DERİN KOÇER / LONDRA
“Britanya halkının kararı, tartışmasız bir şekilde uygulanmalıdır.’’
David Cameron’ın Downing Caddesi üzerindeki 10 numaralı Başbakanlık konutunun önünden yaptığı istifa konuşmasının, tek cümlelik özetiydi bu. Ekledi:
“Bu ülkeye altı yıl boyunca Başbakan olarak hizmet etmek, benim için büyük bir onur oldu. Ülkemizin şimdi güçlü bir liderliğe ihtiyacı var… Ben, ülkemizin geleceğinin Avrupa’da olduğuna inanıyordum; şimdi, ülkenin yeni ve stabil bir liderliğe ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum.”
David Cameron, bu cümleleri önündeki kâğıttan okuduktan sonra, Avrupa Birliği (AB) ile Brexit pazarlıklarına başlanıncaya kadar Başbakan olarak kaldı ve koltuğunu İçişleri Bakanı Theresa May’e bıraktı. Her ne kadar Britanya halkına ‘tartışmanın öteki tarafında olsam da Brexit’ten en iyi sonucu almamız için çalışacağım’ demiş olsa da Cameron, ortadan kaybolmayı tercih etti.
‘’Lanet olası Cameron nerede ve ne lanet olası işler yapıyor?’’
Konuşmadı, yazmadı, siyasi bir misyon üstlenmedi. Zaten Başbakanlık konutuna hiçbir zaman ısınamayan eşi ve çocuklarıyla zaman geçirmeyi seçti. Londralılar onu bazı sabahlar koşuya çıkarken gördü sadece. Oysa henüz 40’lı yaşlarındaydı; Britanya tarihinin 19’uncu yüzyıldan bu yana gördüğü en genç başbakan olmuştu. Kenara çekilmeyebilirdi.
Yıllarca İşçi Partili Başbakan Tony Blair’in sözcülüğünü yapan ve Cameron yönetimiyle kavga etmekten hiçbir zaman çekinmeyen Alastair Campbell, Britanya GQ’nun Mart sayısı için kaleme aldığı ve ülkede önemli bir tartışmaya yol açan makalesinde ‘’Lanet olası Cameron nerede ve ne lanet olası işler yapıyor?’’ diye sorup ekliyor:
“Bir süreliğine sessizliği tercih etmiş ya da söyleyeceklerinin ağırlığını sorgulamış olabilir. Konuşsa, onu dinlemeyecek, hatta sosyal medyadan infaza kalkışabilecek insanlar da olabilir. Ama onu dinlemek isteyenlerin muazzam büyük bir kitle olacağını tahmin edebiliriz. ‘Eski Başbakan’ olarak mı anılmak istiyor sahiden?’’
Iskalamamaya çalıştığı sağ-rüzgar, Cameron’ı devirdi
Elbette bu, yalnızca Cameron’a özel bir tartışma konusu değil. Türkiye’de de siyasi sahneden çekilen aktörlerin ‘ne yaptıkları’ meselesi zaman zaman meşgul eder gündemi; eski Cumhurbaşkanlarının siyasette daha aktif rol oynamaları gerektiğine dair fikir yazıları dünyanın hemen her yerinde yazılır. Ki siyasetin en tepesine tırmanmış kişilerin resmi bir pozisyonla olmasa bile sahnede oldukları da görünür. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın genç liderler yetiştirmek amacıyla vakıf kurması, bir yandan da ara seçimlerde Demokrat adaylar için kampanya yürütmesi bunun örneğidir. Blair da kurduğu Britanya ve Birleşik Arap Emirlikleri merkezli enstitü ile hem Orta Doğu hem de Avrupa politikasında yer almaya çalışıyor.
Ancak Cameron’ın durumunu özel kılan bir gerçek var: Başbakan, yarattığı ve The Economist dergisinin ‘bütün sorunların anası’ diye tarif ettiği Brexit canavarı ile savaşmayı da onunla barışmayı da reddetti. Sorumluluğu üzerinden atarak kenara çekilmeyi tercih etti. Seçimlerde kötü sonuç almamıştı, ülke yönetiminin ipini kaçırmamıştı, görev süresi dolmamıştı[1].
Ayrıca Cameron’ın Brexit meselesi üzerine gitmediği takdirde, Blair gibi bıraktığı mirasının tek bir kelimeden öteye gidememesini engelleyemeyeceğini söylüyor Campbell. Blair için Irak savaşına ABD ile katılmak ne ise, Brexit de Cameron için o.
Cameron, Muhafazakâr Parti’nin lideri olarak 2015 seçimlerine giderken yükselen milliyetçi-aşırı sağ rüzgârı kaybetmemek adına ‘AB üyeliğine dair referandum’ düzenleyeceği sözünü vermişti. Önce AB ile kendi masaya oturdu, özellikle bireylerin serbest dolaşımı ve göçmen kabulü meselelerinde Brüksel’den ayrıcalık talep etti. Sonuç alamayınca referandumun tarihini açıkladı ve ‘kalalım’ diyen güruhun liderliğine soyundu. Fakat kaçırmamak uğruna fedakârlık yaptığı sağ rüzgâr, onu devirdi.
‘’Referandum kararı aldığınız için pişman mısınız?’’
Campbell makalesinde Cameron’ı sürecin başından itibaren hatalı bulduğunu, bunu kendisine de yaptıkları kimi sohbetler sırasında dile getirdiğini belirtiyor. ‘’Referanduma gitmek zorunda değildin’’ diyor, Cameron’a hitap ederek. Ancak eski başbakanın cevabı da oldukça kesin: ‘’İnsanlara seçim kampanyam sırasında söz vermiştim…’’
Yine Campbell’ın makalesinde aktardığı bir enstantaneden anlıyoruz ki Cameron, Brexit meselesinde kendini suçlu bulanlara bir hayli öfkeli. Bir röportaj çıkışında kendisine soru sormaya çalışan muhabiri kibarca reddederek arabasına binince muhabirin cevap almak için son bir şans olarak yönelttiği son soruyu duyuyor:
‘’Referandum kararı aldığınız için pişman mısınız?’’
Kapısını kapatmaya yeltendiği arabadan inip, yüzündeki öfkeyi saklayamayarak ‘bunun bir siyasi sorumluluk olduğunu’ olduğunu anlatıyor Cameron. Sonuçlarından memnun olmasa da May’i desteklediğini belirtiyor.
Umarsız bir ‘People’s Vote’, yani tekrardan referanduma gidilmesi destekçisi Campbell, Cameron’ın bu söylediğini ‘samimi bulmadığını’ da dile getiriyor. Makalede eski başbakanın parti içinde ve ülke genelinde yeni bir karışıklığa sebep olmamak ‘destek’ belirtmesinin, bu imajla medya karşısına çıkmasının ‘normal’ olduğunun da altı çiziliyor ama Campbell ‘’Bu, sahiden gerçek olabilir mi’’ diye soruyor.
GQ’daki ses getiren makaleye dair sohbet ettiğim, liberal-Muhafazakâr tabandan gelen ve zamanında Cameron’ı desteklediğini söyleyen akademisyen, ‘’Onun ne düşündüğü artık kimin umurunda’’ diyor.
Cameron’ın sahici düşünceleri, onunla beraber yaşıyor yalnızca. NATO’dan gelen yöneticilik teklifini reddetti; Çin ile iş yapmayı, şirketler için danışmanlık hizmeti vermeyi ve evinde, 6 yıllık başbakanlığı boyunca yapamadığını, ailesiyle vakit geçirmeyi tercih etti. İstifa konuşmasının sonundaki cümlelerin gerçekleşmesini ise bütün ülke, umutsuz bir şekilde bekliyor. Britanya’nın AB’den resmen kopacağı 29 Mart ise yaklaşıyor: ‘’Her ne kadar AB’den çıkma yolunu desteklememiş olsam da bizim inanılmaz güçlerimizi belirtecek olan ilk kişi de ben olmalıyım: Daha önce de söyledim, Britanya AB’siz de hayatta kalabilir; bir yol bulabiliriz…’’
O ‘yol’un ne olduğu ise, henüz büyük bir muamma olmaktan çıkabilmiş değil.
[1] Ki Birtanya’da halk, başbakanı doğrudan seçmediği, başbakan koltuğa Meclis tarafından getirildiği için ‘görev süresi’ de bitmiyor.