19 Mart 2023 22:58
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde, “Çöl ikliminde gül ağacı yetişmez. Otoriter, yolsuzluk düzeninin olduğu yerde de iktisadi kalkınma olmaz. İktisadın iklimi, hukuk ve ahlaktır. Hukukun ve ahlakın egemen olmadığı bir ortamda teknik olarak en doğru zannettiğiniz iktisat politikalarını uygulasanız bile işte heterodoks iktisat çıkar” şeklinde konuştu.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi, beşinci gününde sürüyor. Kongre kapsamında. “Geleceğin Türkiye’sini inşa ediyoruz” sloganı ile bugün düzenlenen ‘Millet İttifakı Genel Başkanlar Buluşması’na, Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ve İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özlale katıldı.
Ahmet Davutoğlu, konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
“Her şeyden önce, depremde kaybettiğimiz bütün vatandaşlarımıza ve dün Çanakkale’nin 108. yıl dönümünde, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün istiklal kahramanlarımıza rahmet diliyorum. Büyükşehir Belediye Başkanımızı tebrik ediyorum. Çok güzel bir ortamda, çok güzel bir vesileyle bizi bir araya getirdiler. 100 yıllık muhasebe için doğru mekan, İzmir. Niye İzmir? Niye İktisat Kongresi? İzmir ile ilgili çok farklı forumlarda konuştum. İzmirliler bilir; İzmir, milletimizin ufuk şehridir. Tarihimizin Akdeniz medeniyetiyle buluşması yanında, bütün iktisat tarihimizin en merkez şehirlerinden biridir.
Şimdi yeni bir eşikteyiz. Dördüncü büyük dönüşüm. İlerde bu tarihi yazanlar, bu kongreyi kaydettiklerinde, aynen bizim Birinci İktisat Kongresi gibi bir güzel hatıra olarak anmalılar. ‘Türkiye’nin her kanadı, her siyasi akımı bir masa etrafında toplandı ve hakimiyet-i milliye için hakimiyet-i iktisadiye kararı aldılar’ demeliler bugün için.
Sanayi devriminden çok daha büyük çapta, sanayi devriminden çok daha derin izler bırakan ve sanayi devriminden çok daha hızlı bir şekilde hareket ederek bir nesli neredeyse 5-10 yıla indiren büyük bir dönüşüm içindeyiz. İletişim teknolojisi, dijital ekonomi, robotik sanayi, 4.0 sanayiden 5.0’a geçişler… Ya biz, bizim dedelerimizin sanayi devrimini yanlış yorumlaması ve kaçırması gibi kaçıracağız ve gelecek nesiller bizi muhasebe ile anarken ‘Keşke dedelerimiz daha doğru bir yön çizseydi bize’ diyecekler ya da ‘İşte bugün’ deyip o nesillerin önünü açacağız. O nesillerin önünü açmak için altı siyasi lider bir araya geldik. Bu nesillerin önünü kapatmak isteyenlere karşı bir araya geldik. Toplumu kutuplaştıranlara karşı toplumu buluşturanlar. Toplumu tekleştirmeye çalışanlara karşı toplumu birleştirmeye çalışan bir heyetiz. Yetkileri değil, sorumlulukları paylaşmaya ve omuzlamaya adamışız kendimizi. Peki nedir önümüzdeki? Eğer İkinci İktisat Kongresi’nin anlamını çizeceksek nasıl bir iktisat modeli veya hangi iktisadi ilkelerle biz, gelecek nesillerin önünü açabiliriz? Değerli cumhurbaşkanı adayımız ve inşallah cumhurbaşkanımız Sayın Kılıçdaroğlu, dört sütundan bahsetti. Ben, biraz açarak sekiz ilke diyeceğim ya da sekiz boyutu bu iktisat anlayışımızın. Dünya iktisadı ile bütünleşerek 8 boyut.
Birinci, iktisadın iklimi. Çöl ikliminde gül ağacı yetişmez. Otoriter, yolsuzluk düzeninin olduğu yerde de iktisadi kalkınma olmaz. İktisadın iklimi, hukuk ve ahlaktır. Hukukun ve ahlakın egemen olmadığı bir ortamda teknik olarak en doğru zannettiğiniz iktisat politikalarını uygulasanız bile işte heterodoks iktisat çıkar. Peki nedir hukukun esası? Özgürlükler ve güven. Güven duyacak sermaye. Uluslararası sermaye, ulusal sermaye güven duyacak. Köylü, tohumunu ektiğinde arkasından gübre atabileceğine dair güven duyacak. Maaşını aldığında bu maaşın erimeyeceğine dair güven duyacak işçimiz. Dükkanını açtığında akşam helal bir rızıkla kapatacağını düşünecek esnafımız. Bugün düşünemiyor.
İşte biz, bugün karşı karşıya kalınan problemler olmasın diye siyasi ahlak metnini Meclis’e getirdik. Bu metnin ruhu, siyasi ahlaktır. Çünkü hesap vermeye hazır olmayan bir yönetim varsa bilin ki dikta, bilin ki otoriterlik kaçınılmaz. Bugün karşı karşıya olduğumuz sorun, salt ekonomik bir sorun değildir. Bugün karşı karşıya olduğumuz sorun, ekonomi politik bir sorundur. Kötü bir yönetimin, yanlış iktisat anlayışı ile yol açtığı bir sorundur. Burada bir devlet krizi, bir ahlak krizi, bir toplumsal barış krizi var. Buradan bir kez daha yöneticilere çağrıda bulunuyorum. Mutabakat Metni’mizde yola çıktığımız altı siyasi lidere güvenerek bu çağrıda bulunuyorum. Ekonomiyi temizlemek istiyorsak şu anda yaşayan bütün cumhurbaşkanları, başbakanlar ve başta ben olmak üzere ve ilgili bakanların tümü mal varlığı beyanında bulunmalıdırlar. Görev yaptıkları sürece kendi gelirleriyle sahip oldukları mal arasında görevleri dışında oluşan eşitlikte herhangi izah edilmeyecek bir artış varsa bu artış Hazine’ye intikal ettirilmeli ve şehit yakınlarına, gazilere, fakirlere, engellilere ayrı bir fonla sosyal adalet fonu kurulmalıdır. Yurt içinde ve yurt dışında kimin nerede malı, mülkü varsa; kimin birinci, ikinci derece akrabalarının üzerinde ne mal varsa herkes şeffaf bir şekilde bunu açıklamalıdır. Hesap vermeye hazırım ama herkes hesap vermeye hazır olacak. Siyasi ahlak kanunu mutlaka çıkacak ve bir daha bu ülkede hiç kimse sahip olduğu siyasi pozisyon dolayısıyla malını, mülkünü, servetini asla artıramayacak. Yeni bir iktisadın ruhu, maneviyatı güvendir, hukuktur, adalettir.
İkinci ilke; Mahmut Esat, açılış konuşmasında ‘İktisadi amirlerimizi birbirine tanıştırmak üzere bunu tertip ediyoruz’ diyor. Ne kadar büyük teknolojik değişim yaşanırsa yaşansın hepsi önemlidir ama insanlık tarihinin bugüne ve dünyanın sonuna kadar her şeyin öznesi insandır. Her şeyin iyi ya da kötü öznesi insandır. İkinci şart, nitelikli insan unsudur. Bunun da yolu eğitim. Biraz önce yine sayın cumhurbaşkanı adayımızın vurguladığı gibi, Alman Üniversiteleri kapanmadığı için Almanya ayağa kalktı. Savaş şartlarında bile eğitim kurumlarının bombalanmaması bir etik meselesidir. Geçtiğimiz dönemde deprem dolayısıyla üniversitelere ara verildiğinde çıktım, bir akademisyen olarak çağrıda bulundum. Yapmayın, etmeyin, her şeye ara verilir, eğitime asla ara verilmez. İstiklal Savaşı şartlarında savaşan bir millet, eğitime ara vermemiştir. Deprem bölgesini gezdiğimde nice üniversite öğrencileriyle karşılaştım, deprem travması yaşayan. Bulundukları üniversitelere gitselerdi hem eğitimlerine devam edecek hem de o travmadan çıkacaklardı. Üniversitelerde öğrencilerin bir araya gelmesinden korkanlar, stadyumda taraftarın bir araya gelmesinden korkanlar; onlara sesleniyorum. Korku artık sizin kaderinizdir, bizim kaderimiz ise umuttur.
Üçüncü önemli boyut, üretim araçları. Sanayi devrimi, yeni bir makine endüstrisi üzerine, yeni bir üretim aracı geliştirdiği için dünyanın bütün unsurlarını etkiledi. Şimdi üretim araçları değişti. Tarım da dahil geleneksel olarak düşünülen bütün alanlarda yeni bir üretim anlayışı var. Dijital ekonomi var dünyada. Artık biz, sanayi devrimini bile tam tekâmül ettirememiş bir millet olmakla birlikte, bekleyerek bu kademeleri aşamayız. Süratle dijital ekonomi aşamasına geçmek ve sanayi devrimi ile dijital ekonomi arasındaki bütün aşamaları çok kısa sürede kapatmak zorundayız. Artık lineer ekonomi yok, döngüsel ekonomi var. Üret, al, kullan, tüket, yok et. Lineer yaklaşımın yerine; üret, al, kullan, yeniden üret, paylaş, yeniden üret. Yeni bir döngüsel ekonomi var. Dünyadaki bütün bu trendleri takip etmeden kendi iç tartışmalarımıza kapanırsak Birinci İzmir İktisat Kongresi’nden daha sonra gerçekleşmesine benzer bir başarıya imza atamayız. Kafamızdaki dogmaları, zihinlerimizdeki alışkanlıkları terk edeceğiz. Yeni bir ekonomi var dünyada. Ona yeni nesillerin intibak etmesi lazım. Veri paylaşımı, veri analizi ve yazılım alanları… Şu anda bilinen mesleklerin yüzde 60’ı önümüzdeki 20 yıl içinde yok olacak, yepyeni meslekler doğuyor her an.
Dördüncü boyut; hukuk, bilgi üretim aracı, doğayla ekolojiyle ekonomi arasındaki denge. Şu anda, modernleşmenin, sanayileşmenin ilk aşamalarında toprak ancak kendisine işkence edildiğinde sırlarını açıklar diyen gelişmeci bir ekonomi anlayış artık geçerli değil. İnsanoğlu şunu fark etti; zamanla o vahşi sanayileşmenin yerini insanın var oluş alanı olan doğa ve ekolojiyi yok etmeyen yeni bir alanla buluşturmamız lazım. Onun için yeni ekonomik paradigmamızın olmazsa olmaz şartı, yeşil mutabakat da dahil olmak üzere ekolojiyle ekonomi arasında doğrudan bir ilişki kurmaktır. Toprakla savaşanlar iflah olmaz. Deprem bölgelerini gezdik. Buradaki temel problem, toprakla savaşarak rant elde etmeye çalışan bir inşaat anlayışından... Şanlıurfa’da dere yataklarına bina yaparsanız, Malatya’da bostan diye anılan yere 15 katlı bina yaparsanız, Amik Gölü çevresinde hesapsız yerler yapar, hele hele İstanbul’da rant alanlarına dayandırırsanız ekoloji ve ekonomi arasındaki dengeyi bozarsınız.
Başbakanlığım döneminde imar yasasını teklif etmiştim, ulusal ve yerel imar baronlarının yolsuzluklarını imarda kesmek ve sanayiden inşaata giden kaynakları kesmek ve deprem karşısında önlem almak için fon almak üzere. İmar baronları, beraber çalıştığı siyasi ekiple, çeteyle harekete geçtiler. Yerel imar baronlarına, ulusal imar baronlarına karşı, bu aziz vatanın her bir karışını aziz bilen, toprağını aziz bilen bir anlayışla yeniden imar etmek zorundayız. Deprem bölgelerine acele bina yaparak değil… O tarihi Antakya’sını, Maraş’ını, Malatya’yı yeniden ihya edeceğiz. İşte bu bizim için bir hedef olarak ortaya konduğunda pozitif siyasetin, yeni iktisadın esasları ortaya konur. İmar yasası getireceğiz dediğimizde, o zaman Sayın Erdoğan ‘Bir ilçe başkanı bile bulamazsınız Ahmet Bey’ demişti. Buldular, ilçe başkanı Nurdağı’nda. Şimdi buldukları ilçe başkanı ve belediye başkanını birlikte tutukladılar.
Beşinci şart, rant ekonomisi yerine üretim ekonomisi; Türkiye’nin şu andaki en büyük problemi. Kur korumalı mevduat, bakınız güya faiz yasağından başladı. Sayın Erdoğan, son dönemin bütün bilançolarını çıkarın. En kârlı sektör bankacılık. Nasıl oluyor? Kur korumalı mevduat adı altında milletin Hazine’sinin kaynaklarını bir grup küçük bir gruba, azınlığa aktaranlar, asla üretim ekonomisinin önünün açamazlar. Bugün Türkiye’de bir rant ekonomisi var. Biraz önce bahsettiğim imar yasası için inşaat şirketlerini topladığım zaman şunu söyledim ‘Ben, sizin işinizi kolaylaştırmak istiyorum. Görüyorum ki bütün büyük sanayi devleri, inşaata gidiyorlar. Sanayide 20 yılda kazandığını inşaatta 20 ayda kazanıyor’. Batı’da bir çizgi çekin Almanya, Fransa, İtalya; Doğu’da bir çizgi çekin Japonya, Çin, Hindistan… Geride kalan, bütün Avrasya’nın en büyük ekonomi üretim üssüdür. Hala öyledir. Bu üretim üssünü biz efektif olarak hayata geçirdiğimizde pandemide kopmuş olan tedarik zincirlerini tekrar kurar, Türkiye’yi tedarik zinciri merkezi yaparız. Türk insanının önünü açtığınız zaman neler yapabileceğini biliyoruz.
Altıncı ilke; biz, dünyanın merkezindeyiz. Birçok ülke kendini merkez addeder. Hangi haritayı getirirseniz getirin Türkiye, tam merkezdedir. Şimdi böyle bir merkez konumunda olan bir ülke, eğer dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girecekse -şimdi bakalım, dünyanın 10 ekonomisinin bir tanesi ABD’de ise ABD, bir kıta devleti. 50 devletten oluşan bir kıta devleti. Çin, dünya nüfusunun dörtte birine sahip. Kıta devlet bunların hepsi. Kanada, bir kıta. AB, kendi başına bir ünite- o zaman bizim iktisat anlayışımızın şu olması gerekir; sınırlarımıza saygı duymakla birlikte kadrolarımızın dünyanın her yerine gitmesini sağlayacak, ekonomik sınırlarımızı dünyanın her yerine yayacak bir dış ticaret politikası. Ancak bu yolla kıta ekonomiyle rekabet ederiz. Geride yarım kaldığımız için büyük hüzün duyduğum, bir gün bizim iktidarımızda çözeceğimiz mesele, Avrupa ile vize serbestliği meselesidir. Merak etmeyin gençler, serbest vize uygulamasını mutlaka en kısa zamanda hayata geçireceğiz. Buna asla engel olamayacaklar. Aynı şekilde AB Gümrük Birliği Anlaşması’nın çapını genişleterek mutlaka bugünkü çağdaş ihtiyaçlara uygun hale getirmemiz lazım. Türkiye ekonomisini, Afrika’dan Latin Amerika’ya, Doğu Asya’ya kadar bütün dünyada açık bir hat üzerinde yürütmemiz lazım. Atatürk’ün dediği gibi, ‘Artık hattı iktisat yoktur, sathı iktisat vardır. Satıh ise bütün dünyadır.’
Yedinci ilke, kurumsallaşma. Yani sürdürülebilirlik. Bugün hepimiz devlet görevlerinde bulunduk. Deprem bölgesinde en çok gark eden husus, acılarımız yanında, kayıplarımız yanında, ilk defa devlet kurumlarını refleks gösterme konusunda bu kadar aciz ve organizasyonel kapasite konusunda bu kadar daralmış gördüm. Aynı kurumlarla 2011 yılında 25 bin vatandaşımızı Libya’dan bir hafta içinde tahliye etmiştik. Şimdi AFAD’ı bir çiftlik haline getirenler, Kızılay’ı bir şirket haline getirenler, silahlı kuvvetlerimiz Mehmetçiğe en çok ihtiyaç hissedilen dönemde bu vatanın sokaklarında güvenliği temin etmek üzere gönderemeyenler, bu kurumsal çöküşün sorumlularıdır. Bütün kurumları hayata geçirmeden devletin atar damarlarını çalışır hale getiremeyiz.
İktisadın temel amacı insan onurudur. İnsan onuru da ancak gelir adaleti ile sağlanır. Türkiye’de vahşi bir servet transferi yapılıyor. Fakir kesimlerden, geniş toplum kesimlerinden küçük bir zümreye servet transferi hem de en vahşi şekliyle. Eğer bir yerde iş gücünün GSMH’den aldığı pay düşüyorsa biliniz ki yoksullaşma var demektir. Yoksulluğa karşı savaş açacağız. Türkiye’nin neresinde yaşıyor olursa olsun, herkese insan onuruna yaraşır bir hayat standardını getireceğiz. Yeni bir dünya kuruluyor. Eski alışkanlıklarla yeni dünyaya uyum sağlayamayız. Sadece uyum sağlamakla değil, -Kılıçdaroğlu’nun güzel bir sözüne atıfta bulunayım- önüne geçmek, öznesi olmak durumundayız. Tarihin öznesi olmak için ekonomimizi yeni bir zihniyetle kurmak durumundayız. İki ayağı vardır. Millet vicdanı ve devlet aklı. Millet aklı, Altılı Masa’da tecelli etmiştir. Milletimizin her bir kesimi o masada vardır. Kimse dışarıda bırakılmamıştır. Devlet aklı ise 15 Mayıs’tan itibaren millet vicdanıyla buluşarak bu milleti devlet aklıyla harekete geçirecek.” (ANKA)
© Tüm hakları saklıdır.