Gündem

Daron Acemoğlu’ndan 'İmamoğlu' uyarısı: Türkiye ya ABD-Rusya-Çin eksenine ya da AB eksenine kayacak

29 Mart 2025 08:51

Güncelleme: 29 Mart 2025 09:00

T24 Haber Merkezi 

Ekonomist Prof. Dr. Daron Acemoğlu, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından yaptığı değerlendirmede Türkiye’nin AB ile tarihî bir fırsat penceresi yakaladığını söyledi. Ancak bu fırsatın değerlendirilebilmesi için Türkiye’nin demokrasiye kararlılıkla geri dönmesi gerektiğini vurgulayan Acemoğlu, “Türkiye bu gelişmeler karşısında bir seçim yapacak: Ya ABD-Rusya-Çin eksenine yaklaşacak ya da Avrupa'nın parçası olmayı seçecek" dedi.

Nobel ödüllü dünyaca ünlü ekonomist Prof. Dr. Daron Acemoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye’de başlayan protestoları ve ülkenin demokrasi mücadelesini küresel dengeler ışığında değerlendirdi.

Acemoğlu,"Cumhurbaşkanı Erdoğan'a meydan okuyan (ve belki de tahtından indirmesi muhtemel olan) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, birçok kişinin inanmadığı suçlamalarla tutuklanmasından önce bile Türk demokrasisi hastaydı" ifadelerini kullandı.

"Gezi Parkı'ndan beri ilk defa..."

Ekonomist Acemoğlu'nun tam açıklaması şu şekilde:

"Cumhurbaşkanı Erdoğan'a meydan okuyan (ve belki de tahtından indirmesi muhtemel olan) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, birçok kişinin inanmadığı suçlamalarla tutuklanmasından önce bile Türk demokrasisi hastaydı.

Demokrasinin bu durumu kendi başına dikkate değerdir. Ama belki de daha önemli olan, Gezi Parkı’ndan beri Türkiye'de ilk defa yaygın protestoların tetiklenmesidir.

Mevcut jeopolitik durumun Türkiye’ye heba etmemesi gereken yeni bir fırsat yaratıyor olması ise tüm bunları çok daha önemli kılıyor.

Şu şekilde bakılabilir:

Trump halihazırda sadece Amerikan demokrasisine zarar vermekle kalmıyor, dünya düzenini de yeniden kurmaya çalışıyor. ABD demokratik olmayan, otoriter ülkelerle giderek daha fazla ittifak kurabilir. Örneğin Trump, Rusya'nın otokratik lideri Vladimir Putin ile iyi ilişkiler içinde kalmaya hevesli gözüküyor. Tarifeler ve çip savaşlarına rağmen, Trump Çin ile de fayda-maliyet odaklı yeni ve daha dostane bir ilişki kurabilir.

Kanada ve Avrupa ülkeleri ile ABD’nin uyumu ise Trump’ı daha az ilgilendiriyor. ABD'nin NATO'ya olan taahhütlerinden vazgeçme olasılığının da sinyalini veriyor (sadece birkaç yıl öncesinde bile düşünülemeyecek bir şey).

Demokratlar 2026'daki ara seçimlerde Temsilciler Meclisi'ni geri alırsa ve Trump'ın ABD kurumlarına yönelik saldırısını ve küresel düzeni yeniden oluşturma çabalarını yavaşlatırsa ve ardından da 2028 başkanlık seçimleri sonuçlarını tersine çevirir ve ABD demokrasisini yeniden inşa ederse, bu durumda her şey tekrar değişebilir. Ancak şimdilik bunu yapabileceklerinin garantisi yok. ABD kurumlarının dört yıl daha bozulmadan hayatta kalacağına kesinlikle güvenmemeliyiz.

Yani liberal demokrasiye bağlı ve kendi savunmasını önceliğe alan yeni bir Avrupa bloğu (hatta Kanada'nın bile katılacağı) ihtimali artık düşünülemez değil.

Bu gelişmeler bağlamında Türkiye'nin önünde bir tercih olacaktır. Her iki bloğun dışında kalmayı da seçebilir. ABD-Rusya-Çin eksenini kendine daha yakın da görebilir. Ya da Avrupa bloğunun bir parçası olmayı seçebilir.

"Avrupa yolu ulaşılmaz değil"

Türkiye için Avrupa yolu artık ulaşılmaz değil. Türkiye NATO'nun en büyük ikinci ordusuna sahip ve olası bir savunma birliği inşasında Almanya, Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri için çok önemli bir ortak olacaktır. Avrupa nüfusunun hızla yaşlanması nedeniyle, Avrupa'ya daha fazla Türk göçü ihtimali artık eskisi kadar ürkütücü olmayabilir.

Avrupa Birliği'nin ve Avrupa Savunma Paktı'nın bir parçası olmak, Türkiye için oyunun kurallarını değiştirecektir. Cılız verimlilik artışı ve bunun sonucunda oluşan, yaygın yoksulluğa rağmen reel ücretlerdeki yavaş artış yüzünden ülke ekonomisi zorluk içinde. Ancak Avrupa pazarlarına açılmak, Avrupa sermayesinin katkısı ve en önemlisi de Avrupa teknolojisi ve Avrupalı şirketlerle ortak girişim fırsatları Türkiye'nin verimlilik potansiyelini önemli ölçüde artırabilir. (Türkiye’nin en yüksek verimlilik artışını AB üyelik sürecinde yaşandığını da hatırlatılayabiliriz.)

Demokrasi vurgusu 

Ancak bu yol, Türkiye'nin demokrasiye olan bağlılığından geçiyor.

Türkiye'nin Avrupalı ortaklarına, demokratik kurumlarındaki bozulmayı tersine çevirmeye çalışacağına dair sinyaller göndermesi gerekiyor (mevcut durumda ülke, demokrasinin kötüleşmesi açısından dünyada en kötü performansa sahiplerden biri durumundadır).

Bu, hükümetin sivil toplum faaliyetlerini ve protestoları kabul etmesini ve hatta kutlamasını da gerektirir.

Ülke gençliğinin siyasete yönelik yeni ve büyük coşkusunu geliştirmesini ve hatta ülke işlerine daha da fazla dahil olmasını da gerektirecektir. Ayrıca bu, nüfusun Avrupalıları ortak olarak görmesini de gerektirecektir. Bu yolu seçecek olan kim? Cumhurbaşkanı Erdoğan geçmişte zamana ve fırsatlara göre değişebileceğini (ve bu tür geri dönüşler yaparken tabanını bir araya getirebileceğini) kanıtladı. Ancak burada gerekli olan perspektif ve kurumsal yaklaşım değişikliği, Kürt siyasetini kendi tarafına çekmeye çalışmaktan (Cumhurbaşkanı'nın şu anda denediği gibi) daha radikal olmalıdır.

"Değişime kimin liderlik edeceği belirsizliğini koruyor"

Türkiye'nin bu yola gireceğinin garantisi yok. Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan buna teşebbüs etmezse (ki bu ihtimal az değil), Türk siyaseti daha belirsiz ve daha çatışmacı hale gelecektir. Değişime kimin liderlik edeceği ve bu liderin ülkenin geleceği için gerekli çığır açan dönüşümü başlatıp başlatamayacağı belirsizliğini koruyor."