Likya Bademci
Önce fotoğrafçılık ile kariyer yolculuğuna başlayan ardından 2007’de ilk romanı Ozanın Şarkısı kitabını yayınlayarak edebiyat dünyasına da adım atan Göktuğ Canbaba, aynı zamanda çocuklar için yazdığı kitaplar ve çocuklarla beraber düzenlediği atölyelerle de farklı yaştan ve farklı ilgilere sahip pek çok insanın hayatına bir yerden sızmayı başarmış bir isim denebilir. Uzun zamandır yetişkin edebiyatı raflarında görmediğimiz Canbaba, Doğan Kitap’tan yayınlanan Ben, Babam ve Diğerleri kitabı ile onu özleyen okurlarına göz kırpıyor. Henüz tanımayanlar içinse kayda değer bir keşif olarak beliriyor.
Kitap zavallı Sibel sahnesi ile açılıyor. Kocası tarafından aldatılıp terk edilmiş Sibel’in yaşadığı hayal kırıklığı, bunu öğrenme biçimi ve Kaan’ın gidişi başlangıç için yeterince trajik gelebilir. Ama çok ilerlemenize gerek kalmadan bunun bir karı-koca ya da aldatılan kadın hesaplaşması hikayesi olmadığını anlayıveriyorsunuz. Sanatçı bir aileden gelen Sibel’in babasına tepki olarak tercih ettiği düğün fotoğrafçılığı kariyeri aslında sorunun çok daha başka bir şey olduğunu erken hissettiriyor zira. Sadece babasına değil, babasının sanatına hayran herkese de bir başkaldırı aynı zamanda. Çünkü heykel bölümünü dereceyle bitiren bir yetenekten bahsediyoruz.
Bir baba meselesi ile karşı karşıya olan okura uyarı, mizah ve gerilimin iç içe geçtiği sürreal bir hikayeye hazırlıklı olun. Zira Sibel ne zaman ki hayatının belki de en zorlu sürecinin eşiğine geldiğini düşünüyor, işte o zaman bir panda beliriveriyor. Yanlış duymadınız, bir panda. Sadece Sibel’in görebildiği, elleri çamurlara bulanmış, pelüş göğsünden her daim sigara çıkaran, ağzına geleni söyleyen, umursamaz ve alaycı bir panda hem de. Az önce bir trajedi yaşanmıyor muydu bu panda da nereden çıktı şimdi derseniz, durun her şey daha yeni başlıyor…
Geçmişe dair sır perdesi ağır ağır aralanmaya başlamışken Sibel soluğu ilk olarak annesinin yanında alır. Annesi ile aralarındaki konuşma kendini bildi bileli öfke beslediği babası ile ilgili bilinmeyenleri öğrenmeye dair bir kilidin anahtarını sunuyor. Öyle ki annesinin dahi bilmediklerini öğrenmeye kadar gidecek bir eşik söz konusu. O eşiğe varmak da çok kolay bir süreç olmayacaktır elbette.
Canbaba için söylenebilecek ilk söz muzip oluyor. Oyun oynamayı çok seven yazar, okurunu da içine çektiği bu alanın topraklarında gezinirken, her daim diken üstünde bir merakı da beraberinde getiriyor. İronik anlatımı kadar, Freud’a nanik yaparcasına kaşıdığı aile yaraları ve polisiyenin de kıyılarında gezinen olay örgüsüyle taptaze bir soluğa dönüşüyor. Sibel’in bilinmezden gelen dostu panda sayesinde herkesin hayran olduğu babasının hayatındaki en büyük sırra erişmesine uzanan süreç, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı hakikatini alışık olmadığımız türden bir üst gerçeklik üzerinden anlatıyor. Asla sıkıcı olmayan dili de işin bonusu oluyor.
Ben, Babam ve Diğerleri’nin en önemli özelliği okurunu sürekli şaşırtmakla kalmayıp akıl yakan absürtlükleriyle -panda ile dağıtılan bir geceden, kısır günü teyzeleriyle içine düşülen bir içki masasına, “sanatsal” gelin damat fotoğraf çekimlerinin çarpıklığına- çocukluk travmalarına uzanan keskin bıçak kıvamında acıların ağırlığına tutsak etmemeyi başarması. Bu haliyle sürprizlere her daim hazırlıklı olun çünkü pandanın nereden geleceği hiç belli olmaz. Tam anlamıyla beklenmedik bir sona sahip kitabın cazibesi de tam olarak burada.