Londra
‘Dünyanın en ünlü ajanı’ tanımını yüklenmek güç. Konu James Bond olsa da, tüm abartılmış sıfatlar gibi, bu da tartışmaları beraberinde getiriyor. Yakışıklı, havalı, çapkın ve zeki ‘süper-ajan’ı kimin oynayacağı, ‘sarışın Bond olup olamayacağı’, yönetmen koltuğunda kimin oturacağı ya da yeni ‘Bond kızı’nın etnisitesi… Bütün bunlar, yeni bir Bond filminin yayınlanacağı tarih yaklaştıkça izleyiciler tarafından en çok sorulanların başında geliyor.
2015’te serinin 24’üncü filmi Spectre’nin yayınlanmasının ardından ‘’Bir kez daha Bond’u oynayacağıma bileklerimi keserim’’ diyen ‘son Bond’ Daniel Craig ve yeni filmin çekimlerine birkaç hafta kala ‘yaratıcılığa bakışta farklılıklar’ı nedeniyle istifa eden yönetmen Danny Boyle, Bond tartışmalarının sinema gündeminde kalmasına sağladılar. İzleyicilerin kafasını kurcalayan, Craig ve Boyle’dan öte bir soru daha vardı: Acaba bir sonraki Bond, kadın olabilir mi?
Filmin yapımcısı Barbara Broccoli böyle bir ihtimale hiçbir şans vermezken, T24’e konuşan sinema eleştirmeni Ali Arıkan, ‘doğası itibarıyla emperyalizmin ve şiddetin simgesi olan bir karakterin kadın veya siyah olması’nın bir anlam taşımadığını söylüyor.
‘’Daha fazla kadın karakter ve o karakterlere uyacak başka hikâyeler yaratalım’’
İngiliz Guardian gazetesine konuşan Broccoli, 'kadın Bond' tartışmasıyla ilgili ‘’Bond, erkek bir karakter. Erkek olarak yaratıldı ve öyle kalacağını düşünüyorum’’ yorumunda bulundu: ‘’Erkek karakterleri kadına dönüştürmeye ihtiyacımız yok. Daha fazla kadın karakter ve o karakterlere uyacak başka hikâyeler yaratalım.’’
Broccoli, Bond’un yapımcılığını babası Albert Broccoli’den devraldı. Craig’in bir kez daha, serinin 25’inci filminde de 007 olarak izleyicinin karşısına çıkmasını sağlayan da o; Boyle ile yollarını ayırdıklarını duyuran da. Yapımcı, kahramanın ‘feminist bir ürün’ olarak değerlendirilemeyeceğini söylüyor. Bond’un 50’lerden bugüne gelen mirasına bakarak da karakterin DNA’sında değişemeyecek bazı özellikler olduğunun altını çiziyor.
‘’Ancak dünyaya bakış, zaman içerisinde değişti ve bana kalırsa Bond da bu değişime ayak uydurdu’’ diyen Broccoli, Craig’in karakteri canlandırdığı filmlerde Bond’un kadınlara yaklaşımının farklılaştığını da ekliyor: ‘’Ben, üzerime düşeni yapmaya çalıştım.’’
‘’Doğası itibarıyla emperyalizmin, şiddetin, ataerkil toplumun simgesi olan bir karakter…’’
Broccoli’nin açıklamalarını değerlendiren Arıkan ise ‘Bond’un kadın olup olmamasıyla ilgili katı bir fikrinin olmadığını’ söylüyor: ‘’Aynı şekilde etnisitesi farklı bir Bond konusu da [beni] pek fazla ilgilendirmiyor zira iki hususu da biraz kozmetik buluyorum. Zaten doğası itibarıyla emperyalizmin, şiddetin, genel anlamda ataerkil toplumun simgesi olan bir karakter, kadın olmuş veya siyah olmuş, temelde bir anlam taşımıyor.’’
Bond’un yaratıcısı yazar Ian Flemming’in karakteri babası İskoç, annesi İsviçreli olarak betimlediğine de değinen Arıkan, dünya değiştikçe karakterin bir ‘beyaz İngiliz erkek’ olarak kalmasının ‘Bond’u her zaman daha ilginç ve daha zor bir karakter yapabileceğini’ belirtiyor.
‘’Savaş sonrası dünyadaki yerini kaybetmiş Britanya’nın iktidar fantezisidir James Bond’’
Craig’den önce karakteri canlandıran oyunculardan Pierce Brosnan’ın ve Craig’in oynadığı Bond’un patronu ‘M’ tarafından bir ‘kalıntı’ olarak tanımlandığının da altını çizen Arıkan, bu tanıma katıldığını ifade ediyor:
"İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyadaki yerini kaybetmiş, Süveyş Krizi sonrası psikolojik anlamda iyice çökmüş Britannia’nın iktidar fantezisidir James Bond. Yani bizim modern dünyamızda yeri yok. Ama onu hala ırkçı, cinsiyetçi, eski moda, geri kafalı beyaz, erkek bir İngiliz ajanı tutmak, karakteri ve filmlerini diğer casus aksiyonlarından da (Görevimiz Tehlike veya Bourne filmleri gibi) ayırır.’’
Buna ek olarak sinema eleştirmeni, zaman değiştikçe Bond’un hemen hemen aynı kalmasının karaktere farklı hikâye ve macera seçenekleri sunabileceğini de söyleyip ekliyor: ‘’Hatta bu şekilde filmler çok daha ileri görüşlü olabilirler.’’
17’sinden beri setlerde
Guardian’a verdiği mülakatta 17 yaşından beri Bond filmlerinin setlerinde, babasının yanında bulunduğunu ifade eden Broccoli, o günlerde de ‘hoşuna gitmeyen’ şeyleri babasına ve ağabeyi Michael Broccoli’ye söylemeye başladığını ekliyor. Bu ‘hoşa gitmeyen’ etmenlerin dillendirilmesi ise kadınlar için çok daha güvenli ve rahat bir set ortamı yaratmış.
2002 yılında yayınlanan Die Another Day (Başka Bir Gün Öl) filminin oyuncularından Rosamund Pike, daha o günlerde Broccoli’nin #MeToo hareketinin önünde olduğunu dillendiriyor: ‘’Setteyken bir gram bile rahatsızlık hissetmiyordum.’’
Broccoli de oyuncuların bütün çıplaklıklarıyla en kırılgan duygularını perdeye yansıtmaları gerektiğini ve bunun ağırlığının farkında olduğunu dile getiriyor: ‘’Bence, insanların yeni şeyler denerken özgür hissettiği bir ortam yaratmalısınız - onlarla alay edildiği değil.’’
‘’Tecavüze uğradığını söyleyen bir kadınla dalga geçmekten daha kötü ne olabilir?’’
Hollywood’u birçok kadın tarafından taciz ve tecavüzle suçlanan yapımcı Harvey Weinstein’in domine ettiği ataerkil ortamda oyuncu olmayan bir kadın için de işlerin hiç kolay olmadığını söyleyen Broccoli, kendisinin de erkekliğin bir güç olarak kullanıldığı benzer olayların içinde bulunduğunu söyledi ve #MeToo hareketine desteğini açıkladı: ‘’Kendi hikâyelerimizi anlatmaya devam etmeliyiz. Bu, bizi iyileştiriyor.’’
Peki kendisi, bir sonraki Bond filmlerinde bir kadın yönetmen ya da senaristle çalışıp güçlü bir mesaj vermek istiyor mu?
‘’Bir kadın yapımcı olarak elbette bunu yapmak isterim.’’
Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Donald Trump’ın bir mitinginde, Yüksek Mahkeme’ye atanması için aday gösterdiği yargıç Brett Kavanaugh’un kendisini tecavüz ettiğini iddia eden Christine Blasey Ford ile alay etmesine de değinen yapımcı, bu durumu ‘rahatsız edici’ olarak nitelendirdi: ‘’Tecavüze uğradığını söyleyen bir kadınla dalga geçmekten daha kötü ne olabilir?’’