Cumhuriyet yazarı Ahmet Tan, savaşlar ile etoburluk arasında bir bağ olduğunu ortaya koyan belgeler olduğunu belirterek, et tüketiminin aynı zamanda kaynak ve enerji tüketimi bakımından da dünyadaki adaletsizliğe çanak tuttuğunu söyledi.
Bir dananın bir kilo büyümesi, yani 1 kg. biftek veya kıyma üretebilmesi için en az 9 kilogram yem gerektiğini kaydeden Tan, “Yem için ise büyük bir tahıl endüstrisi. Biz ise artık ‘Tarım ülkesiyiz!’ diye övünemiyoruz. Sırp etini geçtik. Saman bile ithal! İthal ettiğimiz saman ise yerli danalarımızın biftek, milli kuzularımızın pirzola üretmesine yetmiyor. Sonuç bir kısırdöngü. Kurtuluş, celeplerin kurbanlık pazarı kurmasında değil elbet. TOKİ’nin meralara bile bina dikmeye ara verip tahıl ekimine öncülük etmesinde” dedi.
Cumhuriyet gazetesindeki yazısında, hayvansal gıda tüketimi konusundaki ‘tavsiyeleriyle’ sık sık gündem olan Prof. Dr. Canan Karatay’a da değinen Tan, espirili bir dille, “Dr. Canan Hanım bir dava kadınıdır. Zorlu davasını önce adamlara karşı da sürdürmek zorunda. Yine de şanslı. Karşısında ülkemizin en uygar kesimi olan hekimler ve tabip odaları vardır. Arkasında ise her kentimizin her semtini sarıp sarmalayan, Adana’yı, Antep’i, Urfa’yı da içine alan muazzam bir kebapçı - işkembeci - kokoreççi lobisi” diye yazdı.
Tan’ın, Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (26 Ağustos) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:
Hak için kurbanlar, küp için - lüp için kavurmalar tamam.
Kurban zaten dinin emri. Sosyal-psikolog ruhlu kimi vaizlerimize göre ise “kurban kesmek stresi alır, cinayetleri önler!”miş.
Ama cinayetler, tıpkı trafik kazaları gibi bayramda da hız kesmedi. Sayın yurttaşlarımızın, streslerini kurban kesmek bile kesmedi.
Gaza basmaya, sevgili ya da eş evi basıp pompalıya başvurmaya devam.
Geçelim.
TL’ye özgürlük ve TC’ye bağımsızlık için, ABD emperyalizmine karşı savaş verirken bunlar ayrıntı.
Kurban kesmek özünde et yemenin faziletine dayanır.
Prof. Canan Karatay da aynı kanıda. Çok açık söylemiyor. Ama dediği şu:
“Eşinizin başının eti hariç, her tür eti yiyebilirmişiz. Kelle paça, mumbar, şırdan, bilumum sakatat!”
***
Dava adamı olmak zor... Ama en zoru “dava kadını” olmak.
Dr. Canan Hanım bir dava kadınıdır.
Zorlu davasını önce adamlara karşı da sürdürmek zorunda. Yine de şanslı. Karşısında ülkemizin en uygar kesimi olan hekimler ve tabip odaları vardır.
Arkasında ise her kentimizin her semtini sarıp sarmalayan, Adana’yı, Antep’i, Urfa’yı da içine alan muazzam bir kebapçı - işkembeci - kokoreççi lobisi.
***
Gazeteciliğin bir döneminde tam zıddı cepheden bir “dava kadını” ile röportaj yapmıştım.
Julia M. Riley İrlandalı bir sivil toplum gönüllüsü idi.
Vejetaryendi. Et yenilmesine karşıydı. Eti sevmediğinden değil, hayvanlara merhametinden ve onların da ecelleriyle ölme hakkı olduğuna inandığından.
Savunmasız bir yaratığın kesilip doğranıp yenilmesini ilkellik olarak görüyordu. Hayvancığın zaten sütü, yünü ve doğurup yeni yavrular vermesi yetmiyormuş gibi, bir de kesilip yenilmesini, kıyım kıyım kıyma yapılmasını gerilik olarak görüyordu.
Ama asıl itirazı çok daha evrenseldi. “Et yemek ile saldırganlık arasında çok sıkı bir ilişki olduğuna” inanıyordu.
“Tabiata bakın”, diyordu, “saldırgan ve vahşi hayvanların hepsi et yiyor. Et yedikleri için de saldırıyorlar. Ot yiyen bir yaratığın saldırdığı görülmemiştir.”
Ve dert yanar gibi, içini döker gibi anlatmayı sürdürüyordu:
Geyikten tavşana, filden zürafaya bir ot yiyici kendisine saldırılsa bile ancak kaçar. Saldırmaz.
Ama bir aslanı, kaplanı, hatta bir kediyi düşünün, bir parça et için vahşileşir. Daima karnının doyacağından daha fazlasını ister. Dünyadaki tüm kötülüklerin temelinde daha fazla et yeme ihtirası yatar.
***
O günlerde Trump yoktu. Ama ABD yine aynı ABD idi. (Sahi Trump bifteği kanlı mı seviyor acaba?)
Aradan yıllar geçti. Dünyanın et yeme haritası da değişmedi, silaha yapılan harcamalar da.
Dünya o zaman da 5’ten büyüktü. O zaman da et tüketimine ve silaha en çok yatırımı yapan ABD idi.
En son Dünya Et Tüketim Haritası İngiliz Daily Telegraph’da yayımlandı: Hindistan 4.4 kg. ile dünyanın en az et yiyen ulusu. Şampiyonluk kişi başına 120.2 kg. ile ABD’de. Almanlar 88.1 kg., Fransızlar 86.0 kg., Suudiler bile onca zenginliğe rağmen 54.4 kg..
Türkiye’de ise yılda kişi başına 25.3 kg. et.
Bu rakamlar 2017 yılına ait. Son zamlardan sonra et tüketiminin azalacağı söylenebilir. Ama bunun kadına yönelik şiddete, suç oranlarına yansıyıp yansımayacağını bekleyeceğiz.
Bu arada böyle bir gelişme olursa ve Sn. CB bunu da “Hayırlara bir başka vesile” sayarsa şaşırmamalıyız.
***
Savaşlar ile et oburluğu arasında bir bağ olduğunu ortaya koyan belgeler var. İsa’dan 600 yıl önce yaşamış olan Yunanlı filozof, matematikçi ve ünlü teoremin sahibi Pisagor, et yeme ile savaş arasında ilişki olduğunu yazıyor. (Anadolu’daki silahlı kavgaların en çok mera anlaşmazlığı yüzünden çıkması demek rastlantı değil.)
Et yeme tutkusu dünyanın sonunu getirecek bir kötülük değil elbet. Ama kaynak ve enerji tüketimi bakımından dünyadaki adaletsizliğe çanak tutuyor.
Bir dananın bir kilo büyümesi (yani 1 kg. biftek veya kıyma üretebilmesi) için en az 9 kg. yem gerekiyor.
Yem için ise büyük bir tahıl endüstrisi. Biz ise artık “Tarım ülkesiyiz!” diye övünemiyoruz. Sırp etini geçtik. Saman bile ithal! İthal ettiğimiz saman ise yerli danalarımızın biftek, milli kuzularımızın pirzola üretmesine yetmiyor.
Sonuç bir kısırdöngü.
Kurtuluş, celeplerin kurbanlık pazarı kurmasında değil elbet. TOKİ’nin meralara bile bina dikmeye ara verip tahıl ekimine öncülük etmesinde.