Sosyal Güvenlik

Çocuk haklarına "insan hakları-temelli” bir yaklaşım

"Tüm Suriyeli çocukların yüzde kaçının çalıştığının resmi merciiler tarafından ortaya konulması çocuk işçiliğiyle mücadeleyi kolaylaştıracaktır"

11 Kasım 2016 22:17

 

Çiğdem ÇIMRIN[1]

İngiliz ulusal haber kanalı BBC’nin Ekim ayında yayınladığı Panorama programında dünya çapında bilinirliği olan çokuluslu hazır giyim şirketlerinin tedarik zincirlerinin Türkiye ayağında faaliyet gösteren tedarikçilerinin giyim üretim süreçlerinde kayıt-dışı (ve kanun-dışı) çalıştırılan mülteci çocukların durumları ekrana getirildi. Programda yer alan görüntüler gizli kamerayla çekilmiş, programın sunucusu hem tedarikçilerle hem de tedarikçilerin kamyonlarını takip ederek tespit ettiği alt-tedarikçileriyle yaptığı görüşmelerde kendini başka bir uluslararası giyim markasının yetkilisi olarak tanıtmış, kimliğini muhataplarından gizlemiştir. Programda yer alan görüntü ve iletişimlerin birçoğunun yasal olmayan yollarla elde edilerek ekrana getirildiği açık gözükmektedir. Ayrıca, bu programın gösteriminin BBC tarafından bir Pazartesi günü akşamında televizyonun en çok izlendiği saat (prime time) olan 20.30’a uygun görülmesinin de altını çizmek gerekir. Panorama programında yer alan kayıtların elde edilme biçimlerinin yasal olup olmaması veya yayın etiğine uygunluğunun tartışılması apayrı bir değerlendirmeyi gerektirirken, ilgili programda işlenen “içerik” insan hakları-temelli bir bakış açısıyla incelenmeyi gerektirmektedir.      

Çiğdem ÇımrınKonuya “İnsan hakkı nedir?” sorusuyla başlamak gerekir: En basit cevap sanırım insanın insana yakışır bir şekilde yaşama ve davranılma hakkı olduğudur. Birleşmiş Milletler tarafından 1948 yılında kabul edilen Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi (EİHB) insan haklarının hangi din veya ırktan olduğu önemli olmaksızın zengine ve fakire, güçlüye ve zayıfa, erkeğe ve kadına, erişkine ve çocuğa eşit bir şekilde davranılması zorunluluğunu ortaya koymaktadır.  Gerçekten de EİHB’de belirtildiği gibi insan hakları her yaş grubu için söz konusudur; dolayısıyla, çocuklar da erişkinlerin sahip olduğu insan haklarına sahiptirler[2]. Ancak, çocukların durumu erişkinlere göre oldukça farklıdır zira onların özel ilgi ve korumaya ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyacın temel nedeni aslında tamamen evrimsel bir geçmişi içinde barındırır. Yuval Noah Harari’nin Sapiens adlı kitabının ilk bölümünde bahsettiği gibi insanoğlu vahşi dünyanın zor koşullarında hayatta kalabilmek için bir yandan bacaklarıyla hareket etmek diğer yandan da taş vs. atarak kendini korumak için iki ayağının üstünde dik durabilmeyi kendinde sonradan geliştirmiştir. Dik durabilmek insan anatomisine aykırı olduğu için bazı dezavantajları da beraberinde getirdi. Kadınların kalçaları ve dolayısıyla doğum kanalları dik durabilmeyi başarmak için daraldı ve doğum onlar için oldukça zorlaştı. O yüzden sadece erken doğum yapabilen kadınlar hayatta kalma şansına sahip olabildi çünkü doğum yaparken bebeğin kafası o kadar büyümüş olmadığından rahatlıkla doğum kanallarından dışarı çıkabiliyordu. Zamanla insanlar bu durumu biyolojik olarak da kabullenerek diğer hayvanlara kıyasla daha erken doğum yapar hale geldiler. Hayati sistemleri tam gelişmemişken doğurulan insan yavruları bunun bedelini diğer hayvanlara göre çok daha uzun süre büyüklerine bağımlı biçimde yaşamak zorunda kalarak ödemeye başladılar. Bu bedelin küreselleşen dünyada giderek daha da ağırlaştığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Çocukların bu hassas durumları ilk defa 1989 yılında hukuken bağlayıcılığı olan bir metinde - Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde[3] (ÇHS) yerini bulmuştur. ÇHS’de çocukların açlıktan, ihmalden ve suiistimalden uzaklaştırılarak kendi potansiyellerini en yüksek düzeye çıkaracak araçlarla donatılması gerekliliğinin altı çizilerek, çocukları kendi yaşlarına uygun hak ve sorumlulukları olan bir birey ve hem ailenin hem de toplumun ayrı bir üyesi olarak tanımlamıştır.

Çocukların çalışması da onların sosyal bir hakkı olarak değerlendirilmelidir. Çocukların çalışma hakkı bir yandan çocukları bir birey olarak gören ÇHS’de temelini bulurken başkaca uluslararası hukuk metinlerde de öngörüldüğü üzere çocukların esenliği için çocuğa özel ilgi gösterme gerekliliği çocukların çalışma alan ve koşulları açısından dikkate alınmak zorundadır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) çocuk işçiliğinin tanımını yapmadan önce çocukların yaptıkları işler arasında bir ayrıma giderek aile işletmesinde belirli işler yapmayı, okul saatleri dışında ve tatillerde cep harçlığı sağlayacak kimi işleri çocukların gelişimine ve ailelerin durumuna katkıda bulunmasını, çocuklara çeşitli beceri ve deneyimler kazandırması ve yetişkinlik dönemlerinde toplumun üretken üyeleri olmaya hazırlamasından ötürü olumlu kategoriye koymaktadır[4]. Bu kategori için de her bir devletin iç hukukunda ülkenin kendi sosyal, kültürel ve ekonomik koşulları gözetilerek çocukların çalışma esas ve usulleri uluslararası standartlara uygun şekilde düzenlemesi beklenir (örneğin, asgari çalışma yaşı)[5]. Olumsuz anlamda çocuk işçiliği ise çoğu kez çocukları çocukluklarını yaşamaktan alıkoyan, potansiyellerini ve saygınlıklarını eksilten, fiziksel ve zihinsel gelişimleri açısından zararlı işler olarak tanımlanmaktadır.

ILO’nun temel haklara ilişkin sekiz sözleşmesinden biri olan 1999 tarihli 182 No’lu En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliği Sözleşmesi gibi benzeri hukuki araçlarla amaçlanan aslında savunmasız ve korunma gereksinimi içinde bulunan insan yavrusunun ciddi tehlikelerden korunması, köleleştirilmesinin önlenmesi, erişkine göre çok daha zayıf olan vücudunun hastalıklardan ve suiistimalden korunarak zihinsel-fiziksel-ahlaki gelişiminin olağan koşullarda sağlanabilmesidir. Kulağa oldukça basit bir süreç gibi gelse de modern dünyada kötüye kullanılan çocuk işçiliğinin önüne geçmek bir türlü mümkün olamamıştır. Güçlü zayıfı kullanmış, insan hakları bakımından yaratılmaya çalışılan eşitlik olgusunun aktüel hayata yansıması hep defolu olagelmiştir. Bu bağlamda oyuncaklarıyla oynaması gereken çocuklar ile onların emekleri ve kalıtımsal kırılganlıkları suiistimal edilerek neoliberal politikaların oyuncağı haline getirilmiştir.

Bugün dünyada neoliberal sistemin en önemli aktörlerini ise hiç şüphesiz çokuluslu şirketler oluşturmaktadır. Günümüzde şirketlerin, özellikle de uluslararası işletme olarak faaliyet gösterdikleri küresel seviyede giderek artan bir güce sahip oldukları hatta birçok ülkenin gayrisafi millî hasılasının çok daha üstünde seyreden ciroları olduğu gözlemlenmektedir. Bu şirketler faaliyette bulundukları ülkelerde vergi vererek, iş olanağı yaratarak veya teknolojinin gelişmesini sağlama gibi konularda topluma olumlu katkılarda bulunurken zaman zaman sosyal ve çevresel açıdan olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Bazı çokuluslu şirketlerin global tedarik zincirlerinde çalışanlarına kötü muamele ettiği (ücret, çalışma koşulları vb.); bazılarının çok ciddi çevre kirliliğine sebep olduğu; veya faaliyette bulunduğu ülkenin yönetimiyle birlikte (veya içinde) çalışarak ciddi boyutlarda insan hakları ihlallerine sebebiyet verdikleri (Nazi Almanya’sı dahil bugün bir dizin otoriter ve baskıcı ülkede olduğu gibi) gözlemlenmiştir.

Bu tip olumsuz etkilerin önüne geçebilmek ve şirketlerin insan hakları alanında yarattıkları etkinin tespiti ve giderimi için uluslararası anlamda birçok girişimde bulunulmuşsa da bugün bu alandaki en önemli normatif metinlerden biri 2011 yıllında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nce oybirliğiyle kabul edilen İş Dünyası ve İnsan Hakları hakkında Rehber İlkeler’dir (Rehber İlkeler). Rehber İlkeler devletlerin koruma sorumluluğu, şirketlerin özenli davranma ve insan haklarına saygı gösterme sorumluluğu ile insan hakları ihlalleri mağdurlarının zararlarının giderilmesi üzerine üç bağımsız hak-temelli ilke üzerine oturmaktadır. Bu metnin oybirliğiyle kabul edilmiş olması küresel ısınma gibi konularda uluslararası toplumda yaşanılmakta olan sıkıntıların aksine devletlerin Rehber İlkeleri kabulü ve iç hukuklarında uygulamaya geçirmelerini hızlandırdığı gözlemlenmektedir. Örneğin, İngiltere 2013 yılında Şirketler Kanunu’nu (UK Companies Act) değiştirerek borsaya kayıtlı şirketlerin insan hakları konularını raporlamaları zorunluluğu getirirken Avrupa Parlamentosu 2014 yılında geçirdiği direktifiyle 6.000 adet büyük ölçekli halka açık şirkete insan hakları performanslarını raporlama zorunluluğu getirmiştir[6].

İş dünyasının sahip olduğu potansiyel ve olanaklarının koşulları iyiye doğru dönüştürücü bir gücü de mevcuttur. Şirketler, insan hayatını daha katlanılabilir, daha zevkli ve daha tatmin edici kılan araçların temini açısından çok önemli bir rolde üstlenmektedir zira iş dünyasının toplum için yarattığı iş olanakları ve çalışanlarına verdiği maaşlar bugün birçok bireyin insan onuruna yaraşır bir hayat sürdürmesini sağlayan kilit unsurlardan biridir.

Ne yazık ki günümüzde şirketlerin faaliyetlerin doğan olumsuz etkileri gidermek için yürüttüğü kurumsal sorumluluk projelerinin bir çoğu insan hakları-temelli bir yaklaşım sergilemekten uzak, daha ziyade risk hafifletmek üzere geliştirilmiş sınırlı çalışmalar olarak kalması yaşanan insan hakları ihlallerin sadece geçici bir süreliğine giderilebilmesine neden olmuştur. Oysa Rehber İlkeler’de de benimsenen insan hakları-temelli yaklaşım bir yandan uluslararası hukuk tarafından kurulan hak ve yükümlülükler sistemi içinde kalkınma süreç ve politikaları kendilerine dayanak alır, diğer yandan insanların – özellikle de marjinalleşen kesimin – kendilerini güçlendirilerek politika oluşumuna katılımlarını sağlamaya yönelir ve aslında en genel anlamda kalkınma seyrine ket vuran ayrımcı pratikler ile adil olmayan güç dağılımının sonucu ortaya çıkan eşitsizlikleri analiz ve çözümleme arayışına girer. Bu yaklaşımın benimsenmesi kalkınmayı sürdürülebilir kılacaktır ve sürdürülebilen bir kalkınma bireyleri olduğu kadar devlet ve şirketlerin de işine yarayacaktır[7].

Bu çerçevede, Panorama adlı programda ekrana gelen çocuk işçiliği meselesini (Türk veya Suriye uyruklu olmasına bakılmaksızın) iş dünyası pratikleri göz önünde tutularak değerlendirilmelidir. Çünkü çocuk işçiliği din, dil, ırk, cinsiyet gibi kategorilere ayrılamayacak kadar müstakil bir sorundur zira yukarıda da değinildiği üzere çocuk, çocuk olmasından kaynaklı “özel”dir ve bu özelliği onu farklı kılarken özenli bir yaklaşım gerektirir. Bu süreçte devlet kurumları ile iş dünyasının sivil toplum kuruluşları, akademi ve sektörel toplulukların desteğini alarak insan hakları-temelli bir yaklaşımla ortak bir hareket planı hazırlayıp birlikte yürütmeleri olumsuz çocuk işçiliğinin önüne geçebilmek için şart gözükmektedir.

Diğer notlar ve öneriler:

ILO verilerine göre 2012 tarihi itibariyle dünyada 168 milyon çocuk, işçi konumundadır[8]. TÜİK verilerine göre Türkiye’de ise 2015 sonu itibariyle nüfusun %29’unu oluşturan çocukların 15-17 yaş grubunda olanlarının işgücüne katılım oranı toplam nüfusun %21’ini oluşturmaktadır[9]. Bu bağlamda: (1) geniş kapsamlı çocuk işçiliği konusunda güncel resmi veriler sağlanmalıdır zira referans verilen 2015 yılına ait TÜİK verileri 4857 sayılı İş Kanunu 71. Maddesinde belirtilen 15 yaşını doldurmamış çocukların çalışma yasağı göz önünde tutularak sadece 15-17 yaş aralığında yer alan çocuklara ilişkin olup 15 yaş altı Türk uyruklu çocuk işleri kapsamamaktadır; ve (2) Suriye’de iç savaşın çıkmasıyla 2011 yılından itibaren Türkiye’ye gelen sayıları 1.5 milyonu[10] geçen 18 yaş altı tüm Suriyeli çocukların yüzde kaçının çalıştığının resmi merciiler tarafından ortaya konulması çocuk işçiliğiyle mücadeleyi kolaylaştıracaktır.

 

[1] İstanbul Bilgi Üniversitesi kamu hukuku doktora öğrencisi.

[2] Bu yazı kapsamında çocuk tanımı bakımından 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 6/1-c maddesinde yapılan “18 yaşını doldurmamış kişi çocuktur” ifadesi referans alınmıştır.

[3] Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş metin 1990 yılında yürürlüğe girmiştir. Türkiye sözleşmenin tarafıdır.

[5] Bknz. Türkiye’nin 6 Haziran 1973 tarihinde kabul ve 23 Ocak 1998 tarihinde onayladığı ILO 138 No’lu İstihdama Kabulde Asgari Yaş Haddi Sözleşmesi.

[6] İstanbul Borsa’da “Sürdürülebilirlik Endeksi’ni” oluşturmuş olsa da bu endeksin Rehber İlkeler’den bağımsız bir süreci olduğunu belirtmek doğru olacaktır.