunuyor ve bu tür müdahaleleri, modası geçmiş olduğu kadar ahlaksız da olan neo-kolonyal bir kavram olarak nitelendiriyordu. Geçmiş operasyonlar arasında 1915'te ABD Deniz Piyadeleri tarafından gerçekleştirilen müdahale, akabinde neredeyse yirmi yıl süren bir askeri işgal ve son olarak 2017'de sona eren ve binlerce Haitilinin ölümüne neden olan, muhtemelen Nepalli barış gücü askerlerinin sebep olduğu kolera salgını ve yaygın cinsel istismar iddiaları gibi skandalların damgasını vurduğu, on üç yıl süren BM barışı koruma misyonu (Minustah) yer alıyor.
Henry'yi eleştirenlerin en ses getireni, solcu eski Başkan Jean-Bertrand Aristide'nin partisiyle bağlantılı gecekondu mahallelerinden gelen ve Moïse karşıtı protestoları engellemek için çetesini kullanarak muz ihracatçısı merkez sağ politikacı ile dostane bir ilişki kurmuş gibi görünen Barbekü olmuştu. (Yoksulluğun hüküm sürdüğü Haiti'de çeteler ve kontrol ettikleri gecekondu mahalleleri, geleneksel olarak çete liderleriyle seçim desteği karşılığında kazançlı anlaşmalar yapan siyasetçilerle ittifak halindedir). Moïse'nin görev süresi boyunca Barbekü, başkentin giderek daha geniş bölgelerini ele geçirmeye başlamış, Moïse öldürüldüğünde, onun onuruna düzenlenen resmi cenaze törenine katılmış ve kısa süre sonra Henry ile gerilimi tırmandırmaya başlamıştı.
Geçen ilkbaharda, Port-au-Prince'teki güvenlik durumu henüz yeni çözülmeye başlamışken, Barbecue ile şehrin kontrol ettiği bir bölgesinde buluştum. Açık tenli, üst sınıf bir Haitili olan Ariel Henry gibi insanlara, yani "elitlere" karşı savaşmaya yemin ettiğini anlatıyordu. Haitililerin çoğunluğunun kendisi gibi Siyah olduğunu söyleyen Barbekü, nihayet kendi kaderlerinden sorumlu olmaya ihtiyaçları olduğunu vurguluyordu. Haiti'nin ihtiyacı olduğuna inandığı değişikliklerden bahsetmeye devam etti. "İhtiyacımız olan ilk devrim zihinsel bir devrimdir." Elitlere atıfta bulunarak, "Halkı zombileştirdiler. Onları her anlamda zombileştirdiler. Buna karşı savaşmaya başlamalıyız ve bunun için savaşırken insanları duyarlı hale getirmeliyiz, ittifakımızın yoksul mahallelerde yaptığı iş de bu." "İnsanlara kendilerini sefalet içinde tutan sistemi, buraya nasıl geldiklerini ve ülkenin onları nasıl daha da dibe batırdığını anlatmaya başladık", "Eninde sonunda insanlar içinde yaşadıkları durumdan devletin sorumlu olduğunu anlayacaklar ve o zaman kimse bu devletin altında yaşamak istemeyecek. Bu sadece zaman meselesi."
Barbekü'nün yanı sıra, 2004 yılında Başkan Aristide'i deviren darbenin liderlerinden biri olan ve daha sonra uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgili kara para aklama suçlarından ABD'de altı yıl hapis yatan eski bir polis şefi olan Guy Philippe de dahil olmak üzere başka aktörler de meydana çıktı. Geçen yıl Haiti'ye dönen Philippe, ülkenin yeni Cumhurbaşkanı olmak istiyor. Bir diğer isim ise yirmili yaşlarının ortasında olan ve sosyal medyada yayınladığı videolarda işlediği iddia edilen suçları anlatan, ‘Izo’ lakaplı güçlü çete lideri Johnson André.
Barbekü ile görüştüğüm sıralarda bölgede görev yapan ve adının açıklanmasını istemeyen bir diplomatla da konuşmuştum,"Henry bize devlet ile çeteler arasındaki bağlantıyı kesmek istediğini söyledi" demişti. Ona göre Barbekü, Henry'nin fiyatların yükselmesine neden olan yakıt sübvansiyonlarını sona erdirme yönündeki halkta rağbet görmeyen kararını harekete geçmek için bir bahane olarak kullanıyordu. (IMF’ye göre bu sübvansiyonlar Haiti'nin iç gelirlerinin en az üçte birini oluşturuyordu). Ana yakıt limanlarından birine erişimi önceden beri kontrol eden Barbekü, bu karara limanı yaklaşık iki ay boyunca abluka altına alarak karşılık vermişti.
On gün sonra Henry ile Port-au-Prince'e bakan dağlardaki sıkı korunan bir yerleşkede görüştüm. Seçilmemiş bir lider olmasından kaynaklanan sınırlılığını ve çetelerin artan gücünü kabul ediyordu. Çok sayıda düşmanı olduğunu biliyordu. "Haiti siyasetinde her şey siyah-beyazdır," diye konuştu. "Ortası yok. Başka türlüsünü düşünmek de imkânsız. Ve siyah-beyaz derken, ülkemizde siyasi mücadele düşmanın ortadan kaldırılmasına yönelik olduğunu kastediyorum." O da bir seçim yapılması gerektiği konusunda mutabıktı ancak başkentteki güvenlik durumu göz önüne alındığında bunun nasıl mümkün olacağını göremiyordu. Şimdilik uluslararası toplumun Haiti'yi kurtarmaya yardım edeceği umudunu koruyordu.
Ancak bildiğimiz üzere böyle bir şey olmadı ve yakın zamanda da olması pek mümkün görünmüyor. Belli ki ABD, önceki yönetimlerinin yaptığı gibi tek taraflı müdahale eden sömürgeci bir güç olarak algılanmak istemiyor. Ancak, açıkça görülüyor ki, elini kolunu bağlama politikası da işe yaramadı. Eski diplomatlardan Dan Foote, Moïse suikastının ardından Temmuz 2021'de Başkan Biden'ın Haiti özel temsilcisi olarak atanmış, ancak iki ay sonra Yönetim'in Henry'yi desteklemesine ve ABD'nin Haitililere yönelik "insanlık dışı" ve "ters tepen" göçmen politikasına karşı çıktığı için istifa etmişti. Foote, göçmenlerin ülkeye yasadışı yollardan girdikleri tespit edildiğinde, orada karşılaştıkları tehlikelere rağmen Haiti'ye geri gönderildiklerini söylüyordu. Geçen hafta bana bir WhatsApp mesajı göndererek şunları söyledi: "Cezaevi nüfusunun serbest bırakılması Biden yönetimine politikalarının fevkalade başarısız olduğu konusunda bir ipucu vermiyorsa, ne verir bilmiyorum. Belki de elinde başka bir Gazze olmasını istiyordur?" Foote, bir tür uluslararası müdahalenin artık "kesinlikle gerekli" olduğuna inandığını söylüyordu, ancak hemen ardından ekledi: "Biraz zaman ve yetki verilirse, Haitililerin geçici bir hükümet için siyasi bir anlaşmaya varabileceklerine ve muhtemelen birkaç hafta içinde güvenliği yeniden tesis etmeye ve gerçek seçimlere doğru ilerlemeye yönelik bir yol haritası belirleyebileceklerine hala eminim. Halkın istediği güvenilir bir Haitili ortak olmadan, her türlü uluslararası çaba başarısızlıkla sonuçlanır."
Yine de, istikrarı sağlayacak uluslararası bir güç olmadan, özellikle de Haiti polisi ve ordusu havaalanı çevrelerini korumakla meşgulken, hem orada hem de başka yerlerde her gün silahlı çatışmalara girerken, çetelerin ülkeyi ele geçirebileceğine dair korkular giderek artıyor. (Başkan Aristide 1995'te orduyu lağvetmişti; 2017'de yeniden kurulan ordunun aktif görevdeki asker sayısının beş yüz civarında olduğu düşünülüyor). Aynı diplomat geçtiğimiz ilkbaharda bana, o dönemde sayılarının yaklaşık sekiz bin olduğunu tahmin ettiği polisin olası çöküşünün "tam bir kâbus" senaryosu olduğunu söylemişti; yaklaşık on bir buçuk milyon nüfuslu ülkede bu sayı Batı Yarımküre'de kişi başına düşen en düşük oranlardan biri.
Bazı gözlemciler gerçekleşmekte olan şeyin bu olduğuna inanıyor. Haiti'de ve çatışma içindeki diğer ülkelerde diplomat olarak görev yapmış, şu anda Birleşik Devletler Barış Enstitüsü'nde çalışan eski bir ABD Özel Kuvvetler subayı olan Keith Mines, geçen ay bir bilgi toplama görevi için Haiti'ye gitmiş ve mevcut acil durumdan hemen önce geri dönmüştü. Geçtiğimiz Salı günü Mines bana çete isyanını görünce tüm dengesinin bozulduğunu yazdı. "Ne diyebilirim ki? Başbakan Henry'ye bağlı kalmanın ilerlemenin tek yolu olduğu düşüncesiyle, üzerinde çalışabileceğim birkaç şeyle döneceğimi sanıyordum ama şimdi bu düşüncem tamamen değişmiş görünüyor. En büyük soru her zaman 'Çeteler saraya yürüyecek mi? " (Depremde yıkılan eski Ulusal Saray'ın bulunduğu yer, ülke yönetiminin güçlü bir sembolü olmaya devam ediyor). Daha önce böyle bir "irade ya da birlik" göstermemişlerdi, dedi. "Bu değişmiş olabilir." Konuşmamızdan üç gün sonra çete üyelerinin saraya ateş açtığı bildirildi.
Şiddet eylemleri devam ediyor. İçişleri Bakanlığı binası ve diğer devlet daireleri de saldırıya uğradı. Çok sayıda polisin öldürüldüğü bildirilirken, sıradan siviller de acımasızca katlediliyor. Birkaç gün önce Port-au-Prince'te ambulans hizmeti veren Haitili iş adamı Ralph Senecal'e mektup yazarak kendisinin ve ailesinin iyi olup olmadığını sordum. "Hayır, iyi değiliz ve ailem güvenlikleri için çok korkuyor" diye cevap verdi. "Port-au-Prince'in her yerinde insan cesetlerini yiyen sokak köpekleri görüyoruz. İçecek temiz suyumuz yok." diye anlatıyordu. "Kimse bizi umursamayacak çünkü eski başkanınız Trump'ın dediği gibi, biz boktan bir ülkede yaşıyoruz." Henry'nin istifasının açıklanmasının ardından Senecal'e tekrar ulaştığımda, Haiti'nin yakın zamanda iyileşmesi için bir mucize gerektiğini söyledi. "İnsanlar sokakta yaşamaya başladı çünkü çete üyeleri evlerini ele geçiriyor, ama hükümet bize yardım etmek için hiçbir şey yapmıyor." Henry'nin yabancı bir ülkede değil, Haiti'ye geri dönerek orada istifa etmesi için ABD'nin baskı yapması gerektiğini de sözlerine ekledi. "Eğer bu gerçekleşmezse, hepimizi çeteler yönetecek."
Geçen bahar Barbekü ile yaptığım röportaj sırasında, bir noktada "devriminin" taktiklerini açıklar gibi görünen bir şey söyledi. "Benim için iyi ve kötü diye bir kavram yoktur" diyordu. "Bir grup insan için iyiyim, başka bir grup için kötüyüm. Bir grup insan için iyilik yapıyorum. Bir başkası için ise kötülük. Hayatın kanunu bu. Siyah-beyaz. Bu bir denge."
Jon Lee Anderson, 1998 yılından bu yana The New Yorker'da yazarlık yapmaktadır. Aralarında "Che Guevara: A Revolutionary Life"ın da bulunduğu çok sayıda kitabın yazarıdır.
Yazının orijinali 13 Mart 2024 tarihinde The New Yorker’ın internet sitesinde yayımlanmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.