İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde yargılandığı MİT TIR'ları davasının dünkü karar duruşması sırasında silahlı saldırıya uğrayan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, saldırıdan yaralanmadan kurtulmasını sağlayan kişilerden olan eşi Dilek Dündar için “Ben böyle gözü pek kadın görmedim. Şu an şu satırları yazıyorsam, onun ve Muharrem Erkek’in cengâverliği sayesinde” dedi.
Bugünkü köşe yazısında yaşananları anlatan Dündar, "Yeni çıktığı bir aksiyon filminin, en beğendiği sahnesini anlatır gibiydi" yorumu yaptı.
Dündar saldırıyı yara almadan atlatırken, saldırganın üzerine ilk atılansa eşi Dilek Dündar ve CHP Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek olmuştu.
Can Dündar'ın "Ben böyle gözü pek kadın görmedim" başlığıyla yayımlanan (7 Mayıs 2016) yazısı şöyle:
Ne gündü ama... Mahkeme heyeti karar için birkaç saat ara verince, çay içmeye dışarı çıktık.
Yanımda Dilek ve CHP Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek vardı
C Kapısı’ndan çıkınca merdivenlerin başında NTV muhabiri Yağız Şenkal karşıladı bizi... Ne olduğunu sordu, mahkemenin ara verdiğini söyledim
Birlikte merdivenleri çıktık.
Gazeteci ve kameraman arkadaşlar orada bekliyordu. Dilek ve Muharrem Bey ilerlerken ben basına bilgi vermek üzere kameralara doğru yürüdüm. Onlar da bana doğru yöneldiler.
Tam o sırada onların hemen arkasından birinin, “Vatan hainisin” diye bağırdığını duydum
Birkaç metreden gördüğümse, kindar bir yüzdü; yeni nesilden..
Sonra bir tabancanın parıltısı ve patırtısı...
Havaya dağılan barut kokusu...
O sırada refleks halinde Yağız’ın yanına, polis bariyerlerine doğru seğirttim.
Yağız, “Hedef sensin, uzaklaş” diye bağırıyordu
Birkaç metre uzaklaşıp geriye döndüğümde birkaç silahlı adam daha gördüm. O telaşta bu sivillerin saldırgan mı, polis mi olduğunu anlayamadım. Sonradan koruma olduğunu anladığım birileri beni hızla oradan uzaklaştırırken geriye bakıp Dilek’i fark ettim.
Saldırganın yakasına yapışmış, ceketini çekiyordu.
Muharrem Erkek ise bir koluyla adamın boğazına sarılmış, diğeriyle elini tutuyordu.
Adamın, silahını yere attığını gördüm.
Yanlarına gitmeye yeltendiğimde bir koruma, kolumdan şiddetle geri çekti.
O sırada Dilek yanıma geldi.
Hepsi 30 saniye içinde olup bitmişti.
Kameramanlar koşturup “Vuruldunuz mu” diye sordu.
Üstümü başımı yokladım; hayır, çok yakın mesafeden ateş edilmesine rağmen bir şeyim yoktu.
Yağız’ın yaralandığını henüz bilmiyordum.
İlk detayları Dilek’ten öğrendim.
Ve bana yapıştırılmaya çalışılan kahramanlık payesini, orada ona teslim ettim
Ben böyle gözü pek kadın görmedim
Evde bir tıkırtı olsa benden önce o fırlar; kapının önünden ses gelse operasyona çıkmış bir özel timci çevikliğiyle ortaya atlar.
Ve burada da refleks halinde adamın önce ağzına daldığını, sonra yakasına yapıştığını anlattı hararetle..
Yeni çıktığı bir aksiyon filminin, en beğendiği sahnesini anlatır gibiydi
Şu an şu satırları yazıyorsam, onun ve Muharrem Erkek’in cengâverliği sayesinde...
Saldırıya gelince...
“Bedelini ağır ödeyecek. Onun yanına bırakmam bunu” diyen Erdoğan, görevini yapan bir gazeteciyi açıkça hedef gösterdiği için utanmış mıdır?
Yoksa meydan mitinglerinde “casus” diye saldırdığına, “vatan haini” diye yaftaladığına ve bu saldırıyı kışkırttığına memnun mudur?
Ne Cumhurbaşkanı’nın tehditleri, ne gönüllü tetikçilerinin kurşunları, ne mahkûmiyet kararları yeter, bizi susturmaya, sindirmeye, korkutmaya...
Bu gazete, o bedelleri ödeye ödeye, canlar feda ede ede geldi bu yaşa... Ne ödenen bedeller, ne feda edilen canlar durdurabildi mücadelemizi...
Yine durmayız.
Susmayız.
Herkes sussa da, sinse de biz, eskisinden de büyük bir kararlılık, cesaret ve inançla, yazmaya, söylemeye, suçlamaya devam edeceğiz.
Bu külhanbeyi baskı rejimi bütün kiralık kalemleri, tetikçileri, çeteleriyle birlikte tarihin çöplüğüne gidene dek...