Cinayet suçlamasıyla yargılanan birinin kefaletle salıverilmesi, dünyanın hemen her ülkesinde protestolarla tepki görür. Fakat bu kez, farklı bir hikâye söz konusu. Zira geçen hafta ceza almaksızın serbest bırakılan kişi sadece cinayet zanlısı değil, aynı zamanda Bulgaristan'daki ırkçı şiddetin simgesine dönüşen bir isim.
Petko Elenkov adlı güvenlik görevlisi, geçen yıl hırsızlık yapmak üzere bir buzdolabı deposuna giren Roman bir genci duvardan atlayıp kaçmaya çalışırken vurarak öldürmüştü. 50 yaşındaki Elenkov, suçlamaları reddetti. Olay sonrasındaki bir yıl boyunca dava bir türlü başlayamadı. Ardından Elenkov 2 bin 500 euro kefaletle serbest bırakıldı. Bunu protesto eden ve adalet isteğiyle sokaklara dökülen Roman gruplar ise uyarı aldılar. Sonrasında da aşırı milliyetçi ve Nazi yanlısı gruplar gösteriler düzenledi.
'Milliyetçilik, yükselişte'
Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da DW'ye konuşan Roman getto merkezinde bulunan sivil toplum örgütü başkanı olan Fırsat Eşitliği Girişimi'nden Daniela Mikhaylova, milliyetçiliğin Bulgaristan'da yükselişe geçtiğini belirtiyor. Gelinen noktada milliyetçi tutumun sonucu doğan şiddet eylemlerinin medyada ‘Romanlar bunu hak ediyorlar' başlıklarıyla onaylandığını belirten Mikhaylova bu tür haberlerin kamuoyunun ‘şiddeti' meşru bir şeymiş gibi algılamasına neden olduğunun altını özellikle çiziyor.
Resmi istatistiklere göre Bulgaristan'da yaşayan Romanlar 400 bin kişilik nüfuslarıyla ülkedeki en kalabalık ve en çok saldırıya maruz kalan etnik grup. Ne var ki, nefret söylemleri ve ayrımcılığa hedef olanlar sadece onlar değiller.
Tüm etnik gruplar tehlike altında
Bulgaristan Yahudi Derneği başkanı Solomon Bali, “Müslümanlar, Yahudiler, eşcinsel toplulukları ve yabancı göçmenler de bu nefretin hedefi” sözleriyle durumun ciddiyetine işaret ediyor.
Saldırıların son yıllarda daha agresif ve sistemli bir hale dönüştüğünü belirten Bali, son 10 yıl içinde meydana gelen Köstendil Musevi Mezarlığı'nın tahrip edilmesi ve Burgaz Sinagogu'nun yakılması olaylarının internette ve sosyal medyada gerçekleşen anti-semitizm propagandanın sonucu olduğunu da sözlerine ekliyor.
Çeşitli basın organlarında, sadece bu kış ayları içerisinde Asyalı ve Afrikalı mültecilere yönelik bir düzineyi aşkın silahlı saldırı düzenlendiği haberleri yer aldı. Geçen ay da milliyetçi bir çete, Filibe'de 15'inci yüzyıldan kalma bir camiye saldırarak binanın camlarını kırdılar.
Bulgaristan Helsinki Komitesi Başkanı Krassimir Kanev, etnik ve dini temelli saldırıların yalnızca küçük bir kısmının hukuki kovuşturmaya uğradığını söylüyor. Bu davalardan birinde, Bulgar ırkçı grubun mağdur olduğu iddiasıyla davanın Romanlara karşı açıldığını da sözlerine ekliyor.
AB'nin gözü Bulgaristan'da
2007 yılından bu yana AB üyesi olan Bulgaristan, halen Avrupa Birliği Komisyonu tarafından sıkı şekilde takip edilmekte. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) intikal eden vakaların sayısında ciddi artış gözlemleniyor.
Kanev, AİHM'de sorgulanan en son davalardan birinin, 2011 yılında milliyetçi grupların Sofya'da bir camiye düzenledikleri saldırı olduğunu kaydediyor. Kanev, sabah namazından hemen önce gerçekleşen saldırıda cami bekçisinin vahşice dövüldüğünü ve cemaate taşlarla saldırılarak ‘Teöristler, burası Türkiye değil, ülkemizin topraklarını işgal etmeyin' şeklinde sloganlar attıklarını anlatıyor.
Söz konusu saldırının failleri Bulgaristan'da görülen mahkemede sadece polis memuruna hakaretten suçlu bulundular. Suçun dini nefret boyutu ise hiç ele alınmadı. Bulgar Hukuki Girişimler Enstitüsü direktörü Hristo Ivanov, hukukun üstünlüğü ilkesinin Bulgar devlet kurumlarında başarısızlığa uğradığını, siyasilerin de azınlıkları açık şekilde istismar ettiklerini belirtiyor.
‘ATAKA' partisinin etkisi
Krassimir Kanev ise devlet kurumlarının çoğunun, büyük oy yüzdesiyle parlamentoya giren milliyetçi parti ATAKA'dan etkilendiği görüşünde. Kanev, “ATAKA partisinin bir milletvekili, şu anda Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu'na başkanlık ediyor. Çıkardıkları yasaların ayrımcılığa destek verir nitelikte olduğuna bu nedenle şaşmamak gerek” diyor.
Solomon Bali de seçmenlerin % 30'unun çok etnik yapılı bir toplumdan, tek etnik yapılı topluma dönüşmeyi arzuladıklarını belirtiyor. Sofya Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden Petya Kabakchieva ise komşuluk ilişkilerinde de etnisiteye yönelik eğilimin açıkça gözlendiğini kaydediyor.
Kabakchieva, “İnsanların yarısı, Afrikalı, Roman, Arap ya da Çinli komşularla yaşamak istemediklerini söylüyorlar” diyerek olayın sosyolojik boyutunu netleştiriyor. Sadece % 30'luk bir kesimin, Romanların yönetimde olduğu bir şirkette çalışmaya olumlu baktığını belirten sosyolog, halihazırda Romanların % 70'inin temizlik işlerinde çalıştıklarını kaydediyor ve ekliyor: “Bu ırkçı tutumun net göstergesidir ve ivedilikle bir şeyler yapılması gereklidir.”
Her şey eğitimle başlıyor
Oysa Bulgaristan kendisini hoşgörüye dayalı etnik modeli benimseyen tek ülke olarak lanse ediyor ve buna tarihten iki örnek veriyordu. Bunlardan biri, 1943 yılında politikacıların Ortodoks Kilisesi'yle beraber 50 bin Yahudi'nin kurtarılmasını sağlayarak bugün yaşadıkları bölgenin oluşturulması süreciydi. Bir diğer ise 1989 yılında Berlin Duvarı'nın yıkılması sonrasında önceden komünist rejim tarafından Türk azınlığın gasp edilen haklarının tekrar iade edilmesi süreci. Yine de bir çok Bulgar, Makedon ve Yunan Yahudilerinin ölüm kamplarına gönderilmesinde ülkelerinin oynadığı rolü inkâr etmekte.
Diğer yandan Bulgarların çoğu, 20 yıl boyunca Müslüman azınlığa uygulanan zulmün idrak edilmesinde de başarısız oldular. Çünkü her iki büyük dram da, okul kitaplarında yer bulamadı. Ivanov bu durumu, “Okul kitaplarında sadece resmi söylem öğretilmekte. Bulgar tarihi, azınlıklara dair yaşanmışlıklara yer vermeksizin, siyasilerin ve ‘çoğunluğun' tarihi olarak öğretilmeye devam ediyor” sözleriyle özetliyor.
Ivanov'a göre ‘tek taraflı ‘ yazılmış tarih her zaman bir şeyleri saklama gayretine ilişkin şüphe uyandıran bir anlatım içeriyor. Ivanov, tüm bu olan bitenin tahlilini şu sözlerle sonlandırıyor: “Toplumca bazı gerçekleri, yapılan yanlışları anlayamadığımız sürece, komşularımızdan korkmak ya da intikam almak ümidiyle yaşamaktan başka seçeneğimiz de kalmıyor.”