05 Şubat 2025 22:34
Güncelleme: 05 Şubat 2025 22:59
"Hani romatizması olanların yağmur yaklaştıkça bacakları sızlar ya, 6 Şubat yaklaştıkça bizim de kalbimiz öyle sızlıyor"
Böyle diyor, 6 Şubat depremlerinin yıldönümü için düzenlenen etkinliğe gelen gazetecilere bölgeyi gezdiren Arem.
Misafirlere karşı oldukça güler yüzlü ama konu depreme gelince cümlesine başlamadan önce bir yutkunuyor. Harfler sanki boğazında büyüyor. Yüzünde tutulamayan bir yasın gölgesi var, tıpkı Adıyaman’daki depremzedelerin hepsinde olduğu gibi.
Herkes birbirini yüzündeki o gölgeden tanıyor, bir de geçen iki yıla rağmen dinmeyen acılarının yankılandığı seslerinden.
* * *
Adıyaman’da en büyük yıkımın yaşandığı ve şimdi her iki tarafında da yeni binaların yükseldiği Atatürk Bulvarı’ndan geçerken bizleri iş makinalarının sesi karşılıyor.
Çok değil, daha iki sene önce, o iş makinalarının gürültülerinin yükseldiği yerde çığlıklar ve feryatlar yükseliyordu bu kentte, o iş makinalarının gelip enkaz altında kalan insanları kurtarması için.
Bulvarın her iki yanında da Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı, Emlak Konut ve TOKİ’nin yeni yaptıkları binaların üzerinde pankartlar asılı. Pankartlarda "Adıyaman yeniden hayat buluyor" yazıyor. Kimi binalarda yerinden dönüşüm yapılıyor. Bulvarda sanki şehir ilk defa yapılıyormuş gibi bir inşaat çalışması var.
En son bölgeye deprem döneminde gelenler için büyük bir ilerleme bu. Ancak yıkımın ne kadar büyük olduğunu, bizi otele götüren şoförün sözleri yeniden hatırlatıyor:
"Önceden bu binaların arasında boşluk yoktu. Şimdi bulvar koca bir boşluk. Tıpkı kalbimizdeki boşluk gibi."
Derin bir nefes alıyor. Konuşması bitti sanarken tekrar konuşuyor:
"Adıyaman’da her şey düzelir de hiçbir şey eskisi gibi olmaz."
Ardından tekrar yüzünü yola dönüp arabayı sürmeye devam ediyor.
* * *
Adıyaman’da her yol büyük bir acıya, kayba ve boşluğa çıkıyor.
KKTC’den voleybol turnuvası için gelen 26 çocuğun da olduğu 72 kişinin hayatını kaybettiği Adıyaman’daki Grand İsias Oteli’nin bulunduğu yerden geçiyoruz.
Şoför birden yüksek bir sesle, "Burası İsias Otel" diyor. Otel, kentte yaşayanlar için depremin en sembolik yeri.
72 kişi, 9 kat için ruhsat verilmesine rağmen 13 katlı yapılmasına göz yumulan, ruhsat otele çevrilirken mühendislerden “binanın sağlam olduğuna dair” rapor alınan, kaçak kat sorunu 2018’de imar barışı ile çözülen, deniz kumu kullanılan ve "deprem olmasa bile yıkılabilirdi" denilen bu otelde göz göre göre hayatını kaybetti.
Türkiye’de insan hayatına değer verilmemesi geleneğinin yanı sıra cezasızlık geleneği de otelin davasında devam etti.
Ailelerin, avukatların ısrarına rağmen sanıklar, “öldürme” suçu gibi ceza almalarını sağlayacak “olası kast” düzenlemesi yerine en fazla 22,5 yıl ceza almalarına yol açacak “bilinçli taksirle ölüme sebep olma” suçundan yargılandı.
Şimdi Grand İsias Otel’in ve hemen arkasında bulunan, 6 Şubat depremlerinde yıkılan belediye binasının yerinde "Meydan Projesi" kapsamında inşaat çalışmaları sürüyor. İnşaat işçileri alanın yanında öğle arasına çıkmış dinleniyor. Bir kısmı ellerinde dürüm, bardaklarında kola ile öğle yemeklerini yiyor.
Yıkılan belediye binasının sol çaprazında Adıyaman İl Halk Kütüphanesi bulunuyor. 6 Şubat depremlerinde binanın camında dahi bir çatlama olmamış.
Depremin ardından insanların güvenli diyerek sığındığı bu binanın müteahhidini de aynı depremde, bir gece yarısı uykusunda yakalamış ölüm.
* * *
Grand İsias Otel’in tam karşısındaki bölgede, depremde yıkılan işyerleri için yeni bir çarşı inşa ediliyor.
Dört etaptan oluşan projenin bir etabı bitirilmiş durumda. 12 binada 28 işyerinin bulunduğu bölgede, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 6 Şubat programlarının duyurulduğu pankartlar yer alıyor. Programdan dolayı son gün kentte hummalı bir çalışma yürütülüyor.
Projede çalışanların aktardığına göre, 28 işyerinin yapımı toplamda 3 ay sürmüş.
"Bu kadar kısa sürede bu kadar işyeri yapılabiliyor mu?" diye soruyorum.
Projede çalışan mühendis, "yukarı"dan emir geldiğini, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bakan Murat Kurum’un geleceğinin bildirildiğini, 6 Şubat’ın yıldönümüne kadar işyerlerinin bitirilmesine yönelik talimat geldiğini söylüyor.
"Normalde bu kadar işyerinin yapımı ne kadar sürerdi?" diye soruyorum.
"6-7 ay sürerdi" diye yanıt veriyor.
Projede çalışanlar binaların güvenli olduğunu, gerekli önlemlerin alındığını ve olası bir depremde sorun yaşanmayacağını söylüyor.
Ancak insanların içinde aynı endişe: Ya bir daha aynı şeyler yaşanırsa?
* * *
İnsanların yarasının sarılması, yıkılan yerlerin yeniden yapılması, yaşamın devam edebilmesi için yapılan çalışmalar elbette mühim.
Ancak bir o kadar da önemli olan noktalardan biri bunların nasıl yapıldığı.
Çarşı esnafı, yeniden inşa sürecinde yapılan kimi uygulamalara tepkili. Bunlardan biri de rezerv alan.
Bölge esnafı, yıkılan ya da sağlam olmasına rağmen rezerv alan kapsamında boşaltılan dükkanlarına karşın, daha küçük dükkanlar verileceğini söylüyor.
Bir esnaf, "Benim işyerim 130 metrekareydi. Şimdi verilecek işyeri 50 metrekare. Ha bir de üstüne benden para alacaklar" diyor.
İnşa edilecek işyerlerini beklemeden, başka bir yerde işine devam etmek isteyen esnaflar için de başka zorluklar var.
Başka bir esnaf, 3 işyerinin yıkıldığını, başka bir yerde dükkân açmak istediğini ancak başvuru yapmasına rağmen kendisine 1.5 senedir kira desteği verilmediğini belirtiyor.
Sohbetin sonu dönüp dolaşıp 6 Şubat’a geliyor.
"Yakınınızı kaybettiniz mi?" diyorum.
"Soru yanlış" diye karşılık veriyor ve ekliyor:
"Asıl soru ‘kaç yakınınızı kaybettiniz?’ olmalı, çünkü burada yakınını kaybetmeyen hiç kimse yok."
Şoför arayıp, konteyner kente gitmek üzere yola çıkılacağını söylüyor.
Bölgeden ayrılıp arabaya binerek konteyner kente doğru yola çıkıyoruz.
Onlar halen oradalar. Yakınlarını kaybettikleri, bir umut yardım gelir diye bekledikleri, sevdiklerinin son kez sesini duydukları, canlarından bir parça olan insanların ya enkazın altında ya da soğuktan öldükleri o binaların ardından kalan o boşluğun orada. Güneşin bir türlü doğmadığı, yıllar süren o gecede.
Tarih 6 Şubat 2023.
Saat 04.17.
* * *
Devam eden inşaatlardan kalkan ve tıpkı şehre çökmüş bir sisi andıran tozların arasında geçen yolculuğumuz sona eriyor.
Adıyaman’da şubat ayından beklenmeyen bir hava var. Çoğumuz sıcaktan terleyip üzerimizdeki montları çıkarıyoruz.
Bu sıcaklar konteyner kentte yaşayanlar için önemli bir fırsat. Bölgeye girer girmez ilk dikkatimizi çeken şey dışarıya kuruması için asılmış çamaşırlar oluyor.
Aynı zamanda 21 metrekare bir alanda yaşamaya mahkûm bırakılan insanlar için de dışarıya çıkıp sosyalleşmek için de başka bir fırsat bu.
Dışarı çıkıp sosyalleşmek dediğime bakmayın, kaldıkları konteynerın önüne bir bir kilim atıp çay içmekten ibaret.
K-6 denilen konteyner kentte, yaşayanların verdiği bilgiye göre 1300 konteyner bulunuyor.
Bölgenin içinde birkaç market, eczane, restoran ve okul var.
Alanda bulunan kütüphanenin sıraları üst üste konulmuş, kapısına kilit vurulmuş.
Sokaklarda çocuklar ve onları okuldan alan anneleri var. Tek bir oyuncakla birçok çocuk oyun oynuyor. Oyun oynayabilecekleri tek yer iki kaykay ve bir futbol sahasının olduğu yer. Çoğu çocuk için ise en büyük eğlence kaynağı büyüklerinin onları motora bindirip bir tur attırması.
Konteyner kentte neredeyse hiçbir erkeğe rastlamıyoruz. Bir bölümü iş için gitmiş, işsiz olanlar da bölgede bulunan kahvehanede vakit öldürüyor.
Konteyner kentte yaşayanların en önemli sorunlarından biri su ve elektrik. Depremzedeler suların ve elektriğin sürekli kesildiğini aktarıyor.
En önemli beklentileri de bir an önce konteyner kentten çıkıp eve yerleşmek. 21 metrekarelik konteynerda hayatları sürdürmenin zor olduğunu belirten depremzedeler, fiziki koşulların yanı sıra psikolojik olarak da zorlandıklarını ifade ediyor.
Depremzedelerin anlattığına göre, konteyner kentte imkanların kısıtlı olması, depremin ardından kentte baş gösteren işsizlik, depremin yarattığı travmalar ile birlikte önemli psikolojik sorunlar baş göstermiş durumda.
Depremzedeler, konteyner kentte uyuşturucu kullanımının çok fazla arttığını vurguluyor.
Burada yaşayan insanlar, bir an önce buradan çıkıp, normal bir ev yaşamına dönmek istiyor, hemen konteyner kentin sol tarafından bulunan ve TOKİ tarafından yapılan binalara bakarak.
Ancak bu konuda atılan adımlar oldukça yetersiz.
AFAD’ın verilerine göre, Adıyaman Merkez’de bulunan 35 konteyner kentte 55 bin 889 afetzede yaşıyor. Ayrıca merkez köylere dağıtılan 3 bin 503 konteynerda da 14 bin 334 kişi bulunuyor.
Adıyaman’da depremde 63 bin konut hasar aldı veya yıkıldı. 38 bin 26 konut Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı tarafından yapılıyor. Kurası çekilen konut sayısı 31 bin 406 ancak bu konutlardan sadece 5 bini teslim edilmiş durumda.
* * *
Konteyner kentte yaşayan insanlar farklı farklı duygular yaşıyor. Kimisi öfkeli, kimisi çaresiz kimisi de yaşanan faciayı kadere bağlıyor.
Onlarca bina yıkılmıştı, yıkımın yaşandığı bölgeler kimi ülkelerden büyüktü, devlet nereye yetişsindi, elinden geleni yapmıştı…
Kimisi için ise öyle değil. Depremin ardından hiçbir yardım gelmemişti. İnsanlar ölülerini bile kendi çabalarıyla enkazın altından çıkarmıştı. Devlet vatandaşlarını yalnız bırakmıştı.
Bir konteynera giriyoruz. 45’ine yeni giren Safiye bizi karşılıyor. 19 yakınını depremde kaybeden Safiye’nin iki evladı bir de babası kalmış geriye.
Bir kızı evlenmiş, diğer kızı Sıla ile beraber konteynerda yaşıyorlar. Yaşlı babası da köyde bir başına yaşıyormuş.
Safiye depremin ardından hafızasını kaybetmiş. 6 ay boyunca hiçbir şey hatırlamamış. 6 ayın ardından ilk hatırladığı kaybettiği 19 yakını ve yüreğindeki o acı.
Safiye’nin yanından ayrıldığımızda hepimizin aklında o cevapsız soru belirdi: Bu yara nasıl sarılır?
Bölgede gezmeye devam ediyoruz. İnsanlarla konuştuğumuzu gören depremzede Sümeyye geliyor. "Siz bizi görmediniz" diyor büyük bir öfkeyle.
Medyaya tepkili, devlete tepkili, insanlara tepkili…
Medya görmezden gelmişti onları, devlet hiçbir şey yapmamıştı, insanlar büyük felaketi iki sene sonra unutmuştu.
"3 gün bekledik yardım gelmesini. Evlatlarımızı kurtarmak için günlerce enkazın başında bekledik. Ölenlerin çoğu soğukta beklemekten, enkazın altında kaldığı için organ yetmezliğinden öldü. Bırak insanlarımızı kurtarmayı, cenazesini bile bulmaya sevinir olduk. Ya bizler? Ölenler öldüğüyle kaldı. Biz hayatta kalanlar yaşam mücadelesi veriyoruz. Şu yaşadığımız hayat ölümden beter. İnsana ‘keşke ölseydim’ dedirtiyorlar."
İnsanlara yaşamak yerine ölmeyi dileten bir çaresizlik bu.
Anlattıkça Sümeyye’nin öfkeli sesini, buruk ve hüzünlü bir ses alıyor. Anlattıkça gözleri daha da doluyor. Anlattıkça nefesi tükeniyor, tıpkı umudunun tükenmesi gibi. Yanında hayatta kalan son evladı. Elleri birbirlerine sımsıkı bağlı.
Hiçbir umudu yok gelecekten. Tek dileği yanındaki evladının bu hayatı yaşamaması.
Konuşmanın ardından Sümeyye evladıyla 21 metrekarelik konteynerına doğru gidiyor, elleri halen sımsıkı.
Konteynerların arasından yükselen direğe bağlı megafondan bir ses yükselmeye başlıyor:
"Mümin hiçbir zaman umudunu yitirmez. Rabbimiz müminleri yalnız ve yardımsız bırakmaz. Ebedi âleme göç eden kardeşlerimizi İslam’ın emrettiği şekilde son yolculuklarına uğurlamanın gayretinde olalım. Ölülerimizi hayırla yâd edelim. Onlar adına, imkânlar ölçüsünde sadakalar verelim, hayır hasenatta bulunalım. Adlarını yaşatacak, kendilerine dua edilecek eserler yapalım."
© Tüm hakları saklıdır.