New York'ta yaşayan 9 kişilik bir ailenin, Angulo’ların hayatını anlatan "The Wolfpack" adlı belgeselde bir baba, ailesini kendi travmalarının esiri ediyor. Yönetmenliğini Cyrstal Moselle'nin üstlendiği filmin gerçek hayattaki sonu ise oldukça ilginç. Habertürk'ten Elif Key'in yazısına konu ettiği filmde, ailenin babası sokağın tehlikeli olduğuna inanıyor: Çıkarsanız ölürsünüz! Sundance Film Festivali’nde belgesel yarışmasında Büyük Jüri Ödülü’nü The Wolfpack, Angulo ailesinin babası Oscar, çocuklarının sayısı arttıkça hayata dair endişesini engellemeyecek hale geliyor.
Mahalledeki her kavgayı ve gürültüyü tehdit olarak gören babanın kararı kesin: Evden kimse dışarı çıkmayacak ve tehlikeden uzak duracaklar! Anne Susan, evden çıkamayan çocuklar için eğitim sertifikası alıyor. Angulo kardeşler, insanların birbiriyle nasıl sohbet ettiğini, nasıl ilişki kurduğunu, nasıl arkadaş olduğunu filmlerden öğreniyor.
Elif Key'in "Angulo Ailesi’nin bir acayip öyküsü" başlığıyla Habertürk'te yayımlanan 26 Temmuz 2015 tarihli yazısınden bir bölüm şöyle:
Bir gün âşık olup bir adamla evleniyorsun. Adamdan 7 çocuğun oluyor. New York’ta yaşıyorsunuz, hem de Manhattan’da, şehrin göbeği sayılabilecek bir yerdesiniz, Lower East Side’da. Evet kalabalık bir apartmanda oturuyorsunuz, ama olsun 4 odası var, sığıştınız işte. 7 çocuk da zor gerçi ama halloluyor bir şekilde. Buraya kadar evet böyle bir hayat neden olmasın? Ama bir acayiplik var. Oturduğunuz evin anahtarı sadece kocanda! Çünkü, sen ve çocuklar sokağa çıkamazsınız. Hatta öyle ki kapının önünde bir merdiven dayalı, komşularla yan yana gelen odalara çocukların giriş izni yok, çünkü sizi duymamaları, görmemeleri gerekiyor! Niçin? Ailenin babası, sokağın tehlikeli olduğuna inanıyor. “Çıkarsanız ölürsünüz!” Dünyada gösterildiği tüm festivallerde seyirciyi koltuğa zımbalayan, Sundance Film Festivali’nde belgesel yarışmasında Büyük Jüri Ödülü’nü alan film The Wolfpack, Angulo Ailesi’nin bu acayip hikâyesini anlatıyor!
Filmin yönetmeni Cyrstal Moselle’in çocuklarla karşılaşması bile sanki bir senaryonun parçası gibi. Bir gün Moselle sokakta yürürken aslında o gün evden kaçıp sokağı keşfetmeye çıkan kardeşlere rastlıyor. Peşlerine takılıyor. Çocukların hepsi film karakteri gibi. Sokakta nasıl davranacaklarını pek kestiremeyen Angulo Ailesi’nin çocuklarına yanaşıp, onları tanımak, sohbet etmek istediğini söylüyor. Moselle henüz şunu bilmiyor: Bu çocukların hepsi (o zamanlar 11-18, şimdi 16-23 yaş arasındalar) doğdukları günden beri Manhattan’daki apartman dairelerinden, babalarının yasağı nedeniyle yalnızca birkaç kez çıktılar ve hayatı izledikleri filmler kadarıyla biliyorlar! Moselle hikâyenin bu karanlık kısmını ilerleyen günlerde öğrenecek..
Kimse evden çıkmayacak
The Wolfpack çocukların Manhattan’da Lower East Side’ın göbeğinde bir apartman dairesinin içinde yaşadıkları hapis hayatını anlatıyor. Ailenin hikâyesi, 1989’da Peru’da başlıyor. O sene tanışan Susan Angulo ve eşi Oscar ilk görüşte âşık olup dünyayı dolaşmaya başlıyorlar. Bir karavandalar! İlk senenin sonunda ilk çocuk dünyaya geliyor. Oscar’ın idealleri var, rock yıldızı olacak sanıyor. Ama olamayacak! Çocuk yapmaya devam ediyorlar. 1995’te aile karavandan Virginia’ya, oradan Los Angeles’a, sonra New York, ilk mahalleleri Bronx, sonra Queens ve son durak Manhattan’da Lower East Side. Babaları Oscar, çocukların sayısı arttıkça hayata dair endişesini engellemeyecek hale geliyor, ailesini kendi travmasının esiri etmesinde bir manasızlık aramıyor! Çünkü çok korkuyor, mahalledeki her kavga, gürültü onlar için büyük bir tehdit. Kararı kesin: Evden kimse dışarı çıkmayacak ve tehlikeden uzak duracaklar! Öyle ki aile üyeleri bazen yılda bir, bazen iki kere sokağa çıkabiliyor. Çocuklar kameraya bakmadan anlatıyor: “Bazen hiç çıkmadık ki!”
Öğretmenim yerine Anne
Anneleri evden dışarı çıkaramadığı çocukları için evde eğitim sertifikasını alıyor, zira çocukları birinin eğitmesi gerek! Narayana, Mukunda, Bhagavan, Govinda, Narayana’nın ikizi Krisna, Jagadesh ve kız kardeşleri Nisna evlerinin camından New York’u görse de hayat bir apartmanın 16. katı demek onlar için.. Hayatı nasıl öğrenecekler? Çocuklar doğdukları günden beri sanki kuvözden hiç çıkamayan yeni doğmuş bebekler gibi.. Bu onlara zorla dayatılan izolasyonu evde sabahtan akşama kadar televizyonda film izleyerek atlacaklar başka çareleri yok. O kadar hiçbir şey bilmiyorlar ki, tıpkı evin anahtarı gibi, “normal insanların” her gün seyrettiği kanalları gösteren televizyon da babalarının odasında ve girmeleri yasak!
Hayat dediğin onlar için Pulp Fiction filminin süresi, filmin diyalogları kadar. Zira Angulo kardeşler, insanların birbiriyle nasıl sohbet ettiğini, nasıl ilişki kurduğunu, nasıl arkadaş olduğunu filmlerden öğreniyor. Ellerinde babalarının onlara VHS ve DVD olarak getirdiği 2 bin film var, başka da bir şey yok. Oturup satır satır senaryoları yazıyorlar, rol paylaşımının ardından herkes repliğini ezberliyor, eksikleri yok. Kostümleri bile ev yapımı! Hem evdeki yoga matı şahane Batman kostümü oluyor! Tuvalet kağıtlarının kartonlarından silah da yapılabiliyor hem.. Babaları filmin yönetmenine paranoyasının sebebini şöyle anlatıyor: “Onlar sosyal baskıya uğramasın istedim. Bu memleketin problemi bu. Özgür olsunlar istedim. Uyuşturucunun, bir dinin ya da bir felsefenin kurbanı olmasınlar istedim. Sadece kendilerini daha iyi tanısınlar istedim!”
Babalarının “Saçlarınızı kestirmezseniz daha güçlü olursunuz” diye kandırdığı, saçlarını güçlü olmak uğruna ayak bileklerine kadar uzatan bu erkek çocukları, gönülsüz üye oldukları bir tarikatın üyesi gibi, her şeylerini ama her türlü eğlencelerini, kutlamalarını kaydederek hayatta kalmaya çalışıyor. Bir gün oğlanlardan Mukunda kararını veriyor. Kaçacak! Bir Mike Myers maskesiyle sokağa fırlıyor. Zira o da sokaktaki -o babasının hep bahsini ettiği tehlikedenkendisini Myers maskesinin koruyacağını düşünecek kadar bir film platosunda yaşıyor. Ancak yönetmenle hayatları öyle bir değişiyor ki.. Önce Moselle’e yavaş yavaş güveniyorlar. 5 yıl süren hikâyelerinin finali, mutlu son! Çocuklar ilk kez sinemaya, lunaparka, denize girmeye Moselle’le giderken, belgeselin şanı şöhreti dünyayı sarınca kırmızı halılarda yürüyorlar. Peki hayat şimdi nasıl?
Saç kesildi, isim değişti
Şimdi çocukların bazıları hâlâ o evde babaları ve anneleriyle yaşıyor. Govinda Brooklyn’e taşındı. İçlerinden isimlerini değiştirip hayata yeniden kendine yakıştırdığı isimle devam edenler var. En küçükleri Jagadesh, Eddie oldu. Krisna da Glenn! 4 kardeş ise o upuzun saçlarını kestirdiler, gitti. Bhagavan yoga hocası oldu. Govinde kamera asistanı ve görüntü yönetmeni olarak iş buldu. Narayana bir şirkette işe girdi, Mukunda setlerde prodüksiyon asistanlığı yapmaya başladı. Glenn ve Eddie ise müzik grubu kurmaya karar verdi. Peki ya anne? Oscar’ın karısı, çocukların annesi Susan, tam 20 yıl sonra annesiyle telefonda konuştu. Oscar’dan ayrılmadı ama soyadını değiştirip kendi genç kızlık soyadına geri döndü. Çocuklarını alıp Michigan’a anneanneleri ve diğer akrabalarıyla tanıştırmaya götürdü. Babayı sorarsanız, aynı. Anahtarlar artık bir tek onun cebinde değil!