Gündem

Çevik Kuvvet'in 1 Mayıs gözaltısı: Hastane yolunda darp serbest

1 Mayıs’taki polis müdahalesinde gözaltına alınan T24 editörü Deniz Zerin, 4 gün boyunca neler yaşadıklarını yazdı: Gazeteciyim dememe rağmen…

06 Mayıs 2014 23:02

1 Mayıs günü İstanbul’da 171 kişi gözaltına alındı. Bu kişilerin 11’i Terörle Mücadele Şubesi’nde (TEM), 160’ı Güvenlik Şube’de tutuldu. Sağlık sorunları bulunan birkaç kişi dışındaki 171 kişi, 3 gece 4 gün boyunca ‘memura mukavement, polis memurunu darp etmek, molotof bombası atmak ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet’ suçlamasıyla gözaltında tutuldu.

Güvenlik Şube’deki Organize Suçlarlara Müdahale nezarethanesinde tutulan yaklaşık 80 kadar kişinin arasındaydım. Oradaki zamanım süresince konuştuğum kişilerin aktarımlarına göre, eğer polis tutanağa gerçekleri yazmak zorunda kalsaydı, yukarıdaki suçlamaların arasına ‘bankamatikten para çekmek, kapıcılığını yaptığı apartmana servis etmek üzere ekmek almaya çıkmak, müşterilerin süpermarket siparişlerini dağıtmak, Beşiktaş forması giymek’ gibi suçları da eklemesi gerekirdi!

 

Gazeteciyim dememe rağmen…

 

Ortaklar Caddesi’nde gözaltına alındığımda beni yakalayan sivil polislere gazeteci olduğumu belirttim. Sarı kartım olup olmadığını sordular ve verdiğim olumsuz cevabın ardından hiç düşünmeden beni gözaltı otobüsüne yerleştirdiler.

 

‘Önemsiz bir yerde çalışıyor’

 

Polis tutanağında mesleğimi belirtmem üzerine yöneltilen sorulara karşılık sarı basın kartım olmamasına rağmen (internette yayın yapan haber siteleri basın yasasında tanınmadığı için sarı basın kartı da alamıyoruz) T24’te çalıştığımı ispatlayabileceğimi açıkladım. Ancak ısrarla yöneltilen sarı basın kartı sorularından anladığım kadarıyla önemli olan gerçekten gazeteci olup olmadığım değil, sarı basın kartımın olup olmayışıydı. Gazetecilik mesleğinin belli bir toplumsal işlevi olması, gazetecilerin yasalarca korunuyor olması, bir gazetecinin gözaltına alınmasının yetki ihlali olması, benimle konuşan polislerin umurunda olan şeyler değildi.

Polisler üç kere beni çağırıp nerde çalıştığımı açıklamamı istedi. İnternet üzerinden yayın yapan bir gazetede çalıştığımı, basılı yayınımızın olmadığını açıkladığımda karşımdaki polislerin ciddiyeti azalıyordu. Bu konuşmalardan birinde, isimde yer alan sayılardan karıştırdıkları Kanal 24’te çalışmadığımı söyleyince elindeki deftere not almayı bırakan polis yanındakine T24’ü “Ensonhaber gibi bir site. Ama onun daha küçüğü. Daha önemsiz yani” şeklinde tanımlayınca görüşme sona erdi.

Demek ki bir gazeteci olarak yasalarca tanınan, polisin baskısından bağımsız olarak mesleğimi icra etme hakkım polis memurunun çalıştığım kurumu önemsemesine bağlıydı.

 

Saat kaç?

 

Gözaltına alınanlar, tutukluluktan farklı olarak, sadece 4 duvardan oluşan bir odaya atılıyor. Organize Suçlarlara Mücadele nezarethanesinde bize ek olarak uyuyabilmemiz için minder ve yorgan verilmişti. 14 kişilik koğuşta minder ve yorganlardan başka hiçbir şey barındırmaya izin yoktu. Buna ayakkabı bağcıkları da dahil. Tuvalet, gardiyanın insafına bağlı olarak kullanılabiliyordu. Zaman zaman tuvalet taleplerini duymazdan geliniyordu. Bu özellikle hasta olan birkaç arkadaş için büyük sorun teşkil etti.

Nezarethanede yaklaşık 4 koğuş, 23 kadar da 2-3 kişilik oda vardı. Bu küçük odalardan birinde tüm nezarethanedeki tek pencere yer alıyordu. Gündüz sadece saat yedi ile dokuz arasında içeri güneş girdiği için bu pencereyi kullanarak saatin kaç olduğunu kestirmek bu kısa zaman diliminde imkansızdı. Bu nedenle koğuş içinde en çok merak edilen şey saatin kaç olduğuydu. Tek aydınlatma kaynağı olan, nezarethane koridorunda yer alan florasan lambalar koğuşların içini kısmen aydınlatabiliyor. Zaman algısını etkileyen bu daimi loşluk hali, diğer duyularıda etkileyip, mesela sıcağın ve soğuğun ayırdına varmayı zorlaştırıyordu.

 

Hastane yolunda sıra dayağı

 

Gözaltındaki üçüncü günümüz olan cumartesi günü hastane kontrolüne götürülmek üzere bindiğimiz otobüste yaklaşık 12 kişi iki Çevik Kuvvet polisi tarafından tartaklandık. O gün önceki günlerin aksine ters kelepçelendik ve yaklaşık 4 saat süren sağlık kontrolü boyunca ellerimiz kelepçeli kaldı.

34 A 69321 plakalı otobüsle gönderildiğimiz sağlık kontrolüne varana kadar, adının Samet olduğunu öğrendiğimiz bir Çevik Kuvvet polisi arabadaki çoğu kişiyi tartakladı. Ellerimiz arkadan kelepçeli olduğu, kendimizi savunmamızın imkânı olmadığı halde bu kişi, bizleri sıradan tokatlamaya başladı. Polis Samet kendisine bakanları ‘ne bakıyorsun lan’ diyerek tokatladı, yetmedi kafamızı çevirerek göz temasına zorlayıp tekrardan tokatladı. Samet’in ardından cesaretlenen, adını öğrenemediğimiz ikinci bir polis de birkaç kişiyi darp etti.

 

Doktor: İz yok, darp raporu yazamam

 

Bu olayın hemen ardından vardığımız Eyüp Devlet Hastanesi’ndeki doktor görünürde bir iz olmadığı için darp raporu yazamayacağını belirtti. Kendisine durumu anlatıp, daha fazla darp edilmemizi engellemek için harekete geçmesini istediğimde kendisinin yapabileceği bir şey olmadığını söyledi.

 

‘O kadar da olur’

 

Arabaya gelen bir başkomisere durumu anlatırken arabadaki diğer polislerin de şahit olduğunu belirttik. Ancak hepsi anlattıklarımız üzerine sessiz kaldılar. Başkomiser uzaklaşınca karşı çıkmamaları bu darpa destek anlamına geldiğini  anlatmaya çalıştığımız polisler sözlerimize ‘o kadar da olur’ şeklinde karşılık verdi.

Samet’in sadist bir ruh halinin göstergesi olan saldırısıyla ilgili olarak suç duyurusunda bulunacağız. 

 

'Polisler tekbirden çekindi'

 

Ancak aynı gün hastane kontrolüne götürülenlerin hepsi Çevik Kuvvet polislerinden aynı muameleyi görmedi. Polisin benzer bir şekilde darp girişimlerinin yaşandığı bir diğer otobüste, gözaltına alınanların direnişi, dayak yemeleri ile sonlanabilecek gidişatı tersine çevirdi.

Mesela yine bir Çevik Kuvvet polisinin çarpma süsü vererek yaptığı darpına cevaben, Antikapitalist Müslümanlar grubundan bir kişi tekbir getirdi. Olayın geçtiği otobüste bulunanların anlatımına göre, polisler tekbir karşısında çekinerek otobüstekilerin müzakere talebine boyun eğdi. Bulunduğum otobüstekine tezat bir şekilde, sürecin polislerden sigara ikramı ve pişti oyunu ile sonlandığı söylendi.

 

Polise göre 1 Mayıs’ta mağdur edilen kendileri

 

Polislerin büyük çoğunluğu eylemlere katılarak kendilerini mağdur ettiğimizi düşünüyordu. Hastane kontrolüne giderken, özellikle Çevik Kuvvet polisleri, hepimizin taş attığını, polisleri dövdüğünü söyledi. Okmeydanı’ndan dövülen bir polisin fotoğrafını gösterirken yönelttikleri sorularla olaydan gözaltındakilerden sorumlu tuttular. Gezi Parkı direnişinde polis şiddetinin 8 kişinin hayatını alması, onlarca insanı gözünden etmesi, kafatası travması geçirmesine sebep olması hatırlatılınca polisler konuşmayı sinirlenerek sonlandırdılar.

1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmaya çalışmanın tanımlanan hiçbir suç kapsamına girmemesi, idarenin Taksim’i kutlamalara kapatması kararına destek olabilecek hiçbir yasal durum söz konusu olmamasına rağmen yapılan gözaltılara bir de polis şiddeti, kötü muamele eklendi.

 

'Atatürk nereli? Bilemedin, tekme'

 

 

Mesela Ziya Şenol ve İbrahim Taşçı sabah saatlerinde gözaltına alındıkları Cihangir’de boşaltılan Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne sokularak işkence edildi. Polisler 3 saat boyunca Şenol ve Taşçı’yı çömelmeye zorladı, yumruk ve coplarla saldırdı. Şenol’un anlatımlarına göre, polis bir noktada durup “Atatürk nereli” diye soruyor; “Selanik” cevabını alınca da “Hayır, Karaman” diyor ve yeniden tekme atmaya başlıyor.

Polisin boynuna zorla poşu takmaya çalışırkenki görüntüleri ortaya çıkan İstanbul Üniversitesi öğrencisi İbrahim T., gözaltına alınırken yerlerde sürüklendi. Sağ ayak bileğinden sert bir cisimle vurularak yaralanan Tezgel, 4 gün boyunca topalladı. 

 

Sloganların gücü

 

Gözaltına alınanların çoğunluğunu oluşturan devrimci siyasetten gelenlerin koğuş disiplini olmasaydı nezarethanenin fiziksel koşullarından ve temel ihtiyaçlarımızın polis kontrolünden kaynaklı psikolojik şiddeti ile başa çıkmak zor olurdu. Birbirinden demir parmaklıklarla ayrılmış, ancak tuvalete çıktığı zamanlarda kendi koğuşu dışındakilerle görüşebilen nezarethane ahalisi, dayanışmaya yapılan vurgu olmasaydı içinde bulunduğu koşullarda yaşadıklarıyla birey bazında ve güçsüz bir biçimde başa çıkmak zorunda kalacaktı. Gözaltına alınanlar olarak, ortak çıkarlarımızın birlikte hareket etmekten geçtiğini hatırlatan sloganlar, hem nezarethane genelinde iletişimi mümkün kılıyordu, hem de demir parmaklık ardında olmanın dayattığı şaşkınlık halinden kurtarıyordu.

Nihayetinde eğer gözaltı süresi bir gün daha uzatılmadıysa, bunda nezarethane genelinde alınan açlık grevi kararının etkisi olduğunu söylemek mümkün. Bu karar, nezarethane koşullarına karşı ortak bir tavırdı.

 

Neden 4 gün gözaltında tutulduk?

 

Kısa bir haber taraması geçmiş 1 Mayıs’larda gözaltına alınanların gözaltı süreleri hakkında şunları söylüyor:

2013 1 Mayısı’nda 72 kişi gözaltına alınmış, bunların 8’i Çocuk Şube Müdürlüğü’ne, 4 kişi TEM’e, kalan 60’ı da Güvenlik Şube’ye götürülmüş. 27 kişi tutuklu yargılanmak üzere mahkemeye sevk edilirken, 4 kişi adli kontrol istemi ile sevk edilmiş. 29 kişi hakkında ise takipsizlik kararı verilmiş. TEM ve Çocuk Şube’de tutulanlar haricindekileri kapsayan bu süreç 48 saat içerisinde sonlanmış.

Hükümetin Taksim’de kutlamalara izin verdiği 2012, 2011 ve 2010’da, 1 Mayıs günü kimse gözaltına alınmamış. Ancak 2012’de, 1 Mayıs’tan iki hafta sonra 60 kişi TEM operasyonları ile gözaltına alınmış, bunların 10’u emniyetteki sorgunun ardından, 15'i de özel yetkili savcılık tarafından serbest bırakılmış. Geri kalan 45 kişinin 9’u tutuklanarak mahkemeye sevk edilmiş, diğerleri 90 saatin ardından serbest bırakılmış.

2009 1 Mayıs’ında dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in 108 olarak açıkladığı gözaltı sayısı polisin kayda geçirmediği isimlerde eklenince 400’ü aştığı söyleniyor. Gözaltına alınanlar, iki kişi haricinde 2 Mayıs sabahı salıverilmiş. Söz konusu iki kişi de bir gün gecikme ile serbest bırakılmış.

Yukarıdaki rakamlara bakınca 2014 1 Mayıs’ının yakın geçmişin 1 Mayıs’lardan emniyetin gözaltı süresinin uzunluğuna ilişkin tutumu ile ayrıldığı görülüyor. Karanlık koğuşlarda tuvalet ihtiyaçları engellenen, psikolojik işkenceye maruz bırakılan 171 kişinin gözaltı süresi hiçbir gerekçe gösterilmeden 3 gün uzatıldı. Sürecin polis tarafından yavaş işletilmesine ek, hastane kontrollerimizin yapıldığı, avukatlarımızla görüşmelerin tamamlandığı, polis ifadesine ilişkin gerekli evrak doldurulduğu (gözaltına alınanlar topluca polis ifadesinde sessiz kalma hakkını kullandı) halde cumartesi günü gözaltı süremiz tekrardan uzatıldı. Polislere sürenin uzatılmasının nedenini sorduğumuzda gözaltına alınan insan sayısının fazla olduğu, bu nedenle bürokratik sürecin yavaş ilerlediği cevabını aldık. Ancak geçmiş yıllara baktığımızda daha fazla sayıda insanın daha kısa sürede gözaltın işlemlerinin tamamlanarak salıverildiğini görüyoruz.

Gözaltı süresi yasal olarak bir gün daha uzatılabilirdi. Yine de 4 günle sınırlı kaldı. İçerdekilerin genel kanaati, üçüncü gün başlatılan açlık grevinin ve Çağdaş Hukukçular Derneği’nden avukatların Adliye önündeki oturma eyleminin etkili olduğu yönünde.

Bu bilgiler ışığında gözaltıların 4 gün sürmesinin siyasi bir karar sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Nezarethane içinde de sürenin uzunluğuna ilişkin yorumlar devletin Gezi Parkı direnişinin ardından sokak eylemlerine katılan kitlelere gözdağı vermeye çalıştığı yönündeydi.

İlgili Haberler