Fransa'da yayımlanan mizah dergisi Charlie Hebdo'nun Paris'te uğradığı kanlı baskından sonraki ilk sayısını yayımlayan Cumhuriyet gazetesinin yazarları Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan, Hz. Muhammed'in ima edildiği tasviri, yazılarının yayımlandığı köşelere koydular.
Cumhuriyet'in de dağıtımını yapan Türkiye'deki iki büyük dağıtım şirketinden biri olan Yay-Sat'a baskın yapan polis dün gece (13 Ocak 2015) gazete dağıtımını bir saat boyunca durdurdu.
Hikmet Çetinkaya'nın Cumhuriyet'te "Charlie Hebdo..." başlığıyla yayımlanan (14 Ocak 2015) yazısı şöyle:
Charlie Hebdo...
12 kişi köktendinci teröristlerce öldürüldü...
Charlie Hebdo mizah dergisi 25 ülkede 16 dilde 3 milyon basıldı. Derginin kapağında pek çok kişinin Hz. Muhammet olduğunu iddia ettiği bir çizim var. Bana sorarsanız Hz. Muhammet’le ilgisi yoktur. O çizim insancıl ve vicdani bir anlayışın simgesidir; üzerinde şunlar yazılıdır:
“Tout est pardonne”
Türkçesi:
“Hepsi affedildi!”
Bir kez daha yineliyorum...
Terör bir insanlık suçudur!
Nereden gelirse gelsin!..
Evet!
Terör bir insanlık suçudur!
Elindeki kâğıtta yazılan:
“JE SUIS CHARLIE...”
Türkçesi:
“Ben Charlie’yim...”
Ceyda Karan'ın Cumhuriyet'te "Engizisyon Tehlikesi" başlığıyla yayımlanan (14 Ocak 2015) yazısı şöyle:
Engizisyon Tehlikesi
Türkiye’nin önde gelen sağcı aydınlarından Taha Akyol, Charlie Hebdo katliamı vesilesiyle İslam dünyasının içine saplandığı durumu “Müslüman Ortaçağı” mefhumuyla izah etmiş. Maalesef son derece isabetli görünen bu saptamanın kaçınılmaz sonucu, giderek baskın hale gelen cihatçı Selefiliğin “Müslüman Engizisyonu” tehlikesiyle karşı karşıya olmamız demek. Türkiye’yi yöneten siyasi heyetin beyan ettiği görüşlere ve tekelinde tuttuğu yandaş medyanın tartışmalar vesilesiyle ahaliye zerk ettiklerine bakınca; bu, açık seçik ortada. Televizyonları izleyince varacağınız sonuç ise net: Meğer Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” tezinin en büyük alıcıları, yıllardır bu tezi lanetleyip/olumsuzlayıp duran siyasal İslamcı aydınlarmış.
“İslamcı aydınlarımızdaki” reaksiyonerliğin güçlü olduğunu bilmiyor değildik. Ancak çok daha derin patolojik sorunları bu vesileyle ortalığa saçıldı. Batı’yı tartışmadan kendi kendilerini konuşamıyorlar bile. Kendini sürekli başkalarının eylem/edimlerinden yola çıkarak izaha çabalamak, mütemadiyen kurban/patlamış kum torbası misali olmak ne acıklı bir varoluş. “Dış güçler, komplocular, büyük tasarımcılar…” Sanırsınız Asya, Uzakdoğu, Latin Amerika hiç sömürgecilik görmemiş, bilmiyor. Bunlar bir de kendilerini en büyük “antiemperyalist” zanneder.“Özeleştiriyi” katiyetle barındırmayan bir “medeniyet iddiasının” elim manzarası… Kanımca İslamiyetin de katkılarının eksik olmadığı evrensel değerleri hiçbir biçimde anlayamamış bir zihniyetin tezahürü…
Pek azı çıkıp şu soruları sorabiliyor: “Biz niye bu haldeyiz”, “İçimizdeki gayri meşruları neden net biçimde kınayamıyoruz”, “Hayatlarımızın bu denli ucuz olmasının asıl sebebi kendi edimlerimizin sonucu değil mi”, “Mezhebi, etnik çatışmalarda birbirimizi gözümüz kırpmadan nasıl katledebiliyoruz”, “İslammedeniyeti deyip duruyoruz da demokrasi, hak, hukuk, özgürlükler ve çoğulculuk adına edecek tek lafımız nasıl olamıyor”, “Batılıların parmağı varsa bile, biz nasıl bu kadar kolay maşa oluyoruz”, “Kendi aklımız yok mu? Biz nasıl mütemadiyen kukla ve mazlum olabiliyoruz”…
İslamiyeti siyasal hırsları için kullananlardan yanıt beklemek saflık elbette. Onların“Makedonya’dan Kahire’ye...” retoriklerinin maddi sebepleri aşikâr. Ya “İslam dünyası 200 yıldır Batı’nın tecavüzünü yaşadı” diyen aydınların “fetihçi ruhu”? Endülüs’ü “hayal diyarı” görmek işlerine gelir de Avrupa’nın Hıristiyan ahalisinin son tahlilde bunu “İslam istilası” olarak görebileceği gelmez. İslamın “barış dini olduğunu” söylemek bedava. Geçmiş büyük ulemaların siyasal alanla aralarına nasıl çizgiler çektiğini anlatmayı da severler. Ama aynı çizgi çekecek feraseti olmayanlar, ancak Şiilerin öldürülmesi için fetva vermekten çekinmemiş İhvancıYusuf Karadavi’yi kendine “kıble” beller… Yaşananları hiç anlayamadıkları için“Sorun İslam devletinin hiç kurulamamış olması” gibi sayıklamalarda deva ararlar. Son tahlilde hep kenardan dolaşacak, patolojileri icabı Huntington’a sarılacaklardır. Kaçarı yok.
Hanımlar beyler fark şu ki, beğenilmeyen Batı, sizin sığındığınız Huntington’ı olumsuzlamak için sizden fazla çabalıyor. Beğenmediğiniz Batı’nın solcu aydınları sizden daha fazla antiemperyalist, kendilerini yönetenleri sizden daha fazla “yerden yere vurabiliyor”. Siz toplumunuzu kutuplaştırmakla iştigal ederken, beğenmediğiniz Batı’nın liderleri toplumlarını kendi içlerindeki “İslam karşıtlarına karşı mobilize etmekle” uğraşıyor. “Irkçılık ruhlarına işlemiş” diyerek küçümsediğiniz Almanya’nın liderleri, İslam karşıtlarına karşı Müslümanların gösterilerinde yerini alıyor.
Avrupa, Haçlı ruhunu gömeli çok oldu. Sadece kendi kamusal alanlarında değil. Her türlü eleştirimize açık “yeni sömürgeciliklerinde de” din aygıtını kullanmıyorlar. Dertleri, geçmiş “günahlarının” topraklarına iş, aş, sosyal ve siyasal haklar için taşıdığı göçmenlerle entegrasyon. Geliştirdikleri “çok kültürlülük” çözümünde yaşadıkları sıkıntılar... Bizden farkları, sıkıntılarını ilkeleri üzerinden çözme çabaları. İçlerinde beterleri yok mu, var. Onlara gür sesleriyle haykıranlar çoğunlukta… Ve yine bizden farklı olarak onların hakiki aydınları Avrupa’da yaşayan her Müslümana“potansiyel terörist” gözüyle bakmanın radikal köktendincilerin ekmeğine yağ süreceğinin ayırdında.
Biz asıl, Türkiye, cumhuriyetçi ve seküler deneyimiyle normal koşullarda sıkıntıların devası olabilecekken, memleketimizi “savaşın kaçınılmaz cephesi” yapanlara yanalım… Biz Anadolu topraklarına “fanatizm” ekilmesine izin verenlere yanalım… Biz, ifade özgürlüğünü hedef alan terörü kınamaya giderken, “Meydanları onlarabırakamazdık” diyebilen zihniyet tarafından yönetildiğimize yanalım… Bir de yönetenlere televizyonlardan verebilecek tek tavsiyeleri “Bu kadar siyasi İslamcı görüntü verilmesin, sonra başımız derde girecek” olan sözde aydınlarımızın bulunmasına…