Bişar Abdi Alınak
(Radikal - 17 Haziran 2012)
18 yıl önce yine, bir babalar gününde sen demir parmaklıklar ardındayken kutlayamamıştım seni. O zamanlar 11 yaşında küçük bir çocuktum. Televizyonlarda idamla yargılandığını izlerken ağlamıştım. 1994’ün Haziran ayında rahmetli İlyas amcamız, yokluğunu aramayalım diye pikniğe götürmüştü bizi. Annemi, ikizim Cabbar’ı ve beni. Her şey çok güzeldi.
Derken közde pişen etler mangaldan alındı ve uzaktan bir ses koptu: “Çocuklar yemeğe…” İştahla sofraya kurulduk. Cabbar, İlyas amcamın kızı Begüm ve ben. Annem içi et dolu kocaman bir dürüm yapmıştı bana. Sanki o güne kadar hiç et yememişim gibi aç kurtlar gibi saldırdım ekmeğe. Her şey harikaydı o ana kadar. Nerden bilebilirdim ki o güzelim yemeğin kursağımda kalacağını. Nerden bilebilirdim ki, Begüm’ün babasına sarılıp baba “Babalar günün kutlu olsun, seni çok seviyorum” diyeceğini. Kocaman bir yumru boğazıma çöreklenmişti.
Baba neredesin?
Hatırladıkça şimdi bile yutkunamadığım, şimdi bile yediğim yemeği yarıda bıraktığım… Gözlerim seni aramıştı çılgınca. Geyiklerle aşkım o zaman başlamıştı seni ararken. Onların da mahpus olduğunu fark etmiştim o anda. O çitlerin dışında bir yerlerde geyik yavrularının baba geyiklere hasret olduğunu düşünmüştüm. Kocaman bir çığlık atmıştım “Baba nerdesin?” diye ama sesimi karıncalar bile duymamıştı. İçin için ağlamak neymiş o gün öğrenmiştim.
Piknik dönüşünde tüm keyfim kaçmış, arabanın içinde babasını hayal eden, serde erkeklik olduğundan ağlamamak için kendini zor tutan o küçük oğlan çocuğunu hâlâ hatırlarım. Yolda, hıçkırıklarımı içime hapsederek geçirdiğim o bir buçuk saat, 18 yıldır sürüyor. Eve geldiğimizde koşarak kendime ağlayacak ıssız bir köşe bulmuş, ağladıkça büyümüş ve ağlamam bittiğinde kocaman bir adam olmuştum sanki.
Koca bir adam gibi hissetsem de, biliyorum ki, hep senin küçük çocuğunum. Hani sen kızarsın ya bazen bana, “Oğlum, neden bu kadar çabuk sinirleniyorsun” diye… İlkokulu bitirirken cezaevinden gönderdiğin, bizi sevdiğini ve mezuniyetimizi kutladığını söyleyen mektubu TBMM İlkokulu müdürü okumamıştı ya hani… Başka çocukların seyahatte olan babaları vardı, çok iyi hatırlıyorum. Şehir dışındaki babaların çocuklarını kutlama mesajları okunmuş, ama seninki “bölücü” olduğun gerekçesiyle okunmamıştı. O gün o müdüre saldırmak, vurmak geçmişti içimden. Sonra Ayrancı Lisesi’nin bahçesine gelip senin bölücü olduğunu söyleyerek beni döven o koca koca adamlar... Sonra Meclis kürsüsünde dayak yediğinde, televizyondan görüp çığlık çığlığa ağlayışımızı hatırlıyorum Biz, “Babamız çok güçlü herkesi döver” diye düşünürken, sen bir tane bile vurmamıştın o adamlara. İtiraf etmeliyim ki, biz Cabbar’la dayak yemenden çok, o adamlara bir tane bile vurmamana üzülmüştük. İtiraf etmeliyim ki, dayak yiyen adamın çocukları olarak utançla gitmiştik okula. Sana “Baba sen niye vurmadın, korktun mu?” dediğimizde, “Vurmak istemedim. Vurmak kötüdür, vursaydım ben de onlar gibi olurdum. Ben konuşmak istedim” demiştin. Babam, biliyorum sen şiddeti sevmezsin.
Babaları asılacak!
Ama itiraf etmeliyim ki, ben içimdeki öfkeyi dizginleyemiyorum senin gibi. O küçük oğlanı döven koca adamlar, okul müdürü, okuldaki arkadaşlarımızın kızdıklarında bağırarak, diğer zamanlarda arkamızdan fısıldayarak “Babaları asılacak” deyişleri ve anlatırsam sayfalar sürecek daha bir sürü travma… Ben şimdi sinirlendiğim zaman, içimde o küçük oğlan çocuğunun yaşadığı travmalar bir volkan gibi patlıyor.
Tahliye olduğun 8 Aralık 1994 gününün de her ayrıntısını hatırlıyorum. Arkadaşımdan ödünç aldığım telefon kartıyla sekreterin Gülsen ablayı aramıştım: “Abla babamın duruşması ne oldu” diye sormuştum. Kulağıma bir ses geldi: “Bişar, baban bırakıldı.” O güne kadar duyduğum en güzel sesti. Konuşmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu. Gülsen ablayla konuşamadan kapattım telefonu. Sadece sen vardın aklımda, senle gidemediğim o piknik vardı hayalimde. “Begüm babam geliyor!” dedim içimden.
Tarih Nisan 2012, tahliye olamadığın gün. Tam 18 yıl sonra. Çağlayan Adliyesi’nde avukat arkadaşlarla tahliye olacağını ümit ederek saat beşi bekliyorduk. Saat beşi altıya, altıyı yediye bağlarken hâlâ haber çıkmamıştı mahkemeden. Stresimi atmak için dışarda sigara içerken telefonum çaldı. Gri bir ses “Üzgünüm, Mahmut bey bırakılmadı” dedi. Kalbim yandı sanki. Bir yumru oldu boğazımda yine hasretin, gözlerim doldu, ama ağlamadım. Ya da herkes öyle sandı. Aynı 18 yıl önce yaptığım gibi yine içime ağladım.
Baba, sana hiç “senin için” avukat olduğumu söylemiş miydim ben? Yaşı genç, ama çocuk yüreği babasının hasreti ile yaşlanmış bir avukat. Kendi dışarıda, ama yüreği Kandıra F Tipi Cezaevi’nde hapis bir avukat. Şimdi Kandıra F tipi cezaevi önünde içim burkula burkula hiç bitmeyen o sigarayı içmeye devam ediyorum.
Baba 18 yıl geçti ve biz hâlâ seni bekliyoruz. Seninle olamadığımız her anın çetelesini tutuyoruz. Tüm mahpusların babalar günü kutlu olsun. Babalar günün kutlu olsun. Sizi, seni çok seviyorum.