Geçtiğimiz Mart ayında Hollanda’da gerçekleşen eyalet parlamentosu ve senato seçimleri genç siyasi parti Çiftçi Vatandaş Hareket Partisi'nin (BBB) zaferiyle sonuçlandı. BBB, yaklaşık 4 yıl önce toplumun önemli bir oranını oluşturan çiftçileri, çiftçilerin haklarını ve ülkedeki tarım özgürlüklerini savunmak amacıyla kuruldu. Partinin öncelikli planlarından biri, hükümetin merkezi çevre politikası olan azot planına tepki göstermekti. Popülist fikir, hükümetlerin ve elit tabakanın işçi kesimi üzerinde kurduğu baskının geçersiz sayılabilecek nedenlerle normlaştırıldığı iddiasını öne sürer – iklim krizine karşı alınan eylemler de sıklıkla bu çerçevede değerlendirildi. Bu bağlamda, popülist politikanın öncelikli sloganlarından biri bu seçim genelinde doğrulanmış, Hollanda özelinde örneklenmiş oldu. BBB’nin siyasi hareketi İslam karşıtı politik görüşüyle bilinen Geert Wilders tarafından da desteklenmişti. Peki, Polonya, Amerika, Fransa gibi ülkelerin siyasilerinden destek alan bu hareket Hollanda ve Batı Avrupa için ne anlama gelir? Popülizmin Avrupa özelinde yaygınlaşması bize nasıl bir geleceği işaret eder?
BBB'nin kazandığı an. Kaynak: NU.nl
Hollanda dünyanın ikinci en büyük tarım sektörüne sahip; BBB’ye göre bu hükümet için çiftçileri dinlemek ve varlıklarını önemsemek için yeterli bir neden olmalı. Seçim sonrası, partinin kurucu liderlerinden Caroline van der Plas basına, “Bizi yok sayamazlardı. Şimdi bu kesinleşti” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Çiftçilerin öfkesi, bahsettiğim üzere, Hollanda hükümetinin iklim krizi kapsamında önceliğe aldığı azot planına dayanıyor. Hollanda hükümeti azot planı kapsamında, 2030 yılına dek Natura 2000 bölgelerindeki azot emisyonunu yüzde 74’ün altına çekilmesini hedeflemişti. Avrupa Komisyonu tarafından habitatı korumak amacıyla planlanan Natura 2000 bölgeleri, AB kara alanının yüzde 18'i ve deniz alanının yüzde 8'inden fazlasını kapsıyor. Azot salınımına yüksek oranda sera gazları ve hayvan gübresinin yol açtığını tespit eden Mark Rutte liderliğindeki Hollanda hükümeti, ülke genelinde yaklaşık 3000 tarım alanını kapatma planını öne sürmüştü.
Kapatılacak tarım alanlarının sahiplerine topraklarının mali değerinin yaklaşık yüzde 120 üstünde bir tazminat teklif edilecekti. Bu plan 2022 yazından bu yana ülkede protestolarla karşılandı. Eyalet seçimi sonuçlanana dek Hollanda çiftçileri, ülke bayraklarını çiftliklerine ters asmıştı.
Görüldüğü üzere, yaşanılan bu durum, ekonomik bir endişeden daha fazla fikri ve manevi bir kaygı ortamı doğurdu. Azot salınımına dair bilimsel makalelerin ve çeşitli raporların belirgin gösterilerine rağmen, ülkede tarımla uğraşan tüm işçilerin zaten doğaya duyarlı olduğuna dayanan bir söylem yaratılıyor. BBB, onları yok saymanın kimseye bir kazanç sağlamayacağını pek çok kez belirtti. Ülkenin solunu temsil eden Yeşiller Partisi (Groenlinks) ve İşçi Partisi (PvDA) ise hükümetin bahsedilen azot planını destekleyenler arasında.
Hollanda hükümetinin çevre politikası bu kapsamda, ‘sıradan vatandaşın üzerine kurulan bir baskı, taşranın yok edilişi’ gibi distopik bir bağlamda yorumlanıyor. BBB partisinin siyasi atılımı çerçevesinde, popülist düşüncenin merkez tezlerinden olan ‘elitin sıradana olan kibri’ bir kez daha çiftçiler gözünde onaylanmış oluyor. İşin en ilginç tarafı, ülkede bahsi geçen, çıkarlarının savunulduğu iddia edilen bu elit tabakayı baskın sol partilerin temsil etmesi olabilir.
Popülizm ve demokratik elitizm akımlarının ortak yönlerinden biri, ikisinin de neredeyse hiçbir zaman politik partilerin kendileri tarafından kullanılmıyor olması. Fakat bu ikilinin çelişkisi birbirlerinin varlığını doğrular bir güce sahip. Uzun bir süredir, siyaset biliminde popülist-elit paradoksu olarak kavramlaştırılan bu döngüde iklim krizi belirgin bir rol oynuyor. Hollanda özelinde gördüğümüz seçim ve sonrası sosyo-politik durum bunun belirgin bir örneği: iklim krizini elitist bir problem olarak yansıtan popülist algı ‘sıradan vatandaşı’ desteklediğini söylüyor. İşçinin ve köylünün korunması savaşı haline gelen seçimlerde, yüzde 61 ile son 30 yılın en yüksek seçim katılım oranına ulaşıldı. Yüksek katılım oranında mevcut hükümete olan hayal kırıklıklarını dile getirmek için protesto oyu olarak BBB’ye oy veren gençler de bulunuyor. Merkez liberal D66’ının lideri Sigrid Kaag bu seçimi bir demokrasi festivali olarak adlandırdı.
BBB’nin siyasi hareketi, dünya çapında siyasetçilerden destek toplamıştı. Fransız sağın temsilcisi Ulusal Cephe’nin kurucularından Marine Le Pen, Hollanda hükümetinin çevre politikasını “iklim zorbalığı” olarak adlandıranlardandı. Eski ABD Başkanı Donald Trump yakın geçmişte Hollanda çiftçilerinin protestoları hakkında, "Hollanda'daki çiftçiler, Hollanda hükümetinin iklim zulmüne cesurca karşı çıkıyorlar" demişti. Trump’ın deyişiyle, sağ hareket, “iklim fanatiklerine” karşıydı. Günbegün tüm canlılar için daha büyük bir tehlike haline gelen iklim krizi, bir futbol maçının beklenmedik sonucuyla eş tutulamaz. Hollanda Yeşilleri Groenlinks’in lideri Jesse Klavers, hükümetlerin çevre politikalarında daha hırslı olmak zorunda olduklarını söylemişti.
BBB pankartı ve Hollanda bayrağı: ANP Ramon van Flymen
Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel’e ait olduğu iddia edilen absürt özel jet masrafları, 1988 yılından bu yana dünya çapında en yüksek sera gazı salınımından yükümlü 100 şirket arasında olan Shell’in kar oranı gibi gerçekler göz önüne alındığında çiftçinin yuvası haline geldiğini söylediği çiftliğini korumak istemesi size garip geliyor mu? Popülist söylem var olan örgünün üstündeki kaçık ilmeklere kanca atarak ayakta kalıyor – Trump’ın 2018’deki North Dakota’da yaptığı bir mitingde geçen bir noktayı hatırlayalım:
“Nefret ediyorum: Bu insanlarla tanıştım, kendilerine elit diyorlar. Bizim daha çok paramız, daha ‘çok’ beynimiz, daha güzel yatlarımız var; biz onlardan daha akıllıyız, ama onlar kendilerine elit diyorlar. Siz elitsiniz, biz elitiz. Hatta, bundan sonra kendimize, süper elit diyelim.”
Şeytanlaştırılmış, varlığı meçhul ve karakteri belirlenmemiş bir hayalet elit tabakanın karşısında, kendini sıradan vatandaşla yan yana koyuyor Trump; yan yana koymakla kalmıyor, yeni bir zümre oluşturuyor. Popülist iktidarların takibinde, ülkelerde sarsıcı sosyolojik değişimlerin yaşanması bu noktayla bağdaştırılabilir. Mart 2023 itibariyle, Forbes dergisinin istatistiklerine göre, Trump’ın serveti 2,5 milyar dolar civarında. Sıradan Amerikan vatandaşı için bir hayal olan yat sahipliği, popülist retorik sayesinde yakın gelecekte erişilebilir bir hedefe, ‘yeni elitle’ bir ortak noktaya dönüşüyor. Bir manada, Trump bu kalabalığın kurtarıcısı, lideri, yeni bir gelecek sözü veren aile babası oluyor. Yeni bir elit, süper bir elit. Sürdürülebilirliğin aktif bir şekilde sorgulanmadığı bu söylemde, aslında yine merkez noktaya yerden yere vurulan o demokrat elitlerin değerleri yerleştiriliyor. Basit cebirde X ve Y’yi topladığınızda Z elde edilir. X ve Y’nin yeri değişebilir, fakat sonuç yine Z kalır.
Peki, mitinglerde orta veya alt sınıf halkla yeni bir elit yaratmayı hedefleyen Trump, iktidara geldiğinde ne oldu? Getirilen yeni poliçeler çoğunlukla çeşitli sektörlerde özelleştirmeye gidilmesine ve zengin zümrenin vergi indiriminden yararlanmasına yol açtı. Polonya, Türkiye gibi ülkelerde son 10 yılda gerçekleşen sosyo-politik değişim bu bağlamda yorumlanabilir.
‘Biz’ ve ‘siz’ politikasından yararlanan siyaset alanlarında, bu isimlerin kimler olacağının lider tarafından belirlendiğini görüyoruz. Liderin karakteri, sosyetenin belli sınıfının ihtiyaç duyduğu yönde şekilleniyor. Aramızdan biri, bir kurtarıcı, her anlamıyla yönetici bir kontrol mekanizması haline geliyor. Riskin özü de burada. İklim krizini öne alan Hollanda İşçi Partisi destekçileri mi elit, yoksa Trump’ın ondan daha ‘çirkin’ yatlara sahip düşmanları mı? Biz ve siz olmak, herhangi bir noktada huzur getirebilir mi? Hollanda demokrasinin aktif olarak başarıyla işlediği, ifade özgürlüğünün birinci planda olduğu bir ülke; popülizmin gidebileceği yol oldukça kısıtlı. Fakat Türkiye gibi büyüyen ülkeler, milliyetçi ekonomi ve kurtarıcı lider rüyasında geleceğini tamamen değiştirebilir. Popülizm, bir ideolojiden daha çok toplumun belli bir kısmının duymak istediği retoriği temsil ediyor. Ülke özelinde değişen merkez zümreler, nadiren duydukları sözlerin karşılığını alabiliyor.
İklim krizi ve benzeri birincil mücadeleleri ikincil sıraya taşımanın bedelini yalnızca bizim değil, jenerasyonların ödeyeceği pek çok kez kanıtlanmış bilimsel bir gerçek. Şimdi, Hollanda hükümetini iklim krizi mücadelesinde daha zorlu bir yol bekliyor; gelecek aylar hükümet tarafından belirtildiği gibi yüksek önem taşıyor.
Ve işin ilginç tarafı, biz ve siz, semantik ve fiziksel ölçütte içinde sen olmadan varlığını sürdüremiyor.
Hollanda Yeşilleri’nin başkanı Klavers, geçtiğimiz ay yaptığı bir konuşmada açıkça belirtmişti: “Sabrımız tükendi (…) burada iki karşıt dünya vizyonu görebilirsiniz: sol ve sağ.” Öyle ya, aradaki keskin ayrım ise pek çok kez yıkımı güçlendirdi. Popülist rüzgârın geçtiği pek çok limanda benzer bir yorgunluk hali: yıkkın sahilin bıkkın ortasında sen ve ben, yine birbirimize yeteceğiz.