Yeni Akit yazarı Faruk Köse, "başkanlık" tartışmalarına ilişkin olarak, "Sistem değişikliğiyle efor tüketileceğine, 'yeni bir rejim kurmak' gibi esas işe yönelmek evlâ olacaktır. Nedir yeni rejim? derseniz, lafı dolandırmadan doğrudan söyleyeyim: Hukukta Şeriat, İdari mekanizmada Hilafet!" dedi. Köse, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yani, ne kadar ömrü kaldığını bilemeyeceğimiz “fanilere odaklanmış sistem kurgusu”yla fırsatı kaçırmaktansa, hâlâ imkânlar eldeyken “Başkanlık Sistemi” tartışmasına bir süre ara verip “esas konu”ya geçsek, “Laik-Kemalist Rejim” tarafından yıkılan “Hilafet Sistemi”nin tekrar nasıl ihya edileceğini konuşsak, artık buna kafa yorsak..."
Köse'nin Akit'te "Başkanlık Sistemi yerine Hilafet’i konuşsak mı?" başlığıyla yayımlanan (2 Şubat 2015) yazısı şöyle:
Başkanlık Sistemi yerine Hilafet’i konuşsak mı?
Gündemin ana konusu “Başkanlık Sistemi.” Şimdi herkes bunu tartışacak. Ancak benim için önemli olan, devletin “Başkanlık” veya “Parlamenter”olsun, ya da başka bir şey olsun, “hangi sistem”le yönetildiği değil, “nasıl”ve “hangi rejim”le yönetildiğidir. Bu yüzden, “Başkanlık Sistemi”ni tartışmaktan ziyade, “rejim değişikliği”ni tartışmak gerektiğini düşünüyorum.
Getirilmek istenen “Başkanlık Sistemi”ne dair detaylar basında gündeme geliyor. Buna göre, “seçim barajı” düşürülerek “Tekli Meclis”te “toplumun tüm kesimlerinin temsili” sağlanacakmış. “Milletvekili seçilme yaşı” 18’e inecekmiş. “Sorumsuz Cumhurbaşkanı” yerine “sorumlu Başkan”olacakmış. “Başkanın yargılanması” için “Anayasa Mahkemesi üyeleri” ile“Meclis üyeleri”nden müteşekkil “Güçlendirilmiş Yüce Divan” kurulacak ve böylece “hukuk”la “siyaset” birbirine karıştırılacakmış. Millet tek seçimde hem “Başkan”ını, hem de “milletvekilleri”ni seçecekmiş. Başkan için ayrıca“güven oylaması” olmayacakmış.
Görüldüğü üzere, üzerinde durulan asıl konu, “Cumhurbaşkanlığı” ile“Başbakanlık”ı birleştirip “Cumhurbaşbakanlığı” mesabesinde bir“Başkanlık Sistemi” kurmaktan ibaret. Yani “rejim”e, “rejim değişikliği”ne dair herhangi bir plânlama ya da çalışma yok.
Bu köşede 15.05.2012’de “Sistem sorunu mu, rejim sorunu mu?” başlığı altında esas sorunumuzun ne olduğuna değinmiş 2012’nin 05-06 Haziran’ında ise iki gün üst üste “Başkanlık sistemi gelince rejim ne olacak?” başlığı altında konuya dair düşüncelerimi yazmıştım. O yüzden burada “Başkanlık Sistemi”nin ayrıntılarına girmeyeceğim. “Rejim değişikliği”ne dair ise şunları söylemek istiyorum:
İhtiyaç duyulan yeni anayasa ile çözülmesi gereken öncelikli esas sorunumuz “sistem sorunu” değil, “rejim sorunu”dur. Çünkü eğer yeni anayasa “rejim”i değiştirmeyecek de sadece rejimin “işleyiş sistemi”ni değiştirecekse, esas soruna çözüm getirmeyecek demektir. Eğer“Kemalist-Laik rejim” ile “dindar millet” arasında baştan beri var olan uyuşmazlık ve anlaşmazlık “rejim değişikliği”yle giderilmeyecekse, sistemi değiştirmenin önemi kalmayacaktır. Zira büyük çoğunluğu dindar olan topluma cebren uygulanan “Kemalist Laiklik” bir “sistem sorunu” değil, “rejim sorunu”dur. O yüzden, “dindar topluma uygulanan Laik-Kemalist rejim” değiştirilip “toplumun dinine uygun hal”e getirilmediği sürece, sistemin Parlamenter ya da Başkanlık olmasının hiçbir önemi yoktur. Bu yüzden, meseleye sadece “sistem” açısından bakarsanız, “dindar toplum” için değişen hiçbir şey olmayacak demektir.
Esasta/Rejimde bir değişiklik ya da yenilik olmayacaksa, sistem “parlamenter” değil de “başkanlık” olsa ne yazar, “başkanlık” olmasa da “parlamenter” kalsa ne farkeder? Yani önemli olan, “sistem”in “başkanlık” ya da “parlamenter” oluşundan ziyade, o sistem ile uygulanan “rejimin niteliği”nin ne olduğu, nasıl bir mahiyette tezahür ettiğidir. Bu yüzden, “Başkanlık Sistemi” kurgulanmadan önce, o sistemin “hangi rejim”i yürüteceği belirlenmelidir. Bunun yolu, “rejimi değiştirmede radikal davranıp rejimin yerleşik tabularını yıkmak”tan geçer. O halde Türkiye’de “Başkanlık Sistemi”nin anlamlı olabilmesi için, “rejim bakımından nasıl bir değişime ve dönüşüme ihtiyaç olduğu”na bakmak gerekecektir.
Başkanlık sistemi, “yasama-yürütme-yargı” diye tabir edilen klasik “güçler ayrılığı” üçlemesinde, “yürütme gücü”nün nasıl kullanılacağına dair bir“yöntem”den öteye bir şey değildir; yani bir “yönetme mekanizması”olarak “güçler ayrılığı”ndaki “yürütme erki”nin hangi sistemle tatbik edileceğinden ibarettir. Bu bakımdan, birbirine çok zıt kaynaklardan hareket eden ülkeler hükümet etme sistemi itibariyle başkanlıkla idare edilebiliyor. Yani sadece “hükümet etme biçimi” olarak “başkanlık sistemi” gelince her şey yoluna girmiyor, hatta “rejim”e dair hiçbir şey değişmeyebiliyor.
O halde Türkiye’de “yürütme gücünün işleyiş mekanizması” değiştirilip“parlamenter sistem”den “başkanlık sistemi”ne dönüştürülecekse, bunun ülke ve toplum için anlam taşıyabilmesi, yenilik ve dinamizm oluşturabilmesi, toplumu mutlu edebilmesi için, sadece “hükümet etme sistemi”ndeki değişikliğin çok da yararı olacağını düşünmüyorum.
Sistem değişikliğinin herhangi bir yararı olabilmesi için, geçilen yeni sistemin içinde tatbik edileceği “rejim”in de değiştirilmesi lazım. Bu bakımdan, “başkanlık sistemi”nden önce “rejim”in konuşulması, önce rejimin değiştirilip “toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne mutabık bir rejime geçilmesi; rejim değişikliğine paralel olarak, “yeni rejimin yürütme erki”nin başkanlık olup olmayacağı üzerinde kafa yorulması yerinde olacaktır. Aksi taktirde, “umulan yararlar”ı temin etmek mümkün olmayacak, hatta “muhtemel yol kazaları” durumunda mevcut “toplumsal huzursuzluk” bütün alanlarda katlanarak devam edecektir.
O halde “sistem değişikliği”yle efor tüketileceğine, “yeni bir rejim kurmak” gibi esas işe yönelmek evlâ olacaktır. Nedir “yeni rejim?”derseniz, lafı dolandırmadan doğrudan söyleyeyim:
Hukukta Şeriat, İdari mekanizmada Hilafet!...
Yani, ne kadar ömrü kaldığını bilemeyeceğimiz “fanilere odaklanmış sistem kurgusu”yla fırsatı kaçırmaktansa, hâlâ imkânlar eldeyken “Başkanlık Sistemi” tartışmasına bir süre ara verip “esas konu”ya geçsek, “Laik-Kemalist Rejim” tarafından yıkılan “Hilafet Sistemi”nin tekrar nasıl ihya edileceğini konuşsak, artık buna kafa yorsak...