28 Ekim 2022 13:04
Onur Erem
2023’te uygulanacak asgari ücret, Aralık ayı başında toplanması beklenen Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından belirlenecek.
Toplantıya bir ay kala, yeni asgari ücrete dair çeşitli beklentiler dile getirilmeye başlandı.
Basında asgari ücretin 8 bin 500 TL olacağına dair iddialar yer alırken, bunun bekar bir işçinin aylık yaşama maliyeti (9 bin 450 TL) veya dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının yarısı (11 bin 800 TL) olması gerektiğini söyleyenler de var. Bu, neredeyse yüzde 100 oranında bir artış demek.
Yeni asgari ücrete dair 14 Ekim’de bir açıklama yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in “Bundan öncekilerden çok daha farklı bir hazırlığın içinde olduğunu” söyledi.
Bakan Bilgin de 13 Ekim’deki açıklamasında “Enflasyonun emekçiler üzerindeki tahribatını ortadan kaldıracak bir düzenleme yapacağız” demişti.
Merkez Bankası 27 Ekim’de yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 5’e yakın artışla yüzde 65’e yükseltti.
Öte yandan 2022, asgari ücrete en yüksek zam yapılan yıllardan biri olmasına rağmen aynı zamanda dar gelirlilerin geçim sıkıntısını en çok hissettiği yıllardan biri de oldu.
Peki bu koşullarda 2023 için asgari ücret zammı ne kadar olmalı? Türkiye’deki asgari ücret diğer Avrupa ülkelerine kıyasla ne durumda? Verileri inceledik ve uzmanlara sorduk.
Türkiye’deki asgari ücret 2015 yılına kadar pek çok Doğu Avrupa ülkesinin üzerindeydi. Fakat o tarihten sonra tablo tersine döndü.
Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde endüstri ilişkileri, emek tarihi ve çalışma hukuku üzerine çalışmalar yürüten Doç. Dr. Aziz Çelik Avrupa Birliği’ne (AB) giren gelir düzeyi düşük ülkelerin ortak pazar ve emeğin serbest dolaşımının bir parçası haline gelmesiyle, bu ülkelerde asgari ücretin artmaya başladığını söylüyor.
Öte yandan Türkiye’deki asgari ücret yalnızca AB üyesi ülkelerin gerisinde kalmadı, Sırbistan ve Karadağ gibi ülkeler de Türkiye’yi geride bıraktı.
Öyle ki, Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verilerinde yer alan 27 Avrupa ülkesi arasında Türkiye, Arnavutluk’un ardından en düşük asgari ücreti veren ikinci ülke oldu.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü'nden Prof. Dr. Yalçın Karatepe, bunda Türk Lirası’nın büyük değer kaybının da etkili olduğunu söylüyor.
Prof. Karatepe, “İhracatı artırmak isteyen iktidar, ürün fiyatlarında kontrol edebildiği tek kısım olan işçilik ücretlerini baskılayarak avantaj elde etmeye çalıştı ama ithalat ihracattan daha fazla arttı” diyor:
“Vatandaşı yoksullaştırarak dış ticarette rekabetçi olunamayacağını da net bir şekilde gördük. Ücretleri baskılayan politikaların beklenen sonucu vermeyeceğini, sadece yoksulluğa yol açacağını görüyorum.”
Aziz Çelik, Türkiye’deki sendikalaşma oranlarının diğer Avrupa ülkelerinde daha düşük olmasının da asgari ücretin düşük kalmasında önemli bir etken olduğunu ekliyor:
“Avrupa’ya kıyasla Türkiye’de bir de Toplu İş Sözleşmesi (TİS) problemi var. Türkiye’de TİS’ler sadece sendikalı işçileri kapsarken örneğin Fransa’da o işyerindeki herkes TİS’ten faydalanıyor. Böylece Fransa’da sendikalaşma oranı yüzde 10’un altında olsa da TİS kapsamında çalışanların oranı yüzde 90’ın üstünde oluyor.”
Doç. Dr. Aziz Çelik asgari ücretin en az, dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının yarısı kadar olması gerektiğini, böylece iki ebeveynin çalıştığı iki çocuklu bir ailenin yoksulluk sınırı üstünde kalabileceğini söylüyor.
Türk-İş’e göre Eylül ayında dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 23 bin 600 TL oldu. Bunun yarısı 11 bin 800 TL yapıyor.
Asgari ücretin bu seviyeye gelmesi için 2,14 katına çıkarılması, başka bir deyişle yüzde 114 zam yapılması gerekiyor.
Bu, resmi enflasyon oranı olan yüzde 84’ün epey üzerinde.
Çelik, Türkiye’de asgari ücrete resmi enflasyon oranında zam yapılmasının iki sakıncası olduğunu söylüyor.
Bunlardan birincisi, yoksulların harcama sepetlerinin ortalama harcama sepetinden fazla olması.
Dar gelirlilerin harcamalarında gıda, kira ve faturaların oranı, toplumun geri kalanına kıyasla daha fazla.
Bu yüzden gıda enflasyonu ve kira artışının resmi enflasyonun üzerinde olduğu dönemlerde asgari ücret artışını enflasyon oranında tutmak, yoksulların geçimini daha da zorlaştırıyor.
İkinci sakınca ise resmi enflasyonun güvenilirliğiyle ilişkili.
Dr. Aziz Çelik, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı tüketici enflasyonunun güvenilirliğinin bir süredir tartışmalı olduğunu, hissedilen enflasyonun bu orandan daha fazla olduğunu söylüyor.
Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) adlı bağımsız oluşum Eylül ayında yıllık tüketici enflasyonunu yüzde 186 olarak hesaplarken TÜİK ise bu oranın yüzde 83,45 olduğunu belirtiyor.
Dr. Çelik, “Asgari ücretin nominal olarak ne kadar arttığının bir kıymeti yok, asgari ücretin alım gücünün ne kadar arttığı önemli” diyor ve son dönemdeki asgari ücret artışlarının alım gücünü artırmadığını söylüyor:
“Reel bir asgari ücret artışı olduğunu söylemek oldukça zor.”
Çelik, önümüzdeki yıl seçimlerin olması nedeniyle hükümetin asgari ücrette önceki yılkilerden daha büyük bir artış yapma ihtimalinin de bulunduğunu fakat bu konuda yorum yapmak için erken olduğunu aktarıyor.
Asgari ücrette gerçekleşecek büyük bir artışın enflasyon oranını da yukarı çekeceğine dair kaygılar da var.
Prof. Dr. Yalçın Karatepe ise bu görüşe katılmıyor:
“Asgari ücrete yapılan zammın önemli bir kısmı enflasyonun yol açtığı satın alım gücü kaybını telafi etmeye yönelik. Şimdi siz asgari ücreti artırarak insanları doğalgaz faturalarını ödeyebilir hale getirmeniz enflasyonu artırabilir mi?
“Türkiye’deki enflasyonun nedeni talep kaynaklı değil. Türkiye’deki enflasyonun nedeni maliyet kaynaklı, bunun ana nedeni de faiz politikasına bağlı olarak döviz kurlarındaki artış. Asgari ücretteki artış bu yüzden enflasyona yol açmaz, bunu çok net söyleyebilirim.
“Üstelik enflasyonla mücadeleyi vatandaşın yoksullaşması üzerine kurgulamak bir iktidar politikası olamaz zaten. İnsanları domates biber almasına imkan vermeyecek bir gelir seviyesine mahkum ederek enflasyonu düşürüyoruz diyebilir misiniz? Bir iktidarın esas amacı halkın refahını yükseltmek olmalı.”
Karatepe, asgari ücreti yüksek oranda artırmanın, yoksul işçilerin alım gücünü artırmada tek başına yeterli olmayacağını söylüyor:
“Enflasyonu kontrol altına almanız lazım. Enflasyonu düşük seviyelere indirmediğiniz sürece yapacağınız her artış etkisini birkaç ay içinde yitirecektir, elde edilen gelir ihtiyaçları karşılamaya yetmeyecektir.
“Türkiye’de ücretlerin düşük olması çok büyük bir sorun. Sadece asgari ücretlilerin değil, tüm çalışanların maaşları düşük. Bunu sadece bir gözlem olarak söylemiyorum.
“Yoksulluk sınırı olarak açıklanan verileri dikkate alacak olursak bugün çalışan nüfusun neredeyse yüzde 90’ı yoksul.”
Doç. Dr. Aziz Çelik, diğer Avrupa ülkelerinde asgari ücretlilerin oranının çok düşük olduğuna, Türkiye’de ise işgücünün yarısından fazlasının asgari ücretle çalıştığına ve böylece işçi sınıfının bir “asgari ücretliler topluluğuna” dönüştüğüne de dikkat çekiyor:
“Avrupa ülkelerinde temel ücret belirleyicisi toplu pazarlıklarken Türkiye’de asgari ücret temel ücret belirleyicisi.
“Bu çok ciddi bir problem. Ben bunu ‘asgari ücret tuzağı’ olarak adlandırıyorum.
“Asgari ücret yüksek düzeyde artırılıyor fakat geri kalan maaşlar aynı oranda artırılmadığı için daha fazla işçi asgari ücretli haline geliyor, asgari ücret bir ortalama ücrete dönüşüyor.
“Bu bütün ücret politikasının hükümet tarafından kontrol edilmesi anlamına geliyor. Diğer ücretlere de en azından asgari ücret kadar zam yapılmadığı sürece bu durumun kötüleşerek devam edeceğini düşünüyorum.
“Asgari ücret AKP döneminde yaklaşık 30 kat artarken memur maaşları, kamu işçisi ücretleri ve emekli aylıkları 13-15 kat arttı. Bu da bütün ücretleri asgari ücrete yakınlaştırdı. Bunun bir ücret politikası olduğunu düşünüyorum.
“Asgari ücrette yüksek artış, daha fazla asgari ücretli yaratıyor. Bu işçilerin maaşları diğerlerine kıyasla daha fazla artırılınca, yaşam standartlarının yükseldiğini düşünüyorlar. Geri kalan yüzde 50’ninse durumu kötüleşiyor. Fakat hükümet o yüzde 50’den oy alamadığını, alamayacağını düşünüyor. Böyle bir siyasal arka planı olduğunu da tahmin ediyorum.”
Prof. Karatepe de iktisat kitaplarında asgari ücretin giriş seviyesinde, deneyimi olmayan, geçici bir süre çalışan kişilerin kazandığı maaş olarak anlatıldığını fakat günümüzde Türkiye’de kalifiye insanların bile asgari ücret kazandığını vurguluyor:
“Türkiye’nin iyi üniversitelerinden mezun olmuş, kurumsal şirketlerle çalışan kişiler de asgari ücretin 1000 TL üzerinde maaş alıyor. Bu sürdürülebilir bir şey değil.”
Prof. Karatepe’ye göre işgücünün ve şirketlerin milli gelirden aldığı payın değiştirilmesi lazım.
TÜİK verilerine göre 2016’da işçiler milli gelirin yüzde 40’ını alırken bu oran 2020’de yüzde 38’e, 2022’de ise yüzde 25’e geriledi.
Şirketlerin aldığı pay ise aynı yıllarda sırasıyla yüzde 41, yüzde 42 ve yüzde 54 oldu.
Şirketlerin kârlarının büyük oranda arttığını söyleyen Karatepe, “Aslında şirketler çalışanlarına daha yüksek maaş ödeyebilecek gelire sahip. Peki çalışanlar neden bu yüksek ücretlere erişemiyor? Çünkü sendikal haklarda büyük eksiklikler var” diyor.
Karatepe’ye göre bu tabloyu değiştirmenin tek yolu işçilerin sendikal örgütlenmesini artırmaktan geçmiyor.
Siyasi partilerin bu konuyu yeterince gündeme getirmesi durumunda vergi sisteminde de değişikliğe gidilebileceğini söylüyor:
“TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği) ve DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) bu konuda ortak bir açıklama yaparak vergi dilimlerinin yükseltilmesini talep ediyor. Bu olursa çalışan kesimin harcanabilir geliri artar. Yoksulluk sınırı altındaki tüm gelirlerin vergiden muaf tutulması söz konusu olabilir.”
Bu tip taleplerin iktidar tarafından “bütçeye zarar vereceği” gerekçesiyle reddedildiğini belirten Prof. Karatepe, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Ben de onlara şunu söylüyorum: Kurumlar vergisini ciddi bir şekilde artırmayı tartışmamız gerekir belki. Dünyanın dört bir yanında kurumların ve zenginlerin daha fazla vergi ödemesi tartışılıyor.
“Örneğin kur korumalı mevduata bonkörce kaynak aktarılırken bunun yerine gelir vergisini indirmeyi bütçe açısından sorunlu bulmak, iktidarın bölüşüm sorununa nasıl baktığını gösteriyor.”
Eurostat ülkelerdeki asgari ücreti satın alma gücü paritesine göre de karşılaştırıyor.
Bu listede Türkiye'deki asgari ücret bazı Doğu Avrupa ülkelerinin üzerinde yer alıyor. İktidar da Türkiye’de kişi başı GSYH’den bahsederken genellikle satın alma gücü paritesine göre olan veriyi tercih ediyor.
Peki ülkelerin asgari ücretlerini buna göre karşılaştırmak doğru mu? Türkiye'deki bir asgari ücretli, ay sonunu Çek Cumhuriyeti veya Slovakya’daki bir asgari ücretliden daha rahat mı getiriyor?
Piri Reis Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Ekonomist Prof. Erhan Aslanoğlu'nun bu sorulara yanıtı "Hayır".
Aslanoğlu, satın alım gücü endeksinin yatırımcılara ülkelerin iç piyasalarını karşılaştırma imkanı verdiğini fakat asgari ücretler karşılaştırılırken satın alım gücüne göre verilerin değil, nominal verilerin karşılaştırılması gerektiğini söylüyor:
"Türkiye'deki asgari ücretin nominal olarak gerilemesi de, satın alma gücüne göre artması da TL'nin son dönemdeki aşırı değer kaybının bir yansıması. TL her yüzde 10 değer kaybettiğinde enflasyon yüzde 1,5-2 artıyor. Dolayısıyla Türkiye'deki temel mal ve hizmet fiyatları ile Avrupa'dakiler arasındaki fark artıyor.
"Bu Türkiye'nin iş gücü maliyetini Avrupa'ya kıyaslamaya yarıyor. Bunun artması, Türkiye'deki asgari ücretlinin refahında bir artışı ifade etmez. Türkiye'de yoksulluk sınırlarına baktığımızda, asgari ücret dört kişilik bir ailenin ihtiyaçlarını karşılamaktan da uzak.
"Bir ülkedeki asgari ücret seviyesi nominal ücret seviyesi, yoksulluk sınırı veya minimum ihtiyaçlarını karşılama sınırına göre belirlenir. Satın alma paritesine göre bunları karşılaştırmak doğru değildir. Türkiye'nin kalkınması için nominal ücretlerin gerilemesi değil yükselmesi gerekmektedir."
© Tüm hakları saklıdır.