16 Nisan 2018 16:14
Silivri Cezaevi'nde utuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın avukatlarından Cahit Kırkazak, yargılama konusu dosyaların siyasi parti faaliyetleri kapsamında yapılan konuşmalardan oluştuğuna dikkati çekerek, davaların düşürülmesi gerektiğini söyledi. Yargılamada 'tekçi zihniyetin toplumun kazanımlarını hedef aldığını' belirten Kırkazak, "Demirtaş, mevcut adaletsizliğin gelecekte yaratacağı toplumsal sorunun farkında ve dolayısıyla geminin su aldığını ve sonuçlarının neler olacağını biliyor. İşte bu yargılama da, geminin su aldığını fark edip toplum adına mücadele etmenin bedelidir" diyor.
HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın tutuklu olduğu davanın duruşması sonrası avukatlarından Cahit Kırkazak Gazete Duvar'dan Hacı Bişkin'e açıklamalarda bulundu. Kırkazak, duruşmada öne çıkanları, Demirtaş’ın yargılamalardan neler beklediğini ve daha birçok soruya cevap verdi.
Yargılamanın hukuki değil, siyasi olduğunun altını çizen Kırkazak, “Sayın Demirtaş’ın bütün mücadelesi su alan geminin batmasını önlemek içindir. Bu yargılamalar tarihe ‘Demirtaş yargılamaları’ diye geçecek. Ne sayın Demirtaş ne de toplumun bu yargılamalardan bir beklentisi yok. Madem ki Demirtaş nezdinde toplumun haklı ve meşru talepleri yargılama konusu yapılıyor, o zaman bu yargılamalarda halkların kazanımlarının korunması lehine mücadele yürütülmelidir” diyor.
Söz konusu haber şöyle:
Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, tutuklanmasına gerekçe olan davanın duruşmasının üçüncü gününde mahkeme heyetine ‘Ne mahkemenizden adalet beklentim var ne de adaletin gerçekleşeceği inancım var’ dedi. Demirtaş, Newroz konuşmalarından dolayı Sırrı Süreyya Önder’le birlikte yargılandığı davada da benzer konuşmalar yapmıştı. Demirtaş’ın avukatı olarak bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz, adalete olan güven sarsıldı mı gerçekten?
Aslında bu değerlendirme, duyguların belirlenmiş olduğu bir ‘kanıdan’ ziyade, bir durum tespitidir. Bu tespitin tarihsel, sosyolojik alt yapısı olduğu gibi aktüel durumda da bir çok örnekleri mevcuttur. En temelde bu yargılamaların, başta Kürtlerin olmak üzere Türkiye toplumunun dezavantajlılarının kollektif haklarına bir saldırı olduğu herkesçe biliniyor. Nitekim tekçi devlet anlayışında kendisini gönüllü olarak yürütmenin elinde baskı ve faşizm aygıtı haline dönüştüren yargı erkinin, yakın tarihte özellikle İstiklal Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Özel Yetkili Mahkemeler ve nihayetinde İhtisas Mahkemeleri pratiklerinde adalet etmediği ortadadır. Bu yargılamalarla Sayın Demirtaş’tan ziyade Kürtlerin kollektif hakları ve kazanımları yargılanmakta ve yok sayılmaktadır. Dün Şeyh Sait şahsında, Seyit Rıza şahsında bugün de Selahattin Demirtaş şahsında Kürt halkının kollektif haklarına ve kazanımlarına saldırılmaktadır. Dolayısıyla yargının bu pratiğinde adaletin gerçekleşmeyeceğini biliyoruz.
Neden?
Çünkü güncel olarak yargı pratiklerinde de adaletin gerçekleşmeyeceğinin işaretleri mevcut. Şöyle ki; dava konusu yapılan fezlekeler FETÖ’cü hakim, savcı ve polislerin ortaklaşa kurguladıkları kumpaslardır. Bugün bu kumpasları gerçekleştirenler, FETÖ üyesi olmak gerekçesiyle ihraç edilmiş ve bir çoğu şu anda halen tutuklu bulunuyor. Nitekim Ergenekon ve Balyoz davalarında FETÖ’cü yargı ve güvenlik personelinin yürüttüğü yargılamalar, kumpas gerekçesiyle düşürüldü, sanıklar beraat etti. Ancak söz konusu Kürtler olunca FETÖ’cülerin hazırlamış olduğu dosyalarla yargılamalar sürüyor. Buradan anlaşılıyor ki söz konusu Kürtler ve Kürtlerin kazanımları olunca hemen hükümetin ‘yerli ve milli’ refleksleri devreye giriyor ve FETÖ’cülerle dahi bir ittifak yapabiliyor. Aslında dünya örneklerinde ve Türkiye’deki siyasi yargılamalardan da biliyoruz ki, yargılama siyasi olunca, sonuç da hukuki değil siyasi olacaktır. Devlet aklı Kürtlere karşı oluşturduğu ‘yerli ve milli’ ittifak bloku yanına yerleştirdiği ‘anayasaya aykırı ama yine de dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet diyeceğiz’ koalisyonuyla, ‘bu siyasi soykırım operasyonları’nı hangi amaçla başlatmışlarsa o amacı elde etmeye çalışacaklardır. Bütün bunları değerlendirdiğimizde bu yargılamalarda adalet beklentisi yoktur. Ancak halklar ve ezilenler adına direniş vardır. Bu direniş beraberinde; adil yargılamaları, özgürlüğü ve halkların kazanımlarını getirecek.
Demirtaş’ın Ankara Sincan Cezaevi Yerleşkesi’ndeki duruşma salonunda görülen davasında siz savunma yapmaya başladığınızda Leonard Cohen’in ‘herkes biliyor’ şarkısına atıfta bulunarak, ‘Herkes biliyor, geminin su aldığını; herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini, herkes biliyor zarların hileli olduğunu…’ diyerek söze başladınız. Bunu biraz somutlaştırır mısınız, herkes neyi biliyor?
Aslında yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi bu yargı saldırısı temelde Kürtlerin kollektif hak taleplerine, statü taleplerine ve bu taleplerin somutlaştığı demokratik özerkliğe karşı. Söz konusu Kürtler olunca FETÖ’cülerin elleriyle hazırlanan kumpasların araçsallaştırıldığını herkes biliyor. AKP, Ergenekon, MHP’nin oluşturduğu tekçi zihniyet koalisyonu, ‘anayasaya aykırı ama dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet diyeceğiz’ diyen CHP, Doğu Perinçek ve bir kısım İslami cemaatlerin Kürtlere karşı ‘yerli ve milli’ ittifak oluşturduğunu herkes biliyor. Selahattin Demirtaş’a haksızlık yapıldığını herkes biliyor, HDP’nin ve Kürtlerinin taleplerinin meşru ve makul talepler olduğunu herkes biliyor, ancak milliyetçi reflekslerle üç maymunun oynandığını da herkes biliyor. Sayın Demirtaş, mevcut adaletsizliğin gelecekte yaratacağı toplumsal sorunun farkında ve dolayısıyla gemini su aldığını ve sonuçlarının neler olacağını biliyor. Sayın Demirtaş’ın bütün mücadelesi su alan geminin batmasını önlemek içindir. Ancak toplum ya Estonya’nın feribotu sendromundaki gibi ülkenin gidişatıyla ilgili iyimser beklenti içinde ya da tekçi devlet zehirlenmesine kapılarak söz konusu Kürtler olunca hemen ‘yerli ve milli’ reflekslerini kuşanıyor. Kanaatimce ikincisi ve Türkiye toplumunun işi çok zor. Çünkü toplumun tekçi devlet zehirlenmesinden kurtulabilmesi için ciddi bir rehabilitasyona ihtiyacı var. İşte sayın Demirtaş’ın bugün ödediği bedel ‘geminin su aldığını’ fark edip toplum adına mücadele etmenin bedelidir.
Bir saldırıdan bahsediyorsunuz… Nasıl bir saldırı bu?
Bu ittifak, tekçi devlet anlayışının refleksidir. Bugün sayın Demirtaş’ın şahsında HDP’ye ve Kürtlere yapılan saldırı sadece AKP’nin 7 Haziran’da oy kaybetmesi ile açıklanamaz. Asıl saldırı HDP’nin ülkenin idari yönetimi için topluma sunmuş olduğu ve 7 Haziran’da toplumda kabul gören ve toplumun içselleştirdiği demokratik özerklik önerisinedir. Çünkü bu demokratik özerkliğin; tekçi devlet statükosunu, saltanatını ortadan kaldıran, halkların, inançların, kadınların, emekçilerin, doğanın kazanımlarını güvenceye alan kolektif bir anlayışla beraber ülkeye toplumsal barışı ve özgürlüğü getireceğini biliyorlardı. Toplum kolektif olarak kendi kendini yönetirse saltanatları ve rantları ortadan kalkacaktı. Saltanatlarını ve rantlarını kaybetmemek için yukarıda belirttiğimiz ittifakın, sayın Demirtaş’ın şahsında Kürtlere ve HDP’ye saldırdığını herkes biliyor.
Demirtaş’ın tutuklu olduğu davaya geri dönelim… 3 gün süren duruşma sonrasında ne olmalıydı?
Öncelikle bu yargılamalar tarihe ‘Demirtaş yargılamaları’ diye geçecek. Ne sayın Demirtaş ne de toplumun bu yargılamalardan bir beklentisi yok. Sadece mademki sayın Demirtaş nezdinde toplumun haklı ve meşru talepleri yargılama konusu yapılıyor, o zaman bu yargılamalarda halkların kazanımlarının korunması lehine mücadele yürütülmelidir. Sayın Demirtaş’ın da beklentisi yoktur, mücadelesi vardır. Biz hukukçuların da beklentisi yoktur. Lakin, yargı organından yargının bağımsızlığına müdahalesine karşı direnmesi ve yargının yürütmenin tekelinden kurtarılması için mücadele etmesi talebimiz var… Biz avukatların mücadele ve taleplerimizden bir tanesi de budur. Hükümet yargıdan elini çeksin, yargı da hükümetin müdahalesine karşı dirensin.
Peki bu davadan beklentileriniz nedir?
En başta bu yargılama olmaması gereken bir yargılama. Çünkü dosyanın tamamı sayın Demirtaş’ın siyasi parti faaliyetleri kapsamında yapmış olduğu miting, halk toplantıları ve basın açıklamalarındaki konuşmalarından oluşuyor. Peki o zaman şu soruyu soruyorum: Bir siyasetçi konuşmayacak da ne yapacak? Üstelik yargı, siyasi parti faaliyetlerinin niteliğini, biçimini ve yerindeliğini denetleyemez. Yargı denetleyecekse yürütme organını yani hükümeti denetlemelidir. Ancak ne yazık ki bu örnekte yargı gönüllü olarak yürütmenin elinde sopa olmuş ve hükümet bu sopa ile toplumu terbiye etmeye çalışıyor. Yine usul hukuku açısından da dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair usul de hukuken elle tutulur hiçbir yanı yoktur. Ki bu hukuksuzluğu CHP, ‘anayasaya aykırı ama dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet diyeceğiz’ şeklindeki açıklamalarıyla itiraf etti. Sayın Demirtaş ve HDP’nin bütün tutsak seçilmişleri halen yasama organının üyesidirler ve dokunulmazlıkları vardır. Dolayısıyla bu davaların hemen düşmesi ve seçilmişlerin tutsaklıklarına son verilmesi gerekmektedir. Ama bu davalar siyasi olduğu için karar hukuki değil siyasi olacaktır. Siyasi olacak kararın toplum lehine olması, sayın Demirtaş’ın deyimiyle ‘özgürlük ve barış için hukuksuzluklara, baskılara, dayatmalara, OHAL’e karşı direnmek ve mücadele etmekle olur. Bunun emarelerini de, 8 Mart’ta ve Newrozda gördük. OHAL’e ve hukuksuzluklara karşı Demirtaş’ın mücadelesi kazanacak. Er ya da geç toplum kazanacak.
Bu duruşmada dikkatinizi çeken bir durum oldu mu?
Bu yargılamalarda tarihe tanıklık ediyoruz dersek yerindedir. Bu tanıklıkla beraber soru bağlamında cevap vermek gerekirse öne çıkan ilk durum Demirtaş’ın halen taraflı tarafsız herkesin ve toplumun umudu olmasıdır. Sayın Demirtaş’ın her sözü toplumda heyecan yaratıyor. Bu heyecan hem sosyal medyada hem davanın takibi aşamasında insanların ilgisinde görülüyordu. Bir diğer gözlem ise biz avukatlar ve sayın Demirtaş, hukuk varmış gibi yargılama faaliyetine katılırken, yargılama makamının da ‘adil yargılama yapıyormuş gibi’ görünüyor olmasıydı. Sayın Demirtaş’ın sözü kesilmedi, talepleri alındı, sunulan belgeler alındı ama buna karşın mahkemenin değerlendirmesinin iki kelime yani ‘taleplerin reddine’ şeklinde olması gözümüzden kaçmadı. Yani adil yargılama yapılıyormuş gibi bir yargılama hissiyatı vermeye çalışıyorlar. Yine Demirtaş yargılamalarının toplumdan gizlenmesi ve sesinin topluma ulaştırılmaması yönünde de çabalar dikkatten kaçmadı. Halen barışın ve umudun sesinin toplumla buluşması engelleniyor.
Duruşma sonrası aklınızda kalan ne oldu?
Duruşmadaki her sözü her kelimesi akıllarda kalacak nitelikte etkileyici ve çarpıcıydı. Ama özellikle 6-8 Ekim olayları ile hendek-barikat süreçlerinde dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun tutumu deşifre edildiğinde Kürtlerin atasözü olan ‘bexte rome tıne’deki tespiti çarpıcıydı. Yine Demirtaş’ın, ‘Edirne’ye dik girdim, dik çıkacağım, arkadaşlarıma vasiyetimdir Edirne’de ölürsem tabutumu dik çıkarın yatay çıkarmayın’ vasiyeti, ‘Bu mücadeleyi iyi ki yapmışım, iyi ki gençlerin ölümlerini azaltmak için çaba göstermişim’ kararlılığı, ‘Ben suya yazı yazarak mücadele etmem ya sonuç alırım ya bedel öderim’ öz güveni, ‘Ben buraya savunma yapmaya gelmedim, bana ve halkıma karşı işlenen suçları deşifre etmeye geldim’ sözleri ilk başta akla gelen etkili cümlelerdi.
© Tüm hakları saklıdır.