08 Kasım 2022 16:31
CHP Genel Başkan Başdanışmanı Ünal Çeviköz, Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesinin görüşüldüğü Plan ve Bütçe Komisyonu’nda; Bakanlığın bütçesinin bir önceki yıla oranla yüzde 124 oranında artmış gözükse de binde 3,75 ile 2015 yılından itibaren genel bütçeye oranla en düşük seviyede olduğuna dikkat çekti. Çeviköz, “Yaşanan enflasyonu da göz önünde bulunduracak olursak Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesi âdeta erimiş durumda. Daha önce ‘kuş kadar kalmış’ diye eleştiriyorduk, bu defa açıkçası bütçenin küçüklüğünü eleştirecek bir yaratık bulmak da zorlaşıyor” dedi.
TBMM’de Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesi üzerindeki görüşmeler devam ediyor. CHP Grubu adına söz alan CHP Genel Başkan Başdanışmanı Ünal Çeviköz, şunları söyledi:
“Dışişleri Bakanlığı’na 2022 yılı için 7 milyar 487 milyon 450 bin lira ayrılan başlangıç ödeneği, 2023 yılı için 16 milyar 778 milyon 583 bin liraya yükseltilmiş. Miktar bir önceki yıla oranla yüzde 124 oranında artmış gibi görünüyor fakat binde 3,75 ile 2015 yılından itibaren genel bütçeye oranla en düşük seviyede. Bunun özellikle altını çizmek isterim. Yaşanan enflasyonu da göz önünde bulunduracak olursak Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesi âdeta erimiş durumda. Daha önce ‘kuş kadar kalmış’ diye eleştiriyorduk, bu defa açıkçası bütçenin küçüklüğünü eleştirecek bir yaratık bulmak da zorlaşıyor.
Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik askeri saldırganlığı nedeniyle gerilim ve krizlerle dolu uluslararası ortamda Dışişleri Bakanlığı’na her zamankinden daha büyük bir sorumluluk ve görev düşüyor. Ülkemizin çoklu bir şekilde dış politikada sorunlarla aynı anda mücadele etmek durumunda kaldığı bir dönemde Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesinin genel bütçeden hak ettiği payı alamamış olmasını Türkiye'nin çıkarları açısından ben son derece endişe verici buluyorum.
Dışişleri Bakanlığı bütçesinin kesin hesabının görüşülmesi ve bütçenin hazırlanması, bir bakıma dış politika hedeflerinin yerine getirilebilmesi için yapılır, bu da bütçenin ve ödeneklerin etkin, verimli ve ekonomik kullanılmasına yönelik mali disiplin ilkeleri dikkate alınarak hesap verilmesi ve hazırlanması demektir. Bu nedenle dış politikadaki hedeflerin gerçekleştirilip gerçekleştirilemediğini sorgulamamız hem siyasi hem mali açıdan bir denetim olanağı sağlar.
Daimi temsilciliklerimize ve uluslararası kuruluşlara yapılan atamalarda liyakat ilkesi uygulanmıyor. Sayın Bakan, bu duruma bir son verin. Türkiye'nin en köklü kurumu olan ‘Dışişleri Bakanlığı’nın gelenekleriyle oynamayın’ diye defalarca çağrıda bulunduk, bu çağrılara cevaben ‘siyasi atamaların sayısının çok fazla olmadığı’ şeklinde açıklamalar geliyordu. Önceki Bakan Yardımcınız 7 Nisan tarihinde TBMM Dışişleri Komisyonu’nda 13 daimi temsilcilik ve 146 büyükelçilik ile toplam 159 büyükelçiden oluşan yurt dışındaki diplomatik misyon şeflerinin yüzde 13’ünün Bakanlık dışından atanan isimlerden olduğunu açıklamıştı ama bakıyoruz, son atamalarla hani, ülkeleri saymaya gerek yok ama bunların arasında elbette Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olan ülkeler ve önde gelen Avrupa ülkeleri de var. Bunların hepsini ve 4 ayrı uluslararası kuruluş nezdindeki temsilcilikleri saydığımızda misyon şefi siyasi atamalardan oluşan rakam olarak dış temsilciliklerimizin yüzde 16’sını bulmuş durumda.
Bu durum Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir orandır. Dışişleri Bakanlığı personelini ve kendileriyle gurur duyduğum genç meslektaşlarımı böyle bir güvensizlik ve kariyer kuşkusuna sokmayınız. Onlar bu mesleğe emek veren, fedakârca çalışan insanlar; taltif etmek istediğiniz siyasileri dış ilişkilerde değil başka alanlarda değerlendiriniz, Türk hariciyesinin hele gelecek yıl 500’üncü yılınızı kutlayacağımız bir sırada imajını zedelemeyiniz.
Mısır'la başlatılan normalleşme sürecinden duyduğumuz memnuniyeti Genel Kurul’daki görüşmelerde paylaşmıştık ancak bu normalleşme istendiği gibi gitmedi. Mısır'la devam eden normalleşme görüşmelerinin askıya alındığı açıklandığı sırada önemli bir gelişme yaşandı. 11 Kasım’da Şarm El Şeyh’te düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi’ni protesto etme çağrısında bulunan 34 Müslüman Kardeşler üyesinin gözaltına alındığı kamuoyuna yansıdı. Şimdi sormak istiyorum bu iddialar doğru mu? Doğruysa ve Mısır'ın bu Müslüman Kardeşler konusundaki hassasiyetinin giderilmesi için yapıldıysa neden bir türlü normalleşme sağlanamıyor? Mısır için hâlâ yeterli olmayan nedir? Doğu Akdeniz'de hidrokarbon kaynaklarının değerlendirilmesi ve deniz yetki alanlarıyla ilgili hukuk zemininde gerekli adımların atılması için Mısır'ın bölgede en önemli aktörlerden ve muhataplardan biri olduğunu biz defalarca vurguladık. Ben konuşmaya Mısır'la başladım çünkü Mısır'la normalleşme olmazsa ne elle tutulur bir Doğu Akdeniz politikanız olur ne de Afrika politikanız. Mısır'ın etkisini son Arap Birliği zirvesi açıklamalarında da görebiliriz. Mısır, bölgede eskisinden daha güçlü bir aktör olarak karşımıza çıkıyor, bunu Filistin-İsrail uyuşmazlığı konusunda izlediği politikalardan da görmek mümkün. 2 ülke arasındaki gerilimlerin daha fazla tırmanmadan önlenmesinde en büyük rol sahibi Mısır.
Libya'da 2019 yılında Ulusal Mutabakat Hükümeti’yle imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Muhtırası hâlâ Temsilciler Meclisi’nde onaylanmadı. Bu süreçte siyasi istikrarsızlıklar da devam etti. Libya'da iktidarınızın izlemiş olduğu arabuluculuk denemeleriniz sonuç vermedi. Bu yıl Türkiye ve Libya arasında 3 Ekim’de de Hidrokarbon Alanında Mutabakat Muhtırası imzalandı. Libya’yla yapılan bu son anlaşmanın detayları nelerdir? Daha önceki anlaşmalar Temsilciler Meclisi’nde onaylanmadı, anlaşmalar onaylanmadığına göre bu belgelerin geçerli olması için hangi adımlar atılmaktadır? Bizim isteğimiz, Libya'nın bir an önce huzur ve istikrara kavuşmasıdır. Bu bağlamda Türkiye'nin hak ve menfaatlerini hiçbir tereddüt duymadan destekliyoruz. Yapılan mutabakatların Libya'daki değişkenlik göz önünde bulundurularak yasallık kazanması konusunda da elbette adımların atılmasını bekliyoruz. Bunun yolu da taraf tutmadan, ideolojik yaklaşımlardan arındırılmış bir politika izlemekle mümkündür. Türkiye'nin Libya'da arabulucu olacak gücü ve itibarı vardı ancak Suriye'de kaybedilen pusula maalesef bu duruma engel oluyor. Bu hem Afrika kıtası hem Doğu Akdeniz'in güvenliği için elzemdir. Esasen küresel ölçekte terörizmle mücadele konusunda da Libya'daki gelişmeler belirleyicidir. Bu nedenle Libya'da bir an önce barışın tesis edilmesini arzu ediyoruz. Türkiye'nin de bunun için çaba göstermesi gerektiğini düşünüyoruz.
Malum, Türkiye ile Sudan arasında ikili tarımsal iş birliği ve ortaklığına ilişkin bir anlaşma mevcut ancak son Arap Birliği Zirvesinde bu toprakların bizzat Arap ülkeleri tarafından kullanılması yönünde bir karar çıktığı da kamuoyuna yansıdı. Peki, bizim Sudan'la yapmış olduğumuz ikili anlaşmadan doğan haklarımızın korunmasına yönelik hangi adımlar atıldı? Arap Birliği'nin kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? Afrika'dan söz etmişken şunu da sormadan geçemeyeceğim: Türkiye-Afrika zirvelerinin düzenli olarak yapılmamasının gerekçesi nedir? İlk zirve sırasında ben görevdeydim, biliyorum; zirveler beş yılda bir yapılacaktı. 2008 yılında ilk zirve yapıldıktan sonra sırasıyla 2013, 2018, 2023 zirveleriyle devam edecek ve yani gelecek sene dördüncü zirve yapılacak iken biz daha geçen yılın sonunda ancak üçüncü zirveyi yapabildik. Bunun sebebi nedir? Pandemi demeyin zira takvim kendini ispatlıyor, pandeminin engel yarattığı bir tarih yok bu takvimde.
İsrail konusunda epey yol kat edildi, karşılıklı büyükelçiler atandı, Cumhurbaşkanı da on dört yıl aradan sonra ilk kez bir İsrail Başbakanı’yla görüştü; bunlar memnuniyet verici gelişmeler. Geç olsun, güç olmasın diye ilişkilerin hak ettiği seviyeye yükselmesinden hep memnuniyet duyacağımızı belirtmiştik, bundan da memnuniyet duyduğumuzu söylüyorum. Umarım, İsrail’deki seçim sonuçları bunca kat edilen mesafeye zarar vermez. Zira, Netanyahu’nun yeniden iktidara gelmesi işleri karıştıracağa benziyor. İsrail konusunda da bir sorum var: İsrail’in Türkiye’deki Hamas üyeleri konusunda dile getirdiği taleplerin ne kadarı karşılandı?
Ne zaman iktidar yetkilileri Putin’le görüşse Türkiye- Suriye ilişkilerine dair yeni bir gündem oluşuyor. Adana Mutabakatı konusunda da yine Putin'in ikazıyla iktidar bir diyalog olasılığını gündemine almıştı ancak yol kat edilememişti, geçtiğimiz aylarda da yine benzer bir gündem kamuoyunu meşgul etti. Türkiye ile Suriye arasında istihbarat örgütleri tarafından yürütülen temasların iki ülke arasında resmî ve hükümet düzeyine çekileceğine dair beklentiler arttı ancak bunun da bir devamı gelmedi. Sayın Bakan, siz de Suriye yönetimiyle koşulsuz görüşebileceğinizi açıklamıştınız; ne zaman görüşeceksiniz? Görüşmenin gecikmesinin sebepleri nelerdir? Suriye'yle konuşamadığınız için Türkiye bugün Birleşmiş Milletler’in tanıdığı birçok ülkenin nüfusundan daha fazla Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapıyor, Suriye'yle görüşmemenin maliyeti her gün daha da artıyor, Şam yönetimiyle görüşmenin önemini uzun süredir dile getiriyoruz ama kimse dinlemiyor.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak sığınmacıların geri dönüşü konusunda bir yol haritası çizdik, bizim politikamız belli: Gönüllülük esasına göre geri dönüşün teşviki; dönüşün planlı programlı ve zamana yayılarak yapılması; geri dönenlerin yaşamlarının sürdürülebilirliği için eğitim, sağlık gibi gerekli altyapı yatırımlarının yapılması; yatırımlar bağlamında uluslararası külfet paylaşımı; barışın sağlanması için gereken kolaylaştırıcılığını sağlanması ki bu da elbette Cenevre görüşmelerinin devamının önemsenmesi anlamına geliyor. Şam yönetiminin geri dönmeyi tercih edenlerin güvenliği konusunda güvence vermesinin sağlanması. Bu koşullar çerçevesinde uluslararası hukuka uygun olarak Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü sağlanabilir. Lübnan bunu başardı, bir takvime bağladı ve bu süreci başlattı. Sizin de zaman zaman sığınmacılar konusunda açıklamalarınız söz konusu oluyor, ben Türkiye'nin de benzer bir gündemi var mıdır, bunu sormak istiyorum. Suriye sadece Doğu Akdeniz konusunda kilit ülke değil, daha birçok konuda Türkiye'ye dış politika alanında manevra kabiliyeti sağlayacak olan bir ülke; işte bu nedenle biz, Suriye'yle diyaloğu önemsiyoruz.
“BİZ BÜTÜN ÜLKELERLE DİPLOMATİK İLİŞKİLERİN KESİNTİYE UĞRAMADAN SÜRDÜRÜLMESİNİ ÖNEMSİYORUZ”
Heyet Tahrir el-Şam tarafından Suriye'de yeni bir yapılanma söz konusu; yeni durumun gerek ülkemize gerekse Suriye'deki askerlerimize ilişkin oluşturabileceği tehditler nelerdir? Bu konuda bir planlamanız var mı? ‘Bunlar askerî konular’ demeyin zira, Suriye'de dış politika, savunma ve güvenlik konuları bir bütün oluşturuyor, bunu siz de biliyorsunuz Sayın Bakan.
Yumuşak gücü öncelememenin sonuçları maalesef oldukça ağır oluyor. Biz bütün ülkelerle diplomatik ilişkilerin kesintiye uğramadan sürdürülmesini önemsiyoruz; İsrail, Mısır ve Suriye’yle diplomatik ilişkilerin bir an önce hak ettiği seviyeye ulaştırılması gerektiğini defalarca söyledik. Türkiye'nin ulusal menfaatleri için en kısa sürede bu ülkelerle ilişkilerin düzeltilmesini ümit ediyoruz. Mısır, Libya, İsrail ve Suriye’yle ilişkileri ve bu ülkelerle olan ilişkilerin Doğu Akdeniz bağlamındaki bölgesel etkisinin önemini anlatmaya çalıştım. Hidrokarbon kaynaklarının değerlendirilmesi için oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun bölgenin 7 ülkesini bir araya getirdiğini ancak bu gruba Türkiye'nin dâhil edilmemesini haksız ve adil olmayan bir davranış olarak gördüğümüzü de hep vurgulaya geldik.
“YUNANİSTAN’IN STATÜSÜ GEREĞİ SİLAHSIZLANDIRILMIŞ OLMASI GEREKEN ADALARI SİLAHLANDIRMASINI DA ASLA KABUL EDEMEYİZ”
Türkiye'nin sadece az önce saydığım ülkelerle ilişkileri değil, Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’ndeki dostlarını kaybetmesi ve ardından Yunanistan lobisinin kongrenin her iki kanadında da destek görmesi hem Ege'de hem Kıbrıs'ta istenmeyen gelişmelerin yaşanmasına sebep oldu. Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı Güney Kıbrıs'ı eski Varşova Paktı ülkelerine uyguladığı özel eğitim ve iş birliği programına dâhil etti. Aynı şekilde, Amerika Birleşik Devletleri'nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne yönelik silah ambargosunu kaldırma yönündeki Eylül 2020’de aldığı kararın kapsamı da genişletildi, bu karar aslında aşama aşama gerçekleşti; bu kararın önüne geçilmesi için hangi girişimlerde bulundunuz? Bir girişimde bulunduysanız neden sonuç alamadınız? Bu kararların Doğu Akdeniz'deki mevcut gerginliğin yatışmasına ve Kıbrıs sorununun barışçıl çözümüne yardımcı olmayacağını anlatmadınız mı? Bugün gelinen noktada bu kararlar sadece Kıbrıs'ta iki taraf arasındaki dengeleri olumsuz etkilemekle kalmıyor, Doğu Akdeniz'deki gerginliğin ve Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin de daha fazla olumsuz bir şekilde gelişmesine yol açıyor. Hani, Yunanistan demişken malum, gündemin en sıcak konularından biri de Ege özelinde Yunanistan’la yaşadığımız gerilim. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki: Yunanistan’la yaşadığımız gerginlikte elbette ebediyen komşu kalacak iki ülke olarak dostane çözüm yollarını denemeliyiz ve diplomatik kapıları kapatmamalıyız ancak Yunanistan’ın statüsü gereği silahsızlandırılmış olması gereken adaları silahlandırmasını da asla kabul etmediğimizin altını özellikle çizmek isterim.
Avrupa Birliği’nin de bu sorunları Türkiye-AB ilişkilerinin bir parçası olarak görmekten vazgeçmesi gerekiyor. Türk-Yunan gerginliğini çözecek olanlar Türkiye ile Yunanistan’dır; bunun altını da özellikle çizmek isterim. Siz, bu konuda ne yapıyorsunuz acaba? Herhâlde siz de bütün bu görüşleri Avrupa Birliği’ne aynen anlatıyorsunuz zaten başka bir davranış beklemiyorum ama neden sonuç alamıyorsunuz; ben onu bir türlü anlayamıyorum?
“BİZE SÜREKLİ OLARAK VATANDAŞLARIMIZDAN VİZE TALEPLERİ GELİYOR”
Vize serbestliği sürecinin canlandırılması girişimlerinin oldukça gerisinde olduğumuz malum. Bakanlık olarak, vize sorunlarının çözümü konusunda hangi adımları attınız ve ne gibi bir ilerleme sağladınız? Vatandaşlarımızın mağduriyetinin giderilmesi için hangi girişimlerde bulunuyorsunuz? Zira, bize sürekli olarak vatandaşlarımızdan vize talepleri geliyor, biz de bunları Dışişleri Bakanlığı’na iletiyoruz ancak sonuç alınamadığını gördükçe de acaba Dışişleri Bakanlığımız hangi adımları atıyor diye merak ediyoruz.
Yine, Avrupa Birliği başlığında gümrük birliğinin güncellenmesi ve hızlandırılması konusunda da bir ilerleme söz konusu değil. Avrupa Birliği’nin 2022 Türkiye ülke raporunda özellikle demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi temel konularda gerilemenin sürdüğünü ve üyelik için gerekli olan AB müktesebatına uyum konusunda bir ilerleme olmadığının da altı çiziliyor. Avrupa Birliği’yle ilişkilerin iş birliği konuları üzerinden yürütülmesi önemli olsa da değerler üzerinden yapılamıyor olması Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından çok büyük bir sıkıntı oluşturuyor. Bugün, vatandaşlarımızın Avrupa Birliği’ne tam üyelik konusundaki istekleri kamuoyu anketlerinde fevkalade yüksek bir orandayken ülkemizin ve vatandaşlarımızın hak ettiği mücadeleyi biz, iktidarın gösterdiği kanaatinde değiliz; bunu da anlamak mümkün değil.
Tahıl Koridoru Anlaşması’nın Türkiye’nin uluslararası görünürlüğüne elbette katkı yaptığı ortadadır. 24 Şubat’tan beri Türkiye Cumhuriyeti olarak jeopolitik konumuza ve Montrö’nün ruhuna uygun hareket ediliyor, bunlar fevkalade memnuniyet verici. Tahıl Koridoru Anlaşması’nın Rusya tarafından uygulanmasının durdurulma riski hâlâ var. Bu durum, anlaşmaya katkı yapan ülke olmamız nedeniyle uluslararası toplum nezdinde bizim de görünümümüzü olumsuz etkileyecektir. Onun için, ülkemizin çok daha fazlasını hak ettiğini ve yeni oluşan Avrupa güvenlik mimarisinde daha etkin bir rol üstlenmemiz gerektiğini düşünüyoruz.
Sürekli olarak İsveç ve Finlandiya’yla müzakereler yapıyorsunuz. Esasen Madrid’de imzalanan üçlü mutabakatta da Türkiye’nin Avrupa güvenlik mimarisinde daha etkin bir rol üstlenmesi için Finlandiya ve İsveç’in AB nezdinde çalışmalarını beklediğimiz hükme bağlıdır ama biz, İsveç ve Finlandiya’yla müzakerelerde hiç bundan söz edildiğini duymuyoruz. Neden?
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Rusya’nın enerji kaynaklarının sevkiyatı için ana rotayı Türkiye üzerinden sağlamaya yönelik teklifi kamuoyunda konuşulmaya devam ediyor. Enerji konusunda Türkiye ile Rusya arasında asimetrik bir ilişki söz konusu. Burada önemli olan, Türkiye’nin üçüncü ülkelere satış yapma yetkisinin olup olmayacağı. Önceki projelerin aksine Türkiye’yi enerji merkezi yapacak yegâne unsur bu avantaja sahip olup olmayacağı, Rusya’nın açıklamalarından yine böyle bir yetki olmayacağını anlıyoruz. Tüm Avrupa ülkelerinin Rusya’ya ambargo uyguladığı, hatta Rusya’yla iş yapan şirketlere dahi ikincil yaptırımların gündemde olduğu bir süreçte bu projenin Türkiye için avantajı ne olacak, acaba bunu açıklayabilir misiniz? Tüm ülkeler enerji arz güvenliği açısından Rusya’ya olan bağlılığını azaltırken Türkiye’nin buna yönelik çalışmaları var mıdır? Rusya’yla enerji depolaması, enerji ticareti ve güvenliği konularında oluşan asimetrik tutuma son vererek Türkiye’yi gerçek anlamda bir enerji merkezi hâline getirecek hangi adımları atacaksınız?
Avrupa Birliği’nin Azerbaycan’la attığı adımlardan sonra İsrail ve Lübnan arasında da enerji konusunda anlaşma sağlandı. Oluşan bu yeni enerji denklemlerinde enerji arz güvenliği açısından Rusya haricinde bu yeni denklem çerçevesinde Türkiye’nin hangi politikaları vardır ve bu politikalar nasıl gelişecektir?
Amerika Birleşik Devletleri’yle olan ilişkilere de kısaca değinmek isterim. Amerika Birleşik Devletleri’yle ilişkiler F-16 modernizasyon kiti alımı üzerinden ilerliyor. Bu konuda maalesef, Türkiye’nin kongredeki dostlarını kaybetmesi nedeniyle mevcut yönetim her ne kadar olumlu baksa da kongrede bir dirençle karşı karşıyayız. F-16 alım süreci hangi aşamadadır? Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’nde bugünkü seçimler sonucu çoğunluk Cumhuriyetçilere geçince ilişkilerimiz bundan nasıl etkilenecek, bu konuda bir yol haritanız var mı?” (ANKA)
© Tüm hakları saklıdır.