Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu, geçtiğimiz haftanın Kütüphane Haftası olması nedeniyle İslami kesimdeki kitap yayıncılığını eleştirdiği yazısında, "En muhafazakâr geçinen yayınevlerinin, kitap satış bürolarının bunlar çok satılıyor diye bırakın içeriğinin okunmasını, kapağını bile çocukların görmemesi gereken kitaplar için raf düzenliyor olmasını anlamakta zorlanıyorum" yorumunda bulundu.
İslami kesimin kitaplara ilgi göstermemesini de eleştiren Barbarosoğlu, "Ey okuyucu, seçim sathı mahalline girdiğimiz şu günlerde, mahallen için, ilçen için bir kütüphane, bir kültür merkezi talep etmeyi düşünüyor musun? Yoksa sana dayatılan magazinsel kodların ışığında birilerini sevmeye, birilerini asla sevmemeye devam mı edeceksin?" diye sordu.
Fatma Barbarosoğlu'nun Yeni Şafak gazetesinde 'O lüks evlerde herşey var, kitap hariç!' başlığıyla yayımlanan (8 Nisan 2015) yazısı şöyle:
'O lüks evlerde herşey var, kitap hariç!'
I-
Geçen hafta “Kütüphanecilik haftası” idi.
Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın teröristlerce şehit edilmesi ve ulusal elektrik kesintisi bütün haftayı derinden yarıp geçtiği için “faaliyet gündemi” pek yerini bulmadı. Dolayısıyla Çağdaş Kütüphaneden yoksun Türkiye gerçeğini “Kütüphane Haftası” vesilesiyle bir kez daha haykırma imkanı bulamadık geçen hafta.
Bulabilseydik ne olurdu? Şu cevapları alacağımızı peşinen biliyorum.
-“Kütüphane mi? Kim kitap okuyor ki?”
-“Kütüphane mi artık kitap elektronik ortamda okunuyor.
Devletimiz verdi çocukların eline birer aypet. Kitap ve eğitim işini kökten çözümledi. Matbu kitaplar ihtiyaç bile değil artık!”
-“Kitap okuyan entel insanlara ihtiyacımız yok bizim. Bize eylem insanı lazım eylem.”
II-
Kütüphane haftası üzerinden kitap ile ilişkimizi tasvir ederken, tasvirin bir yüzü kütüphanesiz şehirlerimiz gerçeğine dayanıyorsa bir yüzü de kötü kitapların iyi kitapları edebi kamudan kovması gerçeğine bakmalı.
Kötü kitaplar iyi kitapları piyasadan nasıl kovdu?
Artık hepimizde bir çokluk tutkusu var. Rakamlarla mutlu olma, rakamlarla avunma halinde kilitli kaldık.
Çok ev, çok araba, çok kitap...
“Çok kitap “ anlayışı hayatımıza nasıl girdi?
Orhan Pamuk'un “Yeni Hayat” kitabı için yapılmış olan kampanya ile.
Orhan Pamuk'un “Yeni Hayat” kitabı üzerinden yapmış olduğu kampanyanın en Çok İslami kesimi vurmuş olması şaşırtıcı değil mi? Orhan Pamuk kitabını çok satmaya uğraşıyor lakin kendi çizgisinden edebi anlayışından, romanındaki işçilikten hiç vazgeçmeden.
İslami kesimdeki “çok satan “ kitaplar için aynı işçilikten, kurgu bütünlüğünden kolaylıkla bahsetmemiz mümkün mü?
Kitabın üslubu, felsefesi ve kurgusunun dışında her şeyini konuşmaya hazırız.
En çok da kaç bastığını, kaç sattığını ve kaç sayfa olduğunu konuşmayı seviyoruz.
Böylece kitap okuma özürlüler kitap hakkında bol bol ahkam kesme imkanına kavuşmuş oluyor.
Her yayınevinin birbirinden güzel kitaplı sloganı var. Güzel.
Lakin, yayınevlerinde kitaptan anlayan editörlerin ve yayın yönetmenlerinin sayısı gittikçe azalıyor.
Yayınevleri ekseri, öteki yayınevinde “çok satan” yazarı kendi yayınevine transfer etme gayreti içinde.
Neden, çünkü o çok satıyor.
Yanlış anlaşılmasın yayınevlerinin para kazanması gerçeğini inkar ediyor değilim.
Üstelik İslami kesimdeki edebi kamu kısırlığının bütün yükünü yayınevlerine yüklemek acımasızlık olur. Ayakta durmak için elbette kitaplarını satmak zorundalar.
Beyaz Saray, merdiven altı yayıncılığı günlerine geri dönelim demiyorum. Lakin, en muhafazakâr geçinen yayınevlerinin, kitap satış bürolarının bunlar çok satılıyor diye bırakın içeriğinin okunmasını, kapağını bile çocukların görmemesi gereken kitaplar için raf düzenliyor olmasını anlamakta zorlanıyorum. İçimi koyu bir umutsuzluk kaplıyor.
AVM'lerde şık kitapçıların sayısı artıyor, marketlerde ekmek alırken çok satan “kampanya kitap”ı alma imkanı da buluyorsunuz, tamam.
Fakat ey okuyucu neredeyse her gazete kitap eki verirken, bütün gazetelerde “küresel kampanya kitaplar”ının dışında kitaplara ulaşmak gittikçe zorlaşıyorsa ve kalbinize değecek bir kitabın varlığından haberdar olma ihtimaliniz gittikçe imkansızın bahçesine doğru yol alıyorsa, burada bir sorun yok mu?
III-
Sevgili Çiçek Derman Hocamız, Nihayet dergiyi çok beğendiğini söyledikten sonra derginizin sayfalarında kütüphaneli evler diye bir bölüm yapsanız diye tavsiyede bulundu. İnsanların evinde artık kitap göremez olduk diyerek kaygısını paylaştı.
Nereden nereye doğru yol aldığımızı görmek için 1970'lerin sonunda oturma odalarımıza giren kütüphaneli kanepeleri hatırlamamız gerekiyor. Şimdi lüks evlerin bilmem kaç metre kare alanında kütüphane için ayrılmış bir mekana rastlamak mümkün değil.
IV-
Ey okuyucu, seçim sathı mahalline girdiğimiz şu günlerde, mahallen için, ilçen için bir kütüphane, bir kültür merkezi talep etmeyi düşünüyor musun? Yoksa sana dayatılan magazinsel kodların ışığında birilerini sevmeye, birilerini asla sevmemeye devam mı edeceksin?
Kütüphanesiz ülke gerçeği.
Kütüphanesiz şehir gerçeği.
Kütüphanesiz okul gerçeği.
Ve kitapsız ev gerçeği.
Oysa o kadar çok kitap basılıyor ki.Yayınevleri basılacak kitapları koyacak stand bulamıyor.
Eee bir tuhaflık yok mu bu gidişatta!