Kültür-Sanat

Cem Yılmaz: Niye öldürdün 20 kişiyi, canın mı sıkıldı?

Yönetmen Yüksel Aksu'nun merakla beklenen ve başrolünde Cem Yılmaz'ın oynadığı 'İftarlık Gazoz' 29 Ocak'ta vizyona girecek

24 Ocak 2016 14:23

Cem Yılmaz ve Yücel Aksu, yakında vizyona girecek İftarlık Gazoz filmi hakkında konuştular. Yılmaz, filmin baş karakteri Cibar Kemal için "Eğitimine, bilgisine, görgüsüne baktığım zaman, saf bir noktası beni cezbediyor" dedi. Yurt dışında çekilen filmlerin birçok soruyu yanıtsız bıraktığını belirten Yılmaz, "Eloğlunun, o antikahramanı modernizm ayaklarına galip getirme huyu vardır. Niye öldürdün 20 kişiyi, canın mı sıkıldı? Hani Finlandiyalı havalar vardır ya, 'Anlattım ya filmimde' derler. Bu soruların cevaplarını biz umarsızca cevapsız bırakıp geçmiyoruz bence, fark bu" ifadelerini kullandı.

 

 

 

 

 

Habertürk, yönetmen Aksu, Yılmaz ve filmin yapımcısı Elif Dağdeviren'i biraraya getirdi. Üçlü, Dağdeviren moderatörlüğünde filmlerini ve sinemayı masaya yatırdı.

"Bu sefer füzyon filmi oldu" başlığıyla yayımlanan (24 Ocak 2016) röportajın bir kısmı şöyle: 

Sen niye benimle film yaptın?

Yüksel Aksu: Beyaz Türk, sarı Türk meselesi. Sarı Türk olarak beceremediğim alanları sen beceriyorsun ve beni dünyalılaştırıyorsun. Ben yerel, lokal kalıyorum. Sen TED Kolejli’sin, ben endüstri meslek. Ben yörük Türkmen, sen Balkan.

Cem Yılmaz: Enteresan, terapi gibi röportaj değil mi?

Y.A.: “Dondurmam Gaymak”ta iyiydik. Ve devam ediyoruz işte.

Aslında benim en büyük hayalim, biliyorsunuz yıllardır sizi bir araya getirmekti. 2007’de “Dondurmam Gaymak” sırasında Yüksel sürekli yeni projelerini anlatıyordu. Ve her anlattığında ben de ayrı karakterler için “Keşke Cem Yılmaz olsa” diyordum. Sen 2007’de hangi filmi yapmıştın Cem?

C.Y.: “Hokkabaz”ı yapmıştım. Yani size yakındım, başka bir gezegende değildim; Gora, A.R.O.G marog... (Gülüyorlar.)

Y.A.: Bizimkiler akraba filmler, diye lafı çok dolaştı o zamanlar. Çünkü hokkabaz da bir tür dondurmacı gibiydi. Halbuki o meslek mi kalmış artık, teknoloji nereye gitmiş. Burada konuşuyorsun, adam Amerika’da dinliyor. Biz hâlâ bambaşka birilerini anlatıyoruz.

C.Y.: Ben de sihirbazı öyle almıştım zaten. Sihirbaz olmak istiyorsun, hünerin yok. Manyak mısın sen? (Gülüyorlar.) Bir ömür vakfetmiş. Biraz da “Her Şey Çok Güzel Olacak”taki adam gibiydi. “Bar açacağım ben” diyor ama iki taburesi var. İki tabureyle bar mı açılır? Bu da öyle.

Y.A.: Bizimkiler aslında tutunamayanlar. Ama ayrıntı şu, bizimkiler trajik değil, enerjik, coşkun.

C.Y.: “Dondurmam Gaymak”ta da aynı şeyi hissettim. Ahlaki olarak o adamın kusurlarını gösteren filmler bunlar. O tür adamı yücelemek, yani “Böyle insanlar var, ayıp yahu” demek gibi. Adamın bütün duygularına hak vermek üzerine yapılmış bir film gibi değil. O adama o paraları yaktırmamın sebebi şu; “Onunla bir de bar mı açacaksın eşekoğlueşek?” demek için. Sen iki tane yumurta çıkaramıyorsun şapkadan, tavşan çıkaramıyorsun, bir de kalkmışsın kızın hayatını kurtaracaksın.  Vay vay vay! Bu adamları haklı çıkarmama ahlakı. Sen bilirsin bir iki, ben bilirim on iki, yok ya! Filmde kalemi tutan kişinin, adama bu lafı söylettikten sonra bir de karşısına geçip alay edebilme, “Hadi oradan” demenin tonunu tutturma ahlakını çok seviyorum. Onların organik olarak bir benzerlikleri var.

Y.A.: Ama ahlaklılar... Tutarsızlar ama kötü değiller. Erdemsiz de değiller, erdemli de değiller, yüzergezerler. Sevimliler.

C.Y.: Onların meydan okumalarını şöyle görüyorum: “Ha hayat öyle mi, hadi sen de beni gör bakalım.” Meydan okumalar bu yönde. Her 2-3 filmde adamların geri vitesi, “Demek ki böyle olmuyormuş” diye filmin kapanması benim için çok güzel, öyle ahlaka bayılıyorum. Biz bazen burada yeni şeyler konuşurken de, aslında derler ya “İnsan aslında hep aynı filmi yapar”; ben o ahlak ve o adamı umarsızca galip getirmemeye çalışıyorum. Avrupa’da eloğlunun, o antikahramanı modernizm ayaklarına galip getirme huyu vardır: “Niye öldürdün 20 kişiyi, canın mı sıkıldı?” Hani Finlandiyalı havalar vardır ya, “Anlattım ya filmimde” derler. Bu soruların cevaplarını biz umarsızca cevapsız bırakıp geçmiyoruz bence, fark bu.

Aslında bütün filmler tekmiş gibi, birbirini tamamlayan bir yanı bile var. Ben şimdi bizim filmi düşünüyorum. Anlattıklarının biraz öncesi aslında; Anadolu’nun o tatlılığı daha şehre kaçmamış. Orada güzelce yaşayan, aralarındaki meseleyi biz şehirlilere anormal gelen düzeyde çözen insanlardan söz ediyoruz.

C.Y.: Zaman tüneli gibi, yine aynı filmi refere ederek, “Entelköy” de onun 30 yıl sonrası. Kasabaya geri dönelim bakalım, kasaba aynı kasaba mı? Değil... (Gülüyor.)

 

"50 gazozu o gün satmalı"

 

“İftarlık Gazoz”da karakterleri, hikâyeyi tam anlamıyla giydiniz mi? Cem sen oynadığın Cibar Kemal karakterini giydiğinde ne hissettin?

C.Y.: Rolleri ilk kez konuşurken biz biraz daha derinliklerini konuşurduk. Bizim karakterler gibi kusurlu taraflar burada da ortaya çıktı. Belki ilk başta bu bir hataydı ama gerçeklik katabilmek için “Şu adamı biraz kusurlandıralım” dedim. Bugün konuşuyorduk, “Kasaba görmedim” diye. Gerçi İstanbul, bırak kasabayı büyük bir köy. Her çeşit adam var. Burada insanların davranışları değişiyor ve herkes şehirde kendine bir rol biçiyor. Fakat görmeye niyetliysen onun tomografisini çekiyorsun; kökü neresidir, kimdir? “Beyaz çorap giyiyor mu? Ha o zaman böyledir” demekle bitmiyor. Bu bir ruh hali.... Canlandırdığım Gazozcu Cibar Kemal Usta’nın eğitimine, bilgisine, görgüsüne baktığım zaman, saf bir noktası beni cezbediyor. Dediğim gibi onun kusurlarını da görmek istiyorum. Benimki filmin kahramanı değil. Çırağı onun gibi olmaya öykünsün diye çabalıyor ama gönlünde yatan ve dile getirmediği, “inşallah benim gibi olmaz, daha iyi biri olur.” Çünkü ustalarda böyle bir duygu vardır; gerçekten seviyorsa ister ki çırak ustayı geçsin. Adamı yücelemeyelim, bir yanıyla da gününü kurtarmaya çalışan insanlardan biri. 50 gazozu o gün satmalı en nihayetinde... Ama sınırlarını biliyor, tercüme edebildiği hayatla ilgili net. Adama gazozun formülünü sorsan sana anlatır. Başka formülle gelsen yine aynı bilgiyle yoluna devam eder. Ama istedim ki bilmediği şeylerde boş bakabilsin. Bu duygu bana önemli geldi. Maruz kalan tarafıyla hayatta kalabilen; global bir dünyada küçük kaldığını, kısıtlandığını hissedebilen biri. 0 kilometre umutla bir çocuk ve “Biz bu kadağ yapağbiliyoğuz oğlum” diyen bir adam. Böyle bir dengede tutmak istedim ben. Doğru mu?

Y.A.: Öyle. Daha kusurlu, yıpranmış ama kendi bilgisini de çocuğa aktaran karakter. Çırak ve ustalarda gerçekten böyle bir şey vardır. Çırağının hep bir adım ileride olabilmesini ister.

 

"Babamın yanında şpagat açamıyorum"

 

Bu filmdeki final sahnesi, bin yıllık organik bir beraberliğin orada olduğunu anlatıyor. Biz bir olmaya ve hiç kopmamaya yönelik bir mesaj alıp çıkıyoruz. “Başına ne gelirse gelsin yalnız değilsin” diyor sonunda. Sanki biraz diğer filmlerde dediklerinize ters düşen bir şey...

Y.A.: Diğerleri deyince... Benimki daha kasabalı. Cem’inki daha metropolden, insan ilişkileri yok derecesinde. O dönemde kasabanın bekçisi, polisi, şusu busu, eğer sen erdemsiz bir şey yapmadıysan sana sahip çıkardı.

“İftarlık Gazoz”da da böyle bir bekçi var hatta.

Y.A.: Aynen. Ancak artık Antep’te çocuklar baklava çalınca 3’er yıl hapis yiyor. Kasabada öyle olmuyor. Örneğin “Dondurmam Gaymak”tayken benim çocuklarımın işi polis karakolunda bitti gitti. Karakolda olmasa da her halükârda öyle bitecekti, asla onlar ıslahevine gitmeyecekti.

“Bir daha olmasın çocuğum!” dediler. Çocukların zaten bitmiş ve pişman halini görerek onları hayata geri saldılar.

Y.A.: O bir rehabilitasyon biçimi. O çocuğu oraya gönderdiğin zaman geçmiş olsun, ıslah evi değil orası çünkü, suç evi. Metropolde öyle bir şey yok, adam kitabına uyuyor, kanunu uyguluyor. Ama orada örfi hukuk harekete geçiyor. Sık sık söylüyorum ya bunu, tinerci çıkmaz oradan. Bir kere satanı oyarlar. (Gülüyorlar.) İçeni de, satanı da, şunu da, bunu da oyarlar yani. Sigarayı bile ancak askerden sonra aleni bir şekilde, uluorta içebilirsin.

Hâlâ geçerli mi bu?

Y.A.: Ben hâlâ ustamın yanında içemem. Babamın yanında ya da lise öğretmenlerimin yanında da içemem. Bacak bacak üstüne atamayız.

Bana hep şunu soruyor etrafımdakiler: “Nasıl oldu da Cem’le Yüksel bir araya geldi, Cem nasıl ikna oldu?”

C.Y: Para işte, para. (Kahkahalar.)

Hep diyorum ki “Kimse ikna etmedi, direkt çekiverdik” diye. “Senaryo ikna etti” diyorum, doğru mu söylüyorum?

C.Y: E tabii, elbette. Nasıl bir şey olacağını, finalinde nasıl bir şeyle karşılaşacağımı biliyordum. Bir de hep konuştuk bugün; birliktelikten, beraberlikten, şundan bundan bahsederken bunlar sanal cümleler olarak kalmamalı. Bir şeyler yapmamız da lazım. Birbirimizle yüzde yüz aynı fikirde olmak önemli değil ki, meramlarımızı sinema yoluyla anlatmak önemli. Böyle, bir kamyon arkadaşımız var etrafta. Bazılarıyla tanışıyoruz, bazılarıyla tanışmıyoruz ama çok fazla ortak payda var. Yani ben seninle aynı mesleği paylaşıyorum, aynı duyguları paylaşıyorum ama bazı yerlerde farklı düşünüyorum. E o zaman ben kendi komünümle film yapayım, sen kendi komününle yap, öbürü kendi dünyasında bir şey yapsın. Ne de birbirinin seyircisi birbirine değsin. E şimdi bunun ne anlamı var?

 

"Hani şimdi nerede Orhan Pamuk"

 

Y.A.: Fellini’nin filmlerine, Bertolucci’nin filmlerinin jeneriklerine bir bakın. Bertolucci ya senaryo asistanı ya Sergio Leone’nin asistanıdır. Başka bir filmde de Sergio Leone onun asistanı... Senaryoda da 4-5 kişiler ve bir aradalar. Aynı zamanda Memduh Ün, Metin Erksan, Yılmaz Güney, Atıf Yılmaz kuşağına bakın. Yılmaz Güney yazmış, Atıf Yılmaz çekiyor, yine Yılmaz Güney oynuyor, Lütfü Akad da prodüktör. Ya da Türker İnanoğlu prodüktör, Memduh Ün yönetmen. İnanılmaz bir mesleki dayanışma var aralarında. Kemal Tahir masalarında, Orhan Veli masalarında, dönemin Attila İlhan’ı orada. Hani şimdi nerede Orhan Pamuk? Ya da işte yazarımız, çizerimiz nerede? Son 30 yıldır sinema saçma bir bireysel sanata döndü. Özellikle Türk sineması. Çok özür dilerim, burada da haber değeri varmış gibi “Cem’i nasıl ikna ettiniz?” falan soruları çok geliyor ya... Yahu Cem benim bildiğim “Vizontele”de küçük bir karakter oyuncusuydu. “Organize İşler”de de bir adet sahnesi olan bir mafya babasıydı. Ferzan’ın filminde oynamış gelmiş, Yavuz Turgul’un filminde Şener Ağabey’in (Şen) yanında oynamış gelmiş. Yani aslında Cem dayanışma içinde, hatta dayanışmalar silsilesi içinde.

Ben en çok Russell Crowe’a verdiği desteği unutmuyorum.

C.Y.: (Gülüyor.)

Y.A.: Russell Crowe... Bir tane daha vardı.

C.Y.: Yok ya, vergiler dışında hiçbir şey kalmıyor. Avustralya memleketine çok büyük vergi ödedik.

Y.A.: Öyle mi?

- Gerçekten mi?

C.Y.: Tabii!

Röportajın tamamını okumak için tıklayın