Avrupa’daki sağcı popülist partilerin hafta sonunda ortak kongre düzenleyerek gövde gösterisinde bulunması, AB’nin temellerini sarsabilecek yeni bir ittifakının oluşmakta olduğu endişelerine yol açtı.
Fransa'dan Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen, Hollanda’dan Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders’in de aralarında olduğu sağcı popülist partilerin liderleri, Almanya için Alternatif (AfD) partisi lideri Frauke Petry’nin ev sahipliğinde Koblenz’deki kongrede birlikte boy gösterip, 2017’de Avrupa’da yapılacak seçimlerde zafer kazanacakları, “Yeni Avrupa’yı” inşa edecekleri mesajını verdiler.
Ortak cephe gerçekçi mi?
Düşünce kuruluşu Alman Marshall Fonu’nun (GMF) uzmanlarından Dr. Timo Lochocki’ye göre Koblenz buluşması gerçek bir siyasi ittifak oluşturmaktan çok medyanın ilgisini çekme amaçlı bir halkla ilişkiler faaliyeti.
DW Türkçe’ye konuşan Lochocki, “Bu partilerin dış politika önerileri ya da AB ile ilgili tutumları çelişkili ve birbirleriyle çatışan nitelikte. Mesela Almanya’daki AfD ile Fransa’daki Ulusal Cephesi’nin AB ile ilgili planları büyük ölçüde birbirleriyle çelişiyor” dedi. Bu partilerin ittifak oluşturabilmelerini çok gerçekçi bulmadığını vurgulayan Lochocki, “Yeniden milliyetçiliğe dönüş yapan bu partilerin ne oranda ortak bir paydada buluşup, ortak bir cephe oluşturabileceği paradoksal bir konu” şeklinde konuştu.
ABD’de Donald Trump’un seçim zaferi ve İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı sonrasında daha da umutlanan sağcı popülist ve aşırı sağcı partiler “daha az AB, daha çok ulus devlet” vaat ediyor. Somut çözüm önerileri yerine popülist söylemler kullanan, euro ve sığınmacı krizleri ile son dönemdeki terör saldırılarının Avrupa genelinde neden olduğu korkuları kullanan aşırı sağcılar bu yolla oy oranlarını artırıyor.
Lochocki’ye göre aşırı sağın yükselişinde mevcut hükümetler ve köklü partilerin hatalarının da önemli payı var. Sokaktaki insanların daha fazla göç ve daha fazla Avrupa’yı bir kazanım olarak değil bir tehlike olarak algıladığını ancak yerleşik siyasi aktörlerin bu kaygılara gidermek için yeterli çabayı harcamadığını söyleyen Timo Lochocki şu değerlendirmeyi aktardı:
“Adeta her seçmenin karşılaştırmalı siyaset ve siyaset biliminde bir doktorası olduğunu varsaydılar, ‘anlayacaklardır’ dediler. Yalın ve anlaşılır bir dilde iletişim kurmayı bıraktılar, ya ‘bu çok çetrefilli bir konu’ diyerek geçiştirdiler ya da ‘göç, Avrupa, küresel ticaret tüm bunlar harika, bunu beğenmiyorsan aptalsındır’ dediler. Bu büyük bir hataydı. Seçmenlerin anlayabilecekleri bir dille konuların kendilerine anlatılmasını talep etme hakları var.”
ABD’de Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasının Almanya ve Fransa’daki sağcı popülistleri doğrudan güçlendirmeyeceğini aktaran Lochocki, seçmenlerin yüzde 99’unun kararlarını ülke siyasetini gözlemleyerek aldıklarına dikkat çekti. Ancak Lochocki dolaylı etkilerin göz ardı edilemeyeceğini sözlerine ekledi: “Trump’ın göreve başlaması ve Brexit süreci Alman siyasetçilerini, ABD yönetimi ile İngiltere hükümetinin aksiyonlarına yanıt vermeye zorlayacak. Bu noktada Alman ya da Fransız sağcı popülistler Alman ve Fransız hükümetlerinin yanıtlarına reaksiyon gösterecektir. Dolaylı da olsa etkiler gözlemleyebiliriz.”
“En büyük tarihi dönüm noktası”
Sağcı liderler Koblenz’deki konuşmalarında Trump’ın seçim zaferinden övgüyle söz ederken, bunu “Avrupa’da bir uyanışın” izleyeceğini, bu uyanışın da bu yıl içerisinde kendilerini iktidara taşıyacağını iddia etti.
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Das Progressive Zentrum adlı düşünce kuruluşunun direktörü Dominic Schwickert, Trump’ın zaferiyle Brexit’in önemli birer kırılma noktası olduğuna işaret ederek şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bir çoklarımız açısından çok net olarak anlaşılmış olmasa da Brexit ve Trump’ın başkanlık görevini üstlenmesi, Demir Perde’nin çökmesi ve Almanya’nın yeniden birleşmesinden bu yana yaşanan en büyük tarihi dönüm noktası ve siyasi fay kırılması. Avrupa önümüzdeki aylarda bugüne kadarki en büyük meydan okumalarla karşı karşıya kalacak. Buna rağmen kötümser değilim. Aksine, bundan sonrası, her zamankinden daha çok sivil topluma bağlı. Ve geç uyansa da Almanya’da ve Avrupa’da sivil toplum güçlüdür.”
Avrupa'da aşırı sağcı partiler yükselişte
Koblenz’deki buluşmaya katılan Fransa’daki aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin lideri Le Pen’in, Nisan ve Mayıs ayından yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor. Hollanda’daki aşırı sağın lideri Geert Wilders’in partisi PVV de anketlere göre 15 Mart’ta yapılacak genel seçimlerde birinci parti olarak görülüyor. Buluşmaya evsahipliği yapan AfD de Almanya’da mülteci kriziyle birlikte oy oranını çok ciddi oranda arttırırken, Eylül’de yapılacak seçimlerde ilk kez Federal Meclis'e girmeyi hedefliyor.
Schwickert, AfD’nin Almanya’daki yükselişini önlemede köklü yerleşik partilere görev düştüğü görüşünde: “AfD bir vesvese partisidir. Yegane gerçek parti programı maddesi korku yaymak. Köklü partilerin bu korkuyu yayma girişimine yanıt vererek karşı koymaları ve yeniden olumlu bir vizyon geliştirerek bunu yansıtmaları önem taşıyor. Şüphesiz ki son yıllarda köklü partilerin bu konuda ihmalleri oldu.”
1998 yılından bu yana Almanya’daki genel seçimlere katılım oranı düşüyor. 1998 yılında seçimlere katılım oranı yüzde 82,2 iken 2002’de yüzde 79,1, 2005’de yüzde 77,7, 2009 yılındaysa yüzde 70,8 olarak gerçekleşti. Son olarak 2013 seçimlerinde katılım oranı az bir artışla yüzde 71,5’de kaldı.
Şimdi dikkatler Almanya’da 24 Eylül’de yapılacak genel seçimlere çevrildi. Aşırı sağ karşıtı seçmenlerin mobilize edilmesi kilit önem taşıyor. Peki, bu nasıl başarılacak? Schwickert bu soruyu şöyle yanıtlıyor:
"Köklü partiler büyük bir hızla yeniden daha çekici bir hale gelmeli ve AfD’ye salt tepki amaçlı oy verenlere yeni siyasi öneriler sunmalı. Ancak şu konuda da gerçekçi olunmalı: AfD yandaşlarının bir bölümünün, en iyi siyasi öneriler ve argümanlarla da geri kazanılması mümkün değil. Onlarla demokratik rekabet çerçevesinde çetin bir mücadele yürütülmeli. Bizim demokrasimiz güçlü, buna dayanacaktır.”
Koblenz’de sayıları bini aşmayan sağcı popülistler kongre yaptığı sırada kent sokaklarında 5 bin kişi renkli, çoğulcu, dışa açık ve demokratik bir Almanya için biraraya geldi. Bunun çok umut verici olduğunu vurgulayan Schwickert, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Önemli olan, sessiz, demokratik ve dünyaya açık çoğunluğu mobilize edebilmemiz. Ne de olsa bu, halkın yüzde 80’ininden fazlası demek. Üstelik sessiz çoğunluğun artan oranda politize olduğu ve savunma pozisyonundan çıktığı yönünde emareler var. Hafta sonunda Avrupa’daki sağcı popülistlerin buluşmasına ve Trump’ın göreve başlamasına karşı gösterilere çok sayıda kişinin katılmış olması cesaretlendirici işaretler.”
© Deutsche Welle Türkçe
Değer Akal / Berlin